Pazartesi, Ocak 22, 2007

Türkiye son on yılını yaşıyor

Teşvikiye'de buluştuğumuz araştırmacı-din bilimcisi Aytunç Altındal, bir haftadır savaşını verdiği gribini hala yenememişti. Değerli okuyucular, araştırmacı, gazeteci ve yazar kimliği ile dinleri ve bilimleri araştırarak en ince noktaları önümüze koyan Aytunç Altındal, uzun süredir Türkiye'nin kuşatılmışlığı üzerinde yazıyor, çiziyor ve hatta feryad ediyor. Kimi zaman sesini duyuruyor, kimi zamanda aman bu ses nereden çıktı denilerek, tıpkı bazılarının işine gelmeyen diğer yazar ve araştırmacılar gibi yalnızlığa mahkum ediliyor. Ancak Altındal'ın uluslar arası bir ünün olması nedeniyle yalnızlık yaşadığı söylenemez. Çünkü yazdığı kitapların çoğunluğu Batı üzerine olduğu için konunun ilgilileri tarafından sürekli takip edilmiştir. 30'a yakın kitabı ile Türkiye'nin geleceğine ilişkin inceden inceye, fakat etkili mesajlar vererek, Türkiye'nin milli ruhunu yeniden kazanması için çalışan birisi. Millici, yerlici, ulusalcı bir kişiliğe sahip olan Altındal, aslında birçok kişi için gizem olmuştur. Yüzlerce baskı yapan kitaplarını, bu röportajı okuduktan sonra sizlerde okuyacaksınız.

Sizin de üzerinde durduğunuz konuların toplamına binaen şu soruyu sormak istiyorum Türkiye nedir? Neden önemli bir ülkedir?

Evet, Türkiye'yi ele alırken ilk önce Türkiye nedir sorusunu ele almak lazım. Bu soru hiç sorulmaz. Neden? Çünkü, Türkiye sadece coğrafi bir bölgenin adı değildir. Türkiye, aynı zamanda 22 ülke demektir. Demekki, Türkiye tek başına bir ülke anlamına gelmiyor, bilakis 22 ülkenin birleşik yapısı, hülasası demektir. Japonya 20 devlettir diyemezsiniz. Aynı şekilde Almanya da öyle. Ama Türkiye 22 devlettir. 22 devlet demek; 22 değişik duyuş, düşünüş ve davranışın bünyede barındırılması demektir. Türkiye bu anlamıyla ABD'ye örnek olmuş bir ülkedir.Bunun için önce şunu bilmeliyiz: Türkiye, model bir ülkedir. Bakın daha da ilginci 1910'lu yıllarda Türkiye için Dünya Bilim Konseyleri Türkiye'nin ve Balkanların bir dünya laboratuarı olduğunu söylemişlerdir. Tesadüf ilk defa sizinle konuşuyorum bu konuları. Birçok olay ilk önce Türkiye'de denenir, daha sonra başka ülkelerin bünyelerine sokulur. Bunu kimse bilmez. Ama denemeler daima Türkiye ve Balkanlar üzerinde yapılır.

Türkiye'nin 22 ülke anlamına geldiğini ve 22 farklı düşünüş, duyuş ve davranışın varlığını ifade ettiğini söylediniz. Tam olarak bu ne anlama geliyor?

Bakın Amerika'yı Amerika yapan teori Melting Pot Teorisi. Bu teori; kazan, pota anlamına gelir. Bir kazanın içinde değişik bünyelerin işe yarayacak şekilde eritilerek bir maddenin elde edilmesidir. Kısacası bir eritme kazanı diyebiliriz. Şimdi bu eritme kazanı, Amerika'yı Amerika haline getiren düşüncenin kendisidir. Kaldı ki, bunun Türkiye'den örnek alındığını, Türkiye'nin Melting Pot olduğu düşünülerek ABD'liler tarafından kabul edilmiştir. Öyle ki, dünyada bir Melting Pot yapabilmeniz için gerekli olan ilk koşul; hukuktur, kanun yapıcılıktır. Bakın ABD Anayasa Mahkemesi'ne gittiğiniz zaman 12 tane kanun yapıcının ismini görürsünüz. Bunlardan iki tanesi Osmanlıdır. Birincisi Fatih Sultan Mehmet, ikincisi ise Kanuni Sultan Süleyman'dır. Adı üzerinde Amerika Birleşik Devletleri. Ama Türkiye üniter devlet yapısına sahip.

Türkiye'nin Üniter Devlet oluşu tam olarak neyi ifade ediyor?

Türkiye, Almanya gibi federal bir devlet değildir. Türkiye, birleşik devletlerden oluşan bir sistem değildir. Türkiye'nin kendisi bizatihi Uniterian dediğimiz bir üniter devlettir. Yani şu kastediliyor: Birleşik devlet değil, birleştirici devlettir. Dünyada iki tane örneğin vardır. Birincisi Türkiye, ikincisi ise Ukrayna'dır. Demek ki cumhuriyet kurulurken Uniterian statüsünde kurulmuştur.Yani birleştirici özelliği dikkate alınmıştır. Öyleyse bugünkü Türkiye'nin hukuku da Federal Almanya hukuku gibi, AB hukuku gibi olamaz, özel bir hukuk anlayışına sahip olmak zorundadır.

Üniterian (birleştirici) devlete uygun bir hukuk anlayışı olmalıdır. Federal bir devletin, federal bir devlet sistemine uygun hukuku vardır. ABD'nin olduğu gibi birleşik devletler statüsüne uygun bir hukuku anlayışın vardır. Ama Türkiye'deki üniterian devlet modeli, gerçekte en üst modeldir ve onun için hukuk anlayışı da farklı olmalıdır.

Melting Pot (kazan,pota) sistemine göre üniterian sisteminin eksik tarafı var mı?

Bakın Amerika Birleşik Devletleri'nde en üst yetkili şahış değil, Anayasa kurumudur. Hatta devlet beşinci sırada gelir. ABD'de sistem; Anayasa, Senato, Kongre, Başkan ve Devlet şeklinde sıralanır. Ama Türkiye'de ise durum tam tersi: en tepede Anayasa değil Devlet vardır. Dolayısı ile Türkiye'nin değiştirmesi gereken en önemli meselesi Anayasa'yı en tepeye koymasıdır. Üniterian (Birleştirici) Devlet Sistemi'nin eksik bırakılmış olan kısmı budur. Hangi anayasa sorusu ayrıdır, ama en tepede Anayasa kurumu olmak zorundadır.

Türkiye'nin 22 devlet olma durumuna dönersek�

Osmanlı devleti 100 yıl öncesine kadar, bugünün 22 devletinde asırlarca hüküm sürmüş; kan, şiddet, kavga olmadan yönetmiştir. Bakın ABD, bugün sadece bir Irak'ı bile yönetemiyor. Ama Osmanlı yönetmişti. Nasıl ve ne yaparak yönetmişti bunca ülkeyi? Osmanlı'nın en büyük özelliği; tebaasına demişti ki; �Sen dininde özgürce, dilediğin gibi davran ve yaşa' Düşünebiliyormusunuz ki, bir imparatorlukta; her güneş ağardığında 13 değişik dil ve 40 farklı lehçe kullanılıyordu aynı anda. Üstelik hiç kimse bir başkasının özgürlük alanını ihlal etmeden. Kaldı ki, çok güçlü bir ekonomik yapı olsa, bu olabilir diye düşünülebilir. �Efendim, aralarında ortak nokta paradır. Güçlü para olduğu için bu iş oluyordu' denilebilir ama,Osmanlı'nın ekonomisi hiçbir zaman çok kuvvetli olmamıştır. Demek ki, gönüllü bağlayan başka nedenler vardı. Kaldı ki, 1900'lü yılların başlarında yabancıların rakamlarına göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun tim nüfusu 23 milyondu. Bu rakamın 8.5 milyonu ise gayr-ı müslüm. Bu rakamlar çerçevesinde baktığımız zaman, o kadar yüzyıldır bizimle beraber yaşamış olan gayr-ı Müslimlerin sadece ekonomik nendenlerle değil, serbest iradeleri ile kaldıklarını görüyoruz. Başa dönersek; bu 22 devletin yıkılması ve küçük küçük devletlerin meydana getirilmesi tamamıyla İngiliz politikası idi. Her ne kadar Rus ve Fransızların projeleri olsa bile Osmanlı, İngilizlerin oyunları ile parçalandı.

Bu süreç ne zaman ve nerede başladı?

Özellikle 1820'lerden itibaren Harput, Elazığ, Erzurum, Siirt, Van, Bitlis, Muş, Batman gibi yerlerde çok güçlü misyonerlik faliyetleri yürüttüler. Sakın aklınıza 7-8 kişi gelmiş de misyonerlik yapıyorlar görüntüsü gelmesin. Örneğin Harput'a gelmiş yerleşmişler. Düşünebiliyormusunuz, o dönemde Harput'a yerleşmiş ABD'liler var.

Peki misyonerlik faaliyetlerini yürüten okullar konusunda ne düşünüyorsunuz? Bir rakam verebilirmisiniz?

1918'de Osmanlı topraklarında 1000'den fazla okul vardı. Buna karşılık 138 Osmanlı okulu vardı. Bunlardan 500'ü Protestan, 60'ı Rus Ortodoks, 25'i Alman, geri kalan ise İtalyan ve Alman Katolik eğitimi veren okullardı. Buradan bakıldığı zaman yetiştirilmiş kadrolar ve bu kadrolarla birlikte gelen değişim ve değiştirme hareketleri Osmanlı'nın sonunu, Cumhuriyet'in başlangıcını hazırlamıştır.

Bu noktada dış sanayinin zorlanması olduğu konusunda neler söyleyeceksiniz?

Dışımızdaki sanayinin zorlanmasına baktığımız zaman tekstil sektörü ile ilgili olarak çok enteresan bir olay karşımıza çıkıyor. 1924'lerden itibaren Mustafa Kemal'in Amerikalılara yaptırdığı davet üzerine Türkiye'ye gelen ve DODD Raporları diye bilinen üç ciltlik; �Türkiye Ne Yapmalı?' raporları bulunmaktadır. Bu raporları kimse bilmez ne yazık ki. DODD Raporları'nda, özellikle Tekstil Sanayi'ni ele alıyor ve diyorlar ki; �Osmanlı İmparatorluğu çökerken dahi, dünya tekstilinin %8'ini karşılıyordu.'En büyük rakibi ise İngiltere idi.

Ne demek bu şimdi?

Bakın İngiltere'de demokrasi �Türkiye'nin geliştirilmesi amacından söz edilirken bahsettiğimiz- bildiğimiz demokrasi değil, Kraliyet-Meşruti Kraliyet çerçevesinde demokrasi anlayışını geliştirenler de tekstilciler oldu. Ama Türkiye'de öyle olmadı. İngiltere'de ise Kraliyet normundaki demokrasiyi tekstilciler geliştirdi.

Bu gelişme nasıl oldu?

Tekstil makinalarının en küçük evlere, köylere, kasabalara ve şehirlere kadar intikal ettirilmesi, oradaki yerel birimlerin kendilerinebir geçim kaynağı temin etmelerinden dolayı şu yada bu şekilde makinasına ve ürününe sahip çıkma bilinci geliştirildi. Osmanlı'da bu şekilde olmadı ve İngiltere, Osmanlı'yı tekstilde büyük rakip olarak gördüğü için Osmanlı'nın tekstilini bozmaya yönelmiştir. Tıpkı bugün AB'nin, Türkiye'yi tarımda büyük bir rakip görerek, verimli topraklarımızı yok ettirmeye çalışması meselesi gibi. Şimdi DODD Raporları'na dönersek; raporda deniyor ki, �tekstil devletin denetimi altında olmalıdır. Çünkü tekstil hem iç, hem dış pazarlarda çok önemli bir sanayidir.' Böylelikle DODD Raporları, Sümerbank ve diğer tesislerin kurulmasını öneriyor ve bu tesisler kuruluyor. Ancak bununla yetinilmiyor. 1930'ların başında deniliyor ki, �Türk Kadını eğer, hala tek seçenekli giyimde devam ederse, iç pazarı geliştirilemez ve iç piyasa canlanamaz. O halde ne yapmalı? Kadınlara hak vermelisin. Kadınlara hak vermelisin ki, kadın açılacak, saçılacak ve dolayısı ile giyimde rekabeti getirecek.'

Bazı değişimleri kadını iş dünyasına sokarak mı gerçekleştirdiler?

Bakın bunun tipik örnekleri İngiltere'de 1880'lerde yaşandı. Ekonomi darlaştığı, bozulduğu zaman kumaş yetmediği için kısa etek modasını yaymaya çalışarak herkesi kısa etek giymeye teşvik etmişler. Bir diğer örnek ise II . Dünya Savaşı öncesinde tekstilde büyük sıkıntı olduğu için Hitler, erkeklerin uzun kol gömlek giymesini yasaklamıştır. Çünkü yeterince kumaş yoktu. Kumaş bolluğu yaşandığı zamanlarda uzun etek ve uzun kol gömlek modası başlatarak kumaş stoklarını erittiklerini görmekteyiz. Demek ki, tekstil, moda, marka vs. gibi konularda bu işlerde kullanılabiliniyor.Diğer bir konu ise tekstilde kadın işçi çalıştırmak. Tekstilde kadın işçi hem daha ucuz iş gücü demek, hem daha sağlam hem kadının bildiği bir iş. Dolayısı ile kadınları iş dünyasına ve bizzat üretimin içine sokarak iç piyasayı genişletmek iş gücünü değerlendirmek ve mümkün mertebe kadınlara ürün aldırtmak istenmiştir. Yani 1930'lu yıllardan bu yana şunu görüyoruz; kadının tekstilde çok özel bir yeri olmuştur.

Sayın Altındal, buraya kadar anlattıklarınızı toparlarsak ortaya ne çıkıyor?

Evet buraya kadar anlattığımız şu: Adına Türkiye denilen ülkenin 22 değişik duyuş, düşünüş ve davranışı kendi içinde mezcetme çabasından kaynaklanmaktadır. Burada ortaya çıkan husus da şu; bunların hepsi birer üst tasarımdır. Yani Cumhuriyet kurulmadan önce hazırlanmış planlar çerçevesinde yürüyen işler yapılmış Türkiye'de.

Peki Türkiye, bunları yaparken inisiyatifi ne olmuştur?

Evet bu sorunun cevaplandırılması gerekir. Yani milli, muhafazakar ya da mukaddesata bağlı değerlerin korunması ne kadar sağlanabilmiştir. Bu tartışmalı. Dolayısı ile son 50-60 senedir tartışılan en önemli konu bu olmuştur. Daima üst tasarımların bir laboratuar ortamı olarak uygulandığı bir bölgedeyiz. Bizim fonksiyonlarımız maalesef; gelen üst tasarımları uyguladıktan sonra çıkan problemlerle uğraştırılarak sınırlı bırakılıyoruz. Biz çözdükten sonra bunlar alıyorlar ve diyorlar ki; �bakın biz bu problemi bu laboratuarda denedik ve bu problemi Türkler de bunu bu şekilde çözdüler. Ölerek, öldürülerek, çoluk-çocuk sefalet çekerek, aç kalarak, cahil kalarak, perişan olarak geçtiler ve biz bunu alıp kullanabiliriz' diyorlar.

Bu oldukça önemli. Peki bu üst tasarımları yapan güçler kimdir?

Bunlara baktığımız zaman evvela şunu görüyoruz: Avrupa Birliği dediğimiz; Hıristiyan kubbesinde yüze yakın değişik yapı mevcut. Bunların hepsi çeşitli gizli örgütler olduğu gibi, kiliseye karşı olanlar, kiliseyi savunanlar olduğu gibi Ezoterik-Okültik gizli örgütler vardır. Bunların başında da 16.yüzyıldan beri etkili olan Gül ve Haç Kardeşliği teşkilatı gelmektedir. Bu teşkilatın 1621'den itibaren belgeleri var. Bu belgelerde Avrupa'nın cumhuriyetler olarak birliğinin sağlanması ve cumhuriyetlerin üst bir tasarım çerçevesinde birleştirilerek Avrupa'nın Gnostik-Masonik Hıristiyan olarak geleceğinin devam ettirilmesi sağlanmaya çalışılmıştır.

Bu sağlandı mı? Yani AB bu düşüncenin eseri midir?

Özellikle 1717'de İngiltere'de Anderson Anayasası olarak bilinen bir gizli Mason Anayasası yapılmış, bu anayasa çerçevesinde İngiltere'de Masonik değerlerin ön plana çıkarılmasına karar verilmiş ve gündelik hale getirilmiştir. Avrupa'da ise 1720'lerden itibaren Gül ve Haç Kardeşliği'nin İlluminate'ye kadar giden yolda, hazırlanan üst tasarımlarda Fransız İhtilali meydana getirilmiş, ondan sonrada Gnostik dediğimiz Rafizi (Kilise dışı) bir Hıristiyanlık anlayışı ile Avrupa Birliği tesis edilmiştir. AB içinde bütün bu teşkilatların çeşitli ülkeler bazında bir Mason teşkilatının ferdiyetleri ile operatif ve spekülatif bir şekilde girift ilişkileri var. Bakın ilginç diğer bir konu ise Bilinmeyen Hitler adlı kitabımda dile getirdiğim gibi; Hitler'i Gizli (Okültik) İlimler Teşkilatı olan Thule Gessellschaft diye bir örgüt tarafından adım adım iktidara taşıdığını görüyoruz.

Yani Hitler, aslında bir üst tasarımın ürünüdür. Öyle mi?

Evet Hitler, Okültik (Gizli İlimler) Örgütü'nün bir ürünüdür. Ama bundan daha önemlisi Bilinmeyen Hitler kitabımda belirttiğim gibi, Hitleri adım adım iktidara taşıyan Thule Gesselschaft örgütünün kurucusu Türk vatandaşı, Bektaşi aynı zamanda Mason olan Baron Rudolf von Sebottendorff diye birisidir. Tarihçilerden kendisini on yıllarca gizlemeyi başaran, Hitler'in yol göstericisi ve rakibi olan Sebottendorff, Türk vatandaşıydı ve Hitler'i iktidara getiren esrarengiz örgütü ilk kez İstanbul'da kurmuştu. Hitler'in hiç bilinmeyen bu yönünü Alman ve İsrailli araştırmacılar da ilk kez bu kitaptaki belgelerden öğrendiler.

Bir üst tasarım olarak da bilinen ve son yıllarımıza ciddi anlamda yön veren Skulls&Bones (Kurukafalar ve Kemikler) Örgütü'nün amacı nedir?

Bu örgüt, İsa'nin kendisine �kurtarıcılık ve yeniden yapılandırma' görevini verdiğini düşünüyor. Bunun için bu örgütün en tanınmış üyesi ABD Devlet Başkanı George W.Bush, İsa'nın kendisine bu misyonu verdiğine inanarak, yeniden yapılandırma ve kurtarma işine Irak'tan başlamıştır. Müslüman Irak halkını �Kurtarmak' ve Müslüman coğrafyasını �Yeniden Yapılandırmak' misyonunun kendisine verildiğine inanıyor Bush. Methodist, yobaz Evangelist bir gizli örgüt üyesi Hıristiyan'ın başkanlığında ABD savaş makinesı 2003 yılında insanlığı �Yeni Dünya Düzeni'ne hazırlamıştır.

Gerçekten ilginç bilgiler. Peki yüz yıllardır devam ede gelen teşkilatların eylemleri nasıl işliyor ve nasıl bir takvime sahipler?

Evet, üst tasarımlar, bizim gündelik yaşadığımız takvimlere göre yapılmıyorç Bu adamların kendilerine özel takvimleri var. Örneğin biz 365 günlük takvimi kullanıyoruz, ama bu adamlar 1540'lardan bu yana 360 günlük takvim kullanıyorlar. Demek ki, biz 5 gün onların gerisinden gidiyoruz. Bu takvimi kullandıkları tarihten bu yana 8-9 sene önümüzde gidiyorlar. Bizim kutsal saydığımız günler, onlar için hiç de kutsal değildir. Buna Hz.İsa'nın doğum günü kabul denilen günde dahildir. Demek ki dikkat etmemiz gereken en önemli kavram; bizim hakkımızda karar vericilerin kim olduklarıdır? Önemli olan da karar vericilerin arasında yer almaktır.

Bu noktada şunu sormak istiyorum: Türk ve Müslüman olmak kaydıyla bu karar vericilerin arasında yer alan var mı?

Göstermelik olarak var. Ama en çok iki kişi olacak şekilde. Bakın son 150 yıldır Türkiye'yi yönetmiş ve yönetimde ağırlığını hissettirmiş karar vericilerin hepsi devşirme, dönme ve masondur. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, tam anlamıyla İslami yaşamın gereklerine uygun bir şekilde yaşamını sürdüren hiç kimse Osmanlı'nın yönetiminde söz sahibi olmuş değildir. Sultan Abdülhamit Han bunların baskısı altındaydı. Öyleyse şöyle bakıldığındabu 22 devletin çeşitli unsurlarında oluşan ve bunların arasından sivrilerek şu veya bu nedenlerle başkaları tarafından seçilen, mason teşkilatlarına katılmış, yabancı okullarda eğitimini tamamlamış İslam dini ile ilişkilerini kesmiş, fakat Müslümanmış gibi görünen pek çok insan görülmüştür.

Birkaç İsim verebilirmisiniz?

Gül ve Haç Kardeşliği kitabımızın 148 � 149. sayfalarında bu isimlerin 28 tanesi yer almaktadır. Bir örnek verirsek, 1963 yılında Türkiye'de Gül ve Haç Kardeşliği Şövalyesi olarak İzmirli Avdeti Sebataycı Cemal Birik diye birisi seçiliyor. 17. derecede Mason olan Birik 1964'te İskoç Riti'nin izniyle önce Tapınak Şövalyeliği mertebesine, sonra da 33. dereceye çıkartılarak Gül ve Haç Baş Şövalyesi tayin ediliyor. Birik'i tayin edenler ise Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a yakınlığı ile tanınan Menderes'in ekonomi danışmanı ünlü iktisat Profesörü Hazım Atıf Kuyucak, Necmettin Erol ve T.C. Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı vekili ve adayı İhsan Sabri Çağlayangil'dir. Birkaç isim daha örnek verirsek; Özbekler Tekkesi Şeyhi Ataullah Efendi, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Meclis Başkanı Kazım Özalp, Devlet Başkanı Celal Bayar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve daha nicelerini saymak mümkün. Bunların tamamı 33. dereceden masondurlar. Bakın 33.derece Mason olan Çağlayangil MRA olarak bilinen Moral Rearmament ( Manevi Cihazlama Derneği ) Türkiye'deki güçlü ellerinden biriydi. Başta Koç ve Sabancı aileleri olmak ğzere kalburğstğ kişileri bu İsviçreli örgütle tanıştıran da oydu. Manevi Cihazlama Derneği (MRA)'nın Türkiye kurucularından birisi ise dönemin İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'dır. Türk Milleti bu kişilerin gerçek kimliklerini hiçbir zaman bilmemiş, bilememiştir. Bunlar ve daha yüzlercesi Osmanlı İmparatorluğu'nu çökerten güçlerin �Gizli' örgütleri ile gönüllü �İnanç Bağları' kurmuşlar ve kendilerinden istenilen yasaları yapıp Türk Milleti'nin önüne koyarak bu ulusun hayatına yön vermişlerdir. Sonuçta Türkiye'de dünyaya gelen her bebek bu dünyada yaşayacak olduğu için bu gizli örgütlerin koydukları �Bu dünyaya gelme vergisi' olarak 2500-3000 dolarlık bir haraç ödemek zorunda bırakılmışlardır. AB'ye bir de bu yönde bakmakta fayda vardır. Yukarıdaki isimlerin hepsi ne yazık ki, batının Masonik güçlerine hizmet etmekten başka bir işe yaramamışlardır.

O halde Türkiye'nin kurtuluş şansı var mı? Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği bunun için bir şans olarak değerlendirilebilir mi?

Hayal. Türkiye'nin AB üyeliği ile kurtuluşu hayalden başka bir şey değildir.

Peki bu güçler tarafından Türkiye'de ne olması isteniyor?

Bu husus çok önemlidir. Bilindiği gibi I.Dünya Savaşı sonunda 1918'den itibaren Türkiye'ye Sevr Anlaşması dayatılmıştır. Bakın bir anlaşmaya taraf olabilmeniz için millet statüsünde olmanız gerekir. Bu anlaşma sırasında Türkiye taraf olamamıştır. Çünkü Türkiye'ye bir millet değil, bir ümmet olarak bakıyorlardı. Diyorlar ki, �Siz millet değil, ümmetsiniz. Dolayısı ile taraf olamazsınız. Onun için sizin hakkınızdaki kararları biz alırız ve biz uygularız.' Şimdi Lozan'a da kötü bakanlar �Lozan'da şunu kaybettik, bunu kaybettik' diyorlar. Fakat 1918'den 1923'e kadar geçen 5 yıllık dönemde Lazı, Kürdü, Çerkezi'yle bie millet olduğunu ispat etmiştir ve Türkiye Lozan'a bir taraf olarak oturmuştur. Bakın Lozan'da Ermeniler taraf olarak katılamamıştır. Çünkü Türkiye, �biz bir milletiz' diyerek engellemiştir ve bu tarihte Türkiye, Cumhuriyet ilan etmiştir. Üniter devlet statüsünü bileğinin hakkıyla kazanmıştır. Bakın Türkiye, anti emperyalist savaşla kurulmuş ilk cumhuriyettir. Bundan önce kurulmuş cumhuriyetlerin tamamı ya ihtilallerle yada darbelerle kurulmuşlardır.

Peki bu günlerde hararetle tartışılan Sevr Anlaşması yürülülükten kaldırılmış mıdır?

Tek kelime ile hayır. Çünkü tek taraflı olarak Sevr'i biz reddettik. Ama Sevr Anlaşması'na taraf olan ülkeler, şuana kadar imzalarını geri çekmiş değiller. Dolayısı ile onlar için Sevr halen yürürlüktedir. Parave toprak tazminatı gibi talepleri Avrupa Birliği aracılığı ile Türkiye'nin önüne getirilecektir. Peki Lozan Anlaşması tek başına yeterlimi? Hayır, yetmiyor. Çünkü adamlar diyorlar ki, �Lozan Anlaşması bir uluslar arası anlaşmadır. Ama biz uluslar arası anlaşmadır. Ama biz uluslar arası anlaşmalar çerçevesinde değil, uluslarüstü bir anlaşmalar çerçevesinde ele alıyoruz.' Nedir bu? Soykırım hukuku ve insan hakları hukuku olarak önümüze getiriyorlar. �Uluslarüstü olan hukuk sizi aşar. Lozan Anlaşma'nızı hiçbir şekilde tanımıyoruz. Dolayısı ile ben seni uluslarüstü hukuka göre yargılıyorum. Bir Soykırım ve İnsan Hakları Hukuku mevcut ve buna göre tazminat vereceksin' diyorlar.

Sevr Anlaşması'nın yürürlülükte olduğu bir durumda Lozan Anlaşması bize nereye kadar güvence sağlıyor?

Hiç güvence sağlamıyor. Çünkü Lozan Anlaşması, ABD tarafından kabul edilmiyor. En önemli müttefikimiz olan ABD, Türkiye'nin Lozan Anlaşması'nı halen kabul etmiş değil. Dolayısı ile ABD diyor ki, �Türkiye'nin Doğu sınırları benim tarafımdan kabul edilmiş sınırlar değildir. O nedenledir ki, Irak'ın Kuzeyinde İngiltere bukunması gerektiği halde ABD var. İngiltere olsaydı, Türkiye ile İngiltere arasında anlaşma olduğu için bir tek Kerkük meselesinde BM tarafından dondurulmuş bir hukuki statü bulunduğu için Türkiye'nin işi çok kolay olacaktı. Ama özellikle ABD geldi ve Türkiye aleyhindeki faaliyetleri sürdürüyorlar. M aalesef bunun için zavallı Kürtleri kullanıyor. GAP Bölgesi'nde oynanan oyunlar da bunun birer uzantısıdır. Şimdi ne kadar manidardır ki, dünyada en kolay verilen kredi, baraj kredisidir. Çünkü garanti paradır. Ama İsrail, GAP bölgesi için hiçbir bankaya tek bir kuruş kredi verdirtmemiştir.

NEDEN?

Çünkü Türkiye'de yaşanan enflasyon, hem terör, hemde GAP'a dökülen paralar dolayısıyladır. GAP'ı, Türk Halkı kendi paraları ile ve yüzde yüzlük enflasyonlar yaşayarak yapmıştır. Fakat bugün elden gitmek üzeredir.

Şimdi iktidarda olan hükümetin gelişi de başlı başına bir olay gibi gözüküyor. Ne düşünüyorsunuz? Üst tasarımcılar burada da mı devrede?

Siyasi bir partinin altı ayda kurulup, iktidara getirilmesi manidardır. 70 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi bile böyle bir şey yapamadı. Düşünün ki, partinin başkanı olan kişi daha hapishanede iken başbakan olacak. Var mı öyle bir hikaye? Demek ki, dışarıdan hazırlanmış bir projedir. Bu yüzden bu hükümet geçicidir. Sadece istediklerini yaptirincaya kadar iktidarda olacaktır.

Sizi bu kanıya sevkeden nedenler nelerdir?

Dikkat ederseniz bu hükümet, Türkiye'yi ve Türk olma unsurlarını sahiplenmediği gibi, ilk çıkışları olan İslam söylemleri de yok artık. Erbakan bile bunlara göre daha milli birisi. Milli görüş, Erbakan'ın tekelinde olsa ne olur? Olmasa ne olur? Türkü, Kürdü, Lazı,Çerkezi her kim olursa olsun mutlaka milli bir duruş, milli bir görüş içerisinde olmalıdır. Erbakan'ın partisine üye değilim, yanlış anlaşılmasın. Burada yatan şey Kuvay-i Milliye ruhudur. Müdafa-i Hukuk'tan, Misak-ı Milli'den geliyoruz. Dolayısı ile bu topraklarda yaşamak milli olmayı gerektirir. Ve bu hükümet milli unsurlara sahip çıkmadığı için ABD, İsrail, İngiltere ve AB'nin bir üst tasarımıdır. Bizim dışımızdaki planlayıcılar üzerimizdeki paylaşımı çoktan yaptılar. Böyle devam ederse Türkiye tamam veya devam diyebilmek için son on yılını oynuyor. Ben böyle görüyorum. Dolayısı ile herkesin gözünü açması ve uyanması gerekir diye düşünüyorum çünkü üzerimizdeki oyunları bozabilmek için vakit kalmadı.Yani şu anda uzatmaları oynuyoruz ve bununda iyice anlaşılması lazım artık.

Bu gerçekleri kimse görmüyormu? Vatandaş neden uyanmıyor?

Bakın ülkeyi sokaktaki vatandaşlar yönetmez. Onlar ülkeye sahip çıkarlar. Ülkeyi yönetenler daima elitlerdir. Osmanlı'nın elitlerini yok ettiler. Elit kadrolar olmadan hiçbir ülke ayakta duramaz. Okuma yazma bilmeyen insanlar ülkeyi nasıl yönetsin? Bakın bir örnek vereyim Çok sevdiğim Ali Rıza Septioğlu, bakan bile olmuştu, eğitimi olmadığı halde. Ancak adam bakanlığında bekçi bile olamıyormuşum demişti. Ne yazık ki Türkiye'in seçkinleri kaybetmişlerdir. Disiplin özel eğitim, özel birikim demektir. Otoriter demek değildir. Bunun için acilen Türkiye'nin çok acilen disiplin ihtiyacı vardır. Ayrıca Türkiye'nin hayatı algılayışta milli duruş halinde bulunabilme, oradan gelip gitmeme gücüdür. Değerlerin neyse, o değerlerini korumak için direnme ve savunmatır disiplin. Türkiye'de otorite var ama disiplin yok ne yazıkkıi.

Yani demek istiyorsunuz ki Türkiye'nin asıl ihitiyacı; ilk Meclis'in ruhudur. Öyle mi?

Evet kesinlikle öyle. İlk meclis ruhuna her zamankinden fazla ihtiyacımız var.

Aytunç Altındal, Röportaj

F.İnce, Bistrol , Kasım 2004

Hiç yorum yok: