Cuma, Ocak 12, 2007

Milletin Hizmetinde 80 Onurlu Yıl

06 Ocak 2007 tarihinde, çalışanlarımız ve emeklilerimiz ile birlikte, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı�nın 80. kuruluş yılını kutluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti�ne ve Milletimize 80 yıldır hizmet edebilmenin görev şuurunu, daha da güçlü olarak hissediyoruz.

Dünyadaki tüm değerlerin, ilişkilerin, sistemlerin ve düzenlerin, ister sosyal-ekonomik-siyasi ister ahlaki-dini olsun yeniden şekillendiği ve hatta tanımlandığı bir süreç içinde bulunmaktayız. Yaşadığımız bu süreç, aynı zamanda, parçası olduğumuz uluslar arası sistemin de kuralları, başrol oyuncuları ve figüranlarıyla mevcut olandan çok farklı bir boyutta yeniden belirlenmeye ve hatta doğmaya çalıştığı bir döneme kaynaklık etmektedir.

Tarihi yakından incelediğimizde görüyoruz ki uluslararası sistemde istikrar hiçbir zaman uzun süre mevcudiyetini koruyamamıştır. Sistemin bir veya birden çok noktasında mutlaka bir değişim yaşanmıştır. Bunun etkileri geçmişte daha çok bölgesel nitelikte olsa da günümüz şartlarında, özellikle her alanda yaşanan küreselleşmenin sonucu olarak global düzeye taşınmıştır.

20. yüzyılın ikinci yarısında kurulan iki kutuplu dünya düzeninin uzun süre devam etmeyeceği önceden öngörülebilir bir olgu olmakla birlikte 1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanılmıştır. Elbette bunun en önemli nedeni, sistem içindeki yapılanmaların ve analizlerin statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmalarıdır. Bu nedenle de geleceğe yönelik tahminler bu katı/kuralcı yaklaşım içinde başarısız olmuştur.

Dünyadaki istihbarat teşkilatları da sistemin birçok aktörü ya da oyuncusu gibi bu yeni "belirsizlikler" dünyasını öngörememiştir. Ayak sesleri özellikle teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin öncülük ettiği farklılaşan ekonomik ilişkilerle ortaya çıkan, çoğu kez küreselleşme olarak nitelendirilen ve dünyadaki insan toplulukları arasında siyasi sınırların ortaya çıkardığı iletişim limitlerini belirsizleştirerek bir "değer devrimi" de yaratan bu radikal değişim süreci, sarsıcı bir hızla her şeyi etkisi altına almış, savunma ya da uyum mekanizmaları geliştirmeye imkan tanımamıştır. Soğuk Savaş döneminin ortaya çıkardığı katı kurallarla işleyen istihbarat teşkilatları da ortaya çıkan bu yeni ve inanılmaz derecede oynak ortam karşısında ister istemez yetersiz kalmışlardır.

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreği, uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanında yüzyıl boyunca önemli değişimlere yol açacak parametrelerin gelişmekte olduğu bir evreyi de işaret etmektedir. Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus-devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişememekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olamamakla kalmayacak; aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir.

Gerek ulusal güvenliğin sağlanmasında gerekse dış ve iç politikaların yürütülmesinde güvenlik ortamını şekillendiren pek çok yeni yöntem, aktör ve vasıtanın görünür görünmez etkisi hissedilmektedir. Ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekten sağlam politikalar üretebilmek ve uygulayabilmek için ulusal güvenlik ve ulus-devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmek, ulusun karşı karşıya olduğu fırsatları ve tehditleri öngörmek, doğru analiz edebilmek ve uygun vasıtalar ile karşı koymak zorunluluğu / ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir. 21. yüzyıl güvenlik ortamı, istihbarat fonksiyonlarının önemi ve etkinliğini hiç olmadığı kadar arttırmıştır.

Önümüzdeki dönemde de uluslararası sistemin, kuralları belirlenmiş stabil bir yapıya kavuşacağını ummak ve bu yönde tanımlamalar geliştirmek faydasız bir uğraş olacaktır.

Son derece kaygan bir zemin üzerine oturmuş uluslar arası ortamda Türkiye, bir yandan yakın zamana kadar değişik çap ve karakterde savaşların yer aldığı ve halen potansiyel çatışma tehditlerinin bulunduğu Balkanlar, diğer yandan birçok bakımdan sürtüşmelere sahne olan ve çeşitli istikrarsızlık potansiyelleri taşıyan Kafkaslar ile yaklaşık 40 yıldır fiili çatışmalar ve terörist faaliyetlerle yoğrulmuş Ortadoğu'nun arasında bir iç hat pozisyonuna sahip halde bulunmaktadır. Ayrıca bu pozisyon kademeli olarak Orta Asya'ya açılan alanlarla da bağlantılıdır.

Bu üç bölgenin ve Orta Asya'nın birçok bakımdan küresel politikaların ve "rol" savaşlarının belirli açılardan yoğunlaştığı alanları oluşturduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla yeni sorun ve tehditler doğrultusunda
21. yüzyılda doğuya doğru genişleyen dinamik bir alan sözkonusu olmakta ve bu durum Türkiye'nin gittikçe genişleyen bir alanda merkezi pozisyon kazandığını/kazanacağını göstermektedir.


Bu süreç içinde Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da "bekle-gör-tavır al" taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir. Uluslararası sistemi ayrıntılı ve isabetli bir tanımlamayla (kendi konumu ile ilgili) taktik, stratejik ve yüksek stratejik tutumlara sahip olmak zorundadır. Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye'ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır. Bu nedenle de Türkiye tüm kartlarını/avantajlarını maksimum düzeyde bir verimlilikle değerlendirmek durumundadır. Elbette bunu gerçekleştirebilmesi hiç de kolay değildir.

Ulusal gücü sağlamanın ve korumanın en etkili yolu, istihbarat fonksiyonlarımızın ulusal güvenlik politikalarımızı ve ulusal çıkarlarımızı destekleyecek şekilde yapılandırılması ve geliştirilmesidir.

Öte yandan jeopolitik ve stratejik konumu itibariyle oldukça zor bir coğrafya üzerinde bulunan Türkiye için güçlü bir ekonomi, kusursuz bir dış politika ve caydırıcı bir askeri yapılanma şeklinde adlandırabileceğimiz çok sağlam üç ayağa sahip olmak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu üç ayağın ifade edilen özellikleri içinse güçlü, dinamik, etkin, esnek, hareket kabiliyeti yüksek ve yaratıcı bir istihbarat yapılanmasına ihtiyaç vardır.

Ülke olarak içinden geçmekte olduğumuz bu zorlu dönemde, özellikle merkezinde bulunduğumuz ve bir parçası olduğumuz uluslar arası sistemin gelişim süreci, Milli İstihbarat Teşkilatı olarak duyduğumuz sorumluluğu en üst seviyeye çıkarmış durumdadır. Ulusal güvenliğimizin ve ulusal çıkarlarımızın gelişimine katkıda bulunacak bir stratejik istihbarat yaklaşımı bağlamında Teşkilatımızın mevcut yapısının yukarıda ifade edilen ihtiyaçlara cevap verecek şekilde hem organizasyon şeması bakımından hem de sözkonusu şemaya işlerlik kazandıracak/hayat verecek organizasyon kültürü açısından revize edilmesine yönelik 2006 yılında başlattığımız çalışmaları 80. yılımızı da kutlayacağımız 2007 yılı içinde sonuçlandırmak amacındayız. Böylece 21. yüzyılın beraberinde getirdiği koşullarla Türkiye için taşıdığı özel önem doğrultusunda, ulusal çıkar ve ulusal güvenlik politikalarımız bağlamında Milli İstihbarat Teşkilatı üzerine düşen görevi en mükemmel şekliyle yerine getirebilecektir.

Milli İstihbarat Teşkilatı olarak vizyonumuz, birlik ve beraberlik içinde ülkemizi içinden geçilmekte olan bu muğlak ve tehlikeli dönemden başarıyla daha da güçlenmiş olarak çıkarmak ve çocuklarımıza gurur duyacakları bir gelecek bırakmaktır.

Milli İstihbarat Teşkilatı mensupları; halkımızdan, resmi-özel kuruluşlardan ve medyamızdan aldığı destekle, sorumluluklarını sonsuza dek yerine getirme kararlılığı içindedir.

Büyük Türk Milletine saygılarımızı sunuyoruz.

MİT Müsteşarı

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Bizim de MİT’e Sorularımız Var
Türker ADONAY

Okurlarımız dikkat etmişlerdir: MİT Müsteşarı Emre Taner tarafından teşkilâtın kuruluşunun 80. yılı münâsebetiyle yapılan açıklama medyada büyük yankı buldu. Öyle ki bütün gazetelerde bu konuyla ilgili en azından üç-dört köşe yazısı yayımlandı.

Konu o kadar çok işlendi ki, biz MİT Müsteşarı’nın ne demek istediğini, aslında neyi kastettiğini, nereye mesaj vermeyi hedeflediğini falan tartışmayacağız. Bu açıklamanın alışılageldik teamüllere pek uymamasından “kıllanmak” ya da ABD’nin Türkiye’yi Irak’a “iteklemek” istediğiyle ilgili senaryolara dalmak niyetinde de değiliz. Dahası, satır aralarından anlamlar çıkararak “niyet okuyuculuğu” yapmak gibi bir gayretkeşliğe de girmeyeceğiz.

Bunca yıl sonra MİT’in bir numaralı kişisi çıkıp yeni dönem tehditlerinden bahsetmiş ve Türkiye’nin bunlara göre vaziyet alması gerektiğini söylemiş; bizim için bu yeterlidir ve biz bunu bir “yeniden yapılanma” arzusunun işaret fişeği olarak algılama eğilimindeyiz. O yüzden, Emre Taner’in en azından zımnen vaad ettikleri itibariyle “ümit uyandırıcı” olan açıklamasının tek satırını dahi eleştirmeyeceğiz.

“Daha aktif” bir istihbarat yapısına duyulan ihtiyaç onca uzun zamandır bu ülkenin meselesidir ki, bu konuda yapılan ilk “resmî” açıklamaya tek kelime olsun olumsuz söz söylemeyeceğiz. Velev ki açıklama ne tarafa çeksek o tarafa sünecek bir nitelik taşıyor olsa dahi…

Yine de, açıklama bağlamında, medyadaki yazılardan anladığımız kadarıyla istihbaratta tecrübeli bir isim olan Emre Bey’e ve onun başına olduğu “gözbebeği” kuruma bazı sorular sormadan geçemeyeceğiz. Bu sorulara verilecek cevapların kalitesi, Türk devletinin ve özelde Türk istihbaratının son yıllarda içine düşmekte olduğu “rotasızlığın” nasıl giderilebileceğine veya giderilip giderilemeyeceğine dair ipuçları sunacaktır.

İşte o sorular:
1) MİT, kuruma eleman alırken çok uzun yıllardır kullanageldiği “kriterleri” değiştirme eğiliminde midir? Meselâ emekli bir paşa, muvazzaf bir subay, MİT personeli gibi bir tanıdığı bulunmayan, ama başta MİT olmak üzere pek çok kurumumuzun ihtiyaç duyduğu hususiyetleri haiz gençler MİT’e girme şansı bulabilecekler midir?

2) Aynı kapsamda olmak üzere, vaktiyle emniyet veya istihbarat bürokrasisinde bir “dayı”ya sırtını dayamaktan başka numarası bulunmayan ve Müsteşar Bey’in basın açıklamasında sözünü ettiği “çağın yeni dinamikleri”ni algılama kapasitesinden mahrum bir kısım personelin elden geçirilmesi, yeni dönem için öngörülen gelişmelerden birisi midir?

3) MİT, devletin kritik makamlarına (genel müdür, hatta müsteşar düzeyinde!) yerleşmiş Ermeni, Rum, Sabetaycı kökenli bürokratları izlemekte, onların iyiniyetle de olsa vahim hatalar yapma ihtimallerini gözönüne almakta mıdır? Yoksa basit bir “güvenlik” tedbiri olan böyle bir girişimden, “Aman ırkçı diye yaftalanırız” korkusuyla bilhassa uzak mı durmaktadır? Yurtdışında başımızı ağrıtan Ermeni soykırımı iddiaları, Rumlar’la süregiden anlaşmazlıklarımız, İsrail’in bulabildiği her tabiî müttefiki “ajan gibi” çalıştırma hevesinde oluşu, söz konusu bürokratları doğrudan “şüpheli” yapmasa da, bu konuda “gözlem” düzeyinde de olsa tedbir almanın zarureti açık değil midir?

4) MİT’in Nikaragua’da, Nijerya’da, Filipinler’de, hadi geçtik bu ülkeleri Mısır’da, Yemen’de, Ukrayna’da, Polonya’da olup bitenleri izleyecek, bunları değerlendirecek, gerektiğinde Türkiye’nin politika yapıcılarını yönlendirecek birimleri var mıdır? Bu birimler var ise, bu birimlerde bahsettiğimiz çalışmaları yürütecek kabiliyete ve birikime sahip, analiz kudreti yüksek, “ham enformasyon” ile “işlenmiş bilgi” arasındaki farkı ayrımsayacak entelektüel donanımda elemanları var mıdır? Varsa bunların sayısı yeterli midir?

5) Türkiye’yi soyup soğana çeviren ailelerin pek çoğunun çocuklarının yurtdışında okuduğu bilinmektedir. MİT’in, “belki bir gün lâzım olur!” düşüncesiyle bu ailelerin çocuklarının hangi ülkelerde, hangi kolej veya üniversitelerde okuduğunu, nerelerde kaldıklarını, kimlerle düşüp kalktıklarını tespit etme, bu anlamıyla bir “veri bankası” oluşturma gibi bir düşüncesi var mıdır?

6) Aynı soru, istikbal vaad eden ve devlete muhalif görüşleri olmakla birlikte henüz “devlet düşmanı” aşamasına gelmemiş çocuklarımızın yurtdışı eğitim mâceraları için de geçerlidir. Yurtdışında birer ikişer devşirilip sonra kâh kendisine sivil toplum örgütü diyen “palavradan kuruluşlar”da yönetici kılığında, kâh üniversitelerde hoca kılığında, kâh gazetelerde köşe yazarı kılığında karşımıza çıkan insan kaynaklarımızı gözönüne alarak soruyoruz: Yabancılar tarafından doğrudan veya dolaylı yollarla “angaje edilmiş” bu çocuklarımızın elden kayıp gitmemesi, bundan sonrakilerin de aynı operasyonlarla “ağa takılması”na engel olunması için MİT’in bir stratejisi var mıdır?

7) MİT’in Türkler’in hatırı sayılır bir nüfusla bulunduğu dış ülkelerde (hemen bütün Avrupa, bazı Arap ülkeleri, ABD, Kanada, bazı Afrika ülkeleri ve elbette Türk cumhuriyetleri) ajan değilse bile “bilgi kaynağı” oluşturmaya yönelik bir stratejisi var mıdır? Yoksa “o Süleymancı, bu Millî Görüşçü, falanca Ülkücü, filanca solcu” denilerek yapılan ayrımın sonucunda, herhangi bir dış ülkede “ciddî bir faaliyet” yapmaya engel olacak kadar “sert bir süzgeç” işletilmekte ve bu muazzam potansiyel zâyi edilmekte midir?

8) En azından halklarının büyük kısmı Türkiye’ye sempati duyan ve nüfuz coğrafyamızın tabiî sınırları içinde olan ülkelerden (bütün Türk cumhuriyetleri, Doğu Afrika, Kuzey Afrika, Ortadoğu, hatta Doğu Avrupa ve Uzak Asya) öğrenci kabul etmek, onlara burs, kalacak yer ve başka imkânlar temin etmek, sonra da onları Türk “muhibbi” yapmanın yollarını aramak bu ülkede hangi kurumun görev alanına girmektedir? Eğer YÖK’ün ise vay hâlimize!

9) MİT’in bünyesinde üç basamaklı sayılarla ifâde edilebilecek kadar çok “hacker” (bilgisayar korsanı) var mıdır? Yoksa, Türkiye’nin müthiş “hacker” potansiyelini değerlendirecek başka bir mekanizma üretilmiş midir? Bir kısmı fisebilillah Türkiye menfaatine iş gören bu genelde “hafif sıyırmış” ama kesinlikle çok zeki insan potansiyelimiz arzulanan ölçüde iyi değerlendirilebilmekte midir?

10) MİT’in bünyesinde, genellikle medya ve bazı “güdümlü” sözüm ona sivil kuruluşlar vâsıtasıyla arada bir yürütülen “psikolojik harp”lere karşı aynı yöntemlerle karşılık verecek (bilgi, yorum, gerekirse sansasyon üretecek, yayacak ve bu yolla psikolojik saldırının olumsuz etkilerini en azından nötrleyecek) bir istihbarat yapılanması mevcut mudur?
Buna benzer soruların sayısını artırmak mümkün ama gereksizdir. Yukarıdaki sorularla “nasıl bir istihbarat teşkilâtı” özlemi içinde olduğumuzun anahatlarını çizebildiğimiz kanâtindeyiz. Bir istihbarat teşkilâtının “uzun vâdeli” stratejilerle meselelere bakabilmesi için nelere ihtiyaç duyduğunun, hâdiseler vuku bulmadan önlem almanın nasıl mümükün olabileceğinin ipuçlarını da bu vesileyle sunabildiğimiz zannındayız.

Okurlarımızın pek çoğu gibi biz de bu soruların tam ve gerçek cevaplarını bilmiyoruz. Ama mevcut uygulamalar, kişisel gözlemlerimiz, zaman zaman işittiklerimiz ve elbette manzara-i umumiyenin iç karartan fotoğrafı, bu soruların cevaplarının büyük oranda “hayır” olduğuna delâlet etmektedir.

Elbette ki bütün bu işlerin olabilmesi için; ülkenin finansal kaynaklarının daha kuvvetli, insanî altyapısının daha gelişmiş, her şeyden evvel “devlet etme” sorumluluğundaki kişilerinin daha ciddî olması gerektiğinin biz de farkındayız.
* Son yazılarından birinde Arslan Bulut’un dikkat çektiği üzere, “laik Kürtler”i kendisine Sünnî ve Şiî Araplar’dan daha yakın görecek kadar militan bir “laikçi” olan emekli paşa Çetin Doğan’ı Ahmet Yesevî Üniversitesi’nin başına atayan ve Türkiye’de yapılmış hataların oraya da sirâyet etmesine yol açacak bir tasarrufun altına imza atan, bir kısım solcu ve Kürtçü teröristleri affeden, ama her nedense milletin büyük çoğunluğunun irâde ve siyasî eğilimlerine karşı büyük bir “tahammülsüzlük” içinde bulunan bir Cumhurbaşkanı,

* Mârifetlerini tek tek saysak bütün bir yazının hacminin ikiye katlanmasına yol açacak olan; ama kısaca söylersek ufku, entelektüel çapı, siyasî jargonu ve genel kültürü itibariyle “muhatap” alınmasının bile bürokratlara eziyet gibi geldiğini tahmin ettiğimiz bir Başbakan,

* Milliyetçiliği “tehlike” olarak gördüğünü beyan eden bir kuvvet komutanı,

* Millî Güvenlik Akademisi’nde milliyetçilikten hâlâ “tehdit” diye bahsedebilen askerler,

* “Ovada siyaset” saçmalıklarını yumurtlayan ve ikide bir geçmişte dağda kurşun attığını (artık hangi dağsa bu!) söyleyerek Kürtçüler’in ekmeğine yağ süren açıklamalarını meşrulaştırmaya yeltenen muhalfet partisi lideri,

* Türkiye’nin istikbâli adına sunabildikleri tek reçete ABD’nin “koltuğuna sığınmak” olan hesapta derin akıl sahibi “kolpacı stratejler”in Türkiye’nin gerçeği olduğunu biliyoruz ve bu yüzden tek başına MİT’e yüklenmenin de doğru olmayacağını düşünüyoruz.

Bizim sitemlerimiz; nicedir “emperyal bir vizyonu” (ama asla emperyalist değil!) yüreklerinde taşıyan, genelde kışır ezbercisi medyatik koroların ve “kalıp kavram” tercümanı maymunların hınç ve linç saldırısına uğramaktan yoruldukları için vaktin kemâle ermesini bekleyen, her zaman yüksek sesle dile getirmeseler de bu vizyona sahip birilerinin bir gün “erk sahibi” olacağını düşleyen, nihâyet başta hiss-i mânevîleri olmak üzere her şeyiyle bu topraklara, “bu ülke”ye ait olan ve hep öyle kalmaya da devam edecek gerçek vatanseverler adınadır.

Sorularımızın da sitemlerimizin de bu pencereden ele alınmasını ümid ederiz.

dil okulu dedi ki...

Guzel bir site oldu tebrik ederim yurtdışı eğitim hakkında daha fazla bilgi edinmek isterdim tesekkurler