Günümüzde her siyasal etkinlik ekonomik çıkarlar doğrultusunda yönlendirilir. Genel olarak doğru olan ve kimsenin itiraz etmediği bu ifade tek başına hiçbir anlam taşımaz. Hatta demagogların bir maşası olarak sıkça kullanılan bir söylev haline dönüşebilir.
- Bireyler için katkısız geçerli olduğunu kimse yadsıyamaz.
- Şirketler için bu soruyu sormak aptallık olur, kuruluş ve varlık nedenleri zaten budur.
- ''Ülkeler (veya devletler) için ülkenin iktisadi çıkarını gözetmek istemeyen bir yönetim zaten düşünülemez'' ifadesi, adeta yerçekimi kuralı gibi şablondaki yerine oturtuluverir.
İnsan doğasının, piyasa düzeninin hele hele kapitalizmin ''genellemeler dışındaki özellikleri'' göz önüne alındığında manzara değişiverir.
Ve bütün bu olay ve değerlendirmelerin kendi zamanlarında bulundukları yerlerde ve içinde oldukları ''denge koşulları'' çerçevesinde ele alınmaları gerekir.
- ''Gelişmiş'' olarak tanımlanan toplumlar kendi iç yapılarında ''bireylerin, kurumların ve toplumun hep birlikte kazandıkları bir yapı ve işlevsellik oluşturmuşlardır'' .
- Roma İmparatorluğu'nu tarihte gelişmiş bir imparatorluk olarak tanımlayanlar için ''içerdeki sınıflara ve bunların da bir bölümüne yansıyan görece bir gelişme'' söz konusudur. Hatta, ''dışarıdakiler pahasına'' sağlanan bir gelişmişliktir demek daha doğrudur.
Avrupa Birliği'ni gelişmiş bir topluluk (ve birlik) olarak düşünenler, bu gelişmenin diğer ülkeler üzerinde sağlanan üstünlüğün (ve sömürünün) bir sonucu olduğunu unuturlarsa uygarlığı, gelişmeyi ve demokrasiyi hiç anlamamış olurlar.
Aynı şey, ABD ve Japonya için de düşünülmelidir. Gelişme ''görece'' bir tanımlamadır. ''Biri diğerine rağmen'' gelişebiliyorsa, söz konusu ''gelişme'' kesinlikle küresel olamaz.
- Bir yönü ile, ''Birileri diğerlerini sömürerek gelişmişlerdir'' sonucuyla karşı karşıya kalırız.
- Diğer yönü ile de, ''Birinin gelişmesi, diğerinin gelişmesinin zorla engellenmesi karşılığında sağlanmıştır'' sonucu doğar.
Türkiye 'klasik' bir örnek...
1) Türkler (ve Osmanlılar) Anadolu ve Balkanlar'a yerleşip Bizans'ı (Doğu Roma'yı) almışlar. Avrupa bu sayede ''denizaşırı sömürgeleri'' elde edip daha hızlı gelişme olanağına kavuşmuş.
2) Avrupa'nın ''bu gelişimi'' , Osmanlı üzerinde üstünlük sağlayıp onu parçalamasına yol açmış.
3) Türkler, Çanakkale'yi 1915'te tutarak 1917'de Sovyetler Birliği'nin kurulmasını sağlamışlar.
4) Türkiye Cumhuriyeti, Avrupalı işgalcilere karşı Mustafa Kemal 'in, ''Sovyetler Birliği ile işbirliği sayesinde'' başarılmış. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Eğer 1917'de Avrupa'nın karşısında Sovyetler Birliği olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması çok, ama çok zor olurdu. Lozan'da Ankara ve Sovyetler Birliği, ''hemen hemen aynı tarafta yer aldılar'' .
5) 1990 sonrasında Sovyetler Birliği'nin dağılması Avrupa ve ABD'nin Türkiye ve bölge hesaplarını ''tozlu raflardan indirerek masanın üzerine koymalarına yol açtı'' .
6) Soğuk savaş ertesinde ''Türkiye ikiye ayrıldı'' ;
- Bir taraf Batı'nın yeni Türkiye ve bölge politikasına 'evet' diyor,
- diğer taraf direniyor. Cumhuriyet'in korunmasını, Türkiye'nin bütünlüğünün bozulmamasını istiyor. Emperyalizmin Türkiye'yi işgaline karşı çıkıyor.
Yabancı askerlerin gelişine karşı, üslerin verilmesine karşı; çokuluslu şirketlerin (ve devletlerin) limanları, enerji tesislerini, diğer stratejik tesisleri, medyayı, bankaları, iç pazarı ele geçirmesine direniyor.
- Mandacılar ve Batı emperyalizmi ile işbirliği yapanlar ise iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel olarak her şeyi vermeye razılar. Razı olmaktan da öteye onlarla işbirliği yapıyorlar. Bunlar gayri milli sermaye çevreleri, kimi İslamcı siyasiler ve bölücü örgütler. ''Türkiye adına değil, kendi adlarına işbirliği içindeler'' .
Batı emperyalizmi ile çıkarlarını birleştirmişler. İki Türkiye'nin ortaya çıkmış olması, ''Türkiye'de herkesin birlikte kazanacağı bir toplumsal yapının oluşturulmasını engelliyor'' .
Zaman, herkesin hangi tarafta yer aldığını belirleme ve bunu ispat etme zamanıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder