Cumartesi, Şubat 10, 2007

İSTİHBARAT

Türkiye'de sivil hayatta, siyasette vesairede, Türkiyedeki güvenlikle ilgli aksiyomatikler nelerdir. Özellikle Türkiyedeki içi ve dış tehditleri daha iyi anlayabilmek için belirli istihbarat bilgilerine dayalı malzemeye sahip olmak gerekir. Aksiyomatikler belirli istihbarat bilgileridir. Askeri istihbarat, genel güvenlikle ilgili istihbarat, diplomatik istihbarat, dördüncüsü de gündelik hayatta elde edilen açık istihbarat denilen istihbarat. Bu veriler çerçevesinde ülkeler lojistiklerini yaparlar. Lojistiği hazırlamak için bu dört unsur bir arada bulunmak zorundadır. Zaman zaman duyarsınız bir iş adamı veya herhangi şahış, kendisinin çok bilgili ve deneyimli olduğunu öne sürerek, vesaire olayını örnek vererek bu burada böyle oluyor da esasında bu böyle değildi şeklinde konuşmalar yaparlar. Bu yapılan konuşmalarda şuna dikkat edilmesi gerekiyor

Madde1: Şahışın bu konulardaki bilgi düzeyi ve hangi alanda söz sahibi olduğu, hangi alanda kendisini özelleştirmiş, kendisini yetiştirmiş olduğu önemlidir.

Diplomatik alanda aldığı bilgilerde özelleşmiş ise evet oraya kadardır veya genel güvenlik teşkilatları veya emniyet teşkilatlar içindeyse o oraya kadardır, orada kalıyor ise. Öyle ise burada dikkat edilmesi gereken husus, askeri istihbarata dayalı olan hususların, çünkü ast olan güvenlik meselesinde bu güvenliği birinci dereceden temin edecek olan grup askeri gruplardır. Demekki işin birinci derecesinde aksiyomatik var, aksiyomatik veriler çerçevesinde değerlendirme yapılıyor bir lojistik hazırlanıyor. Lojistik nedir? Uygulamayı planladığımız strateji ve taktiklerin üst düzeyde yani bir ülkenin güvenliği çerçevesinde ele alınması diyebiliriz.

Bu lojistiğin ele alınışında

Madde 1: Nasıl bir içi ve dış tehditle karşı karşıyayız veya değiliz veya içi tehdid dış tehdidi geçmişmidir veya içerdeki tehdid doğru doğruya dış tehdid kaynaklımıdır. İçerdeki tehdid kendi bünyesindenmi oluşmaktadır.

Aksiyomatikte bunlar bakılarak ortaya çıktıktan sonra lojistiğimizde derizki esas tehdid içerden geliyor. İçerdeki bazı grupların şu yada bu şekilde başlattıkları bir, hani bir tabir vardır �her ağacın kurdu özünden olur� şeklinde, içindeki özden kaynaklanan mevcut sistemden veya içinde bulunduğumuz sistemden kaynaklanan bir tehdit şeklinde algılanır. Ona göre tedbirler, önleyiciler alınır. Yok öyle değil doğrudan doğruya beşinci kol faliyetinin getirdiği tehdidler içerde aslında sistemde veya rejimde veya bünyede bir bozukluk yok ama dışarıdan getirilen beşinci kol faliyeti ile sokulan bir tehdid var ozaman ağırlık tabiiki dışarıya kayar. Şimdi 1992 yılına kadar Türkiyedeki iç ve dış tehdit algılamalarıyla uygulanan ilkemiz klasik bir tabirle söylersek �yurtta sulh cihanda sulh� prensibi çerçevesinde bakılarak ele alınan bir tehdidt anlayışı idi. Efendim, düşman bir edirneye gelsinde Edirne'den sonra biz onu hallederiz, şeklinde idi. 1992 yılından itibaren ben yeni bir kavram geliştirilmesinden yana bir insan olarak dedimki, yeni bir kavrama ihtiyaç var yani aktif caydırıcılık diyoruz biz buna. Nedir Aktif Caydırıcılık? Ulusal güvenliğin tebliğinde şu tehdit Edirne'ye geldiği zaman zaten Ankara'da demektir. Öyle ise bu tehditin ortaya çıktığı aksiyomatik çalkantıdan bize verilen ne Moskova'damı ortaya çıkıyor, nerede Şam, Şam'da nerede Atina , Atina'da durdurulması gerekir, yani tehditin kaynağı neresi ise o kaynakta durdurulması gerekir. Yoksa hele bir Edirne'ye gelsin, hele hatay'a gelsin,bak biz ne yaparız şeklindeki eski yerleşmiş klasik anlayışın geçersizliği ortada idi, bunun içinde Aktif Caydırıcılık yapılması gerekiyor nasıl yani tehdit Washington'da ise tehditi Washington'da durdurmak gerekiyor. Moskova da ise Moskava da durdurmak gerekiyor. Nasıl onun çeşitli yolları var , o ayrı bir mesele, diplomatik yoldan, siyasi yoldan , ekonomik yoldan veya doğrudan doğruya bilinen bazı başka usullerle ama kaynağında durdurulması gerekiyor. Kaynağında buna sebep olan kişiler kimlerdir, bu kişileri durdurmak gerekiyor. Öyle ise tehdit algılamasında yapılması gereken unsurlardan ikincisi olan lojistikte işte bunlar yapılıyor. Stratejiye gelindiğinde stratejinin manevra kabiliyetinin bulunması demek, yaptığınız lojistikle kendinizi çok dar bir alanla sınırlarsanız, manevra yapamaz hale gelirsiniz, dolayısı ile o manevrasızlıktan dolayı, hazırladığınız bulduğunuz o lojistik çöker. Yani yaptığınız lojistikle mutlaka kesinlikle stratejinizin esnek bir strateji olması, size bağlı olan unsurların minimum zararla bu strateji de maksimum yararı temin etmesi gerekir. Öyle ise bu stratejiler hazırlanırken, tehdit algılamalarından, bu stratejiler hazırlanırken manevra kabiliyeti yüksek olan stratejilerin hazırlanması gerekir.

Dördüncüsü taktiktir. Taktik kısa vadeli olaylardır. Bir taktik diyelimki üç ay , beş ay süreli, bir taktiktir. Stratejiler tabiki daha uzun vadelidir. Burada taktikler, stratejiler bağlı olarak ortaya çıkar. Şöyle bir manevrayı yaparken bir, iki, üç, dört, beş, altı taktik uygulayacak. Bir taktik veya iki taktik uygulayacağız şeklinde yapılır.

Şimdi bu dört unsur, demin saydığımız bu dört unsur çerçevesinde tehdit algılamalarına baktığımızda Türkiye'de hem bünyenin kendisinin ürettiği tehditler var hemde dış kaynaklı tehditler var. Bünyenin kendi ürettiği tehditler ile dış kaynaklı tehditler birebir örtüşmeye başladığı zaman ülkelerde sistem bunalımları meydana gelmeye başlar. Sistem bunalımlarının sonucu sistemin tıkanması bize rejim değişikliklerini getirir. Öyle ise sistemle rejim arasındaki farklılığı çok iyi bilmemiz gerekiyor. Bir ülkedeki sistem bilinen tabirler ile konuşursak demokrasi bir sistemdir. Cumhuriyet bir rejimdir. Öyle ise demokrasideki tıkanıklıklar cumhuriyet rejiminde patlamalara yol açabilir. Demekki bir cumhuriyet var cumhuriyetin kendisi bir sistem değil bir rejimdir. Rejimin adı cumhuriyettir. Sistemin adı demokrasidir. A ülkesinde cumhuriyet olabilir ancak demokrasi olmayabilir. B ülkesinde rejimin adı monarşidir fakat demokrasi olabilir. İngiltere örneğinde olduğu gibi. Rejim monarşik rejimdir, ama demokrasi vardır. Avrupa birliği diye baktığımız ülkelerde Avrupa birliğini oluşturan ilk 12 ülke, son ilk 15 ülke, bugün 24 ve 25 e gidiyor. Bunların çoğunda ülkelerin rejimi monarşidir. Krallıklar vardır.Krallık fakat sistem demokratik yapı, demokrasi vardır. Öyle ise Avrupa da ender olan ülkelerden biri Türkiye'dir. Hem rejimi Cumhuriyettir, hem sistemi demokrasidir. Öyle ise Danimarka ile karşılaştırdığımızda, Türkiye, Danimarkadan ilerdedir, ne anlamında çağ itibarıyla ilerdedir. Niçin ilerdedir, küçük bir örnek verelim, Danimarka bir krallıktır.Henüz krallıktan kurtulmamıştır. Demokraside imtiyazlı sınıflar, imtiyazlı aileler vs olmaması öngörülmektedir ama Danimarka'da imtiyazlı bir kral ailesi vardır ve hanedan vardır. Benzer şekilde, Türkiye'de hilafet kaldırılmıştır niçin laiklik vardır. Danimarkada, İngilterede ve diğer İsveç, Norveç İspanya vesaire hepsinde milli kilise vardır , o kilisenin dışında hiçbir unsur, hiçbir vatandaş kendi milli kilisesinin üyesi olmamazlık edemez. Çıktığı zaman kiliseden ayrıldığı zaman hayatı zindan olabilir. Başka bir memlekete gidip yaşamak şartıyla canını kurtarır. Öyle ise Türkiye, hani varya çağdaşlaşacak, muhasır medeniyetler, muhasır medeniyette görüldüğü kadar , bir Danimarka'dan sistem itibarıyla ve rejim itibarıyla, bir İspanya'dan, bir İsveç'ten daha ileri bir rejime geçmiş durumdadır. İngiltede her olayda her şekilde davranabilirsiniz ama cumhuriyet halk partisi kuracağım kraliçeyi idama mahkum eddeceğim dediğiniz anda o ünlü Hyde Park'da bu cümlleri söylemenizden 10 gün sonra demokratik bir şekilde bir trafik kazasında demokratik mezara girersiniz, hiç lami cimi yoktur bunun. İngiltere bunu demokratik yapar, bizimkiler maalesef bunu gel lan buraya deyip içerde işkenceye atarlar onun için adı ters çıkar, ama İngiltere gayet kibar şekilde bakın söz verdik, ne güzelde konuştu vatandaş, neyazıkkı vadesi buraya kadarmış, 10 gün sonra tünel kazasında ölü verdi derler. Almanya'da bu böyledir. ..... Baden Maynof meselesini hatırlayın, siz gençsiniz belki hatırlamazsanız. Bader Maynof grubu, 9 kişi hapishanede hepside şansa bakın enselerine birer kurşun sıkarak kendi kendilerine intihar ediverdiler bir gecede öyle ise rejimle demokrasi meselesinde rejimin kurulması asıl olduğu için Türkiye'ye tehdit algılamamızda, Türkiye'ye iç ve dış tehditler diye algılamamızda meseleye baktığımızda içerde bünyeden oluşan tehditler başta gelir. Bünyeden oluşan tehditler nelerdir sorusunun cevabı ekonomik tehditlerdir. Ekonomi bozulduğu zaman, ekonomik yapı yerine oturtulmadığı zaman beraberinde bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de beraberinde tehdit olabilecek unsurlar ortaya getirmektedir. Bunlardan bir bölümünü 1960-1980 yılları arasında yani sınıflar arası mücadele denilen sen zenginsin, ben fakirim, sen yoksulsun, ben fakir bu şu şeklinde yürüyen bir mücadele idi. Binlerce insanın ölümüne sebebiyet verdi. Ülkenin istikrarsızlaşmasına sebebiyet verdi. Bu günümüzde değiştirilmiştir. 1950- 1960 yılına kadar dönemde dünyada bildiğiniz gibi sosyalist- komünist blok vardı. Dünyadaki her ülkede sınıflar arası mücadele yani Fransa'da, İngiltere'de, Türkiye'de, Halepte, şurda, burda, neyse ama sınıflar kendi aralarında çatışmalıdırlar, ve çatışmadan şu veya bu hükümet iş başına gelir şeklinde bir formülasyon vardı. Bu formülasyona 1960'lı yıllardan başlayarak, bir ülke kendi güvenliğinin büyük tehdit altında olduğunu düşünen bir ülke , dediki sınıflar arası mücadele olmamalıdır, peki ne vardır dinler arası mücadele vardır. Bu ülke İsraildir. İsrail 1960'dan başlayarak sürekli olarak dedi ki ya bırak sınıflar arası bir mücadele diye bir mücadele yok, olmaz böyle şey, sınıf yok ki mücadelesi olsun, ama din var, müslümanlık var, hiristiyanlık var, kavga bunların arasında. Bunlar kavga ediyorlar aslında siz onu sınıf diye görüyorsunuz şekline getirdi ve 1980'den sonra İsrail'in ve onun siyonist bilim adamlarının dünya kamuoyunda, etkili çabaları sonucunda 1990'lardan itibaren de dinler arası çatışma var, çünkü neden İsrail , Filistin'le çatışıyordu,Filistin'le , İsrail arasında bir çatışma var, İsrail bunu sınıf mücadelesine götürseydi kendi içinde çökerdi. Dolayı ile bu bir sınıf mücadelesi değil bizimle müslümanlar hiristiyanlar arasında mücadele olduğu gibi, yahudilerle, işte bu müslüman Filistinliler arasında, bir çatışma var tezini getirdi, ve günümüze kadar böyle gelindi.

Şimdi demekki iç tehditler, bünyeden oluşan iç tehditlerde, ekonomi çok önemli bir olaydır. Ekonomik bozukluklar, ekonomik gidişata yön verememek Türkiye'nin başına büyük problemler aştı. 1965-1967 yılları arasında Devlet Planlama Teşkilatı kurulmaya çalışıldığı zaman mecliste kalkıp, biz plan değil, pilav istiyoruz diyen milletvekilleri vardı. Sizler gençsiniz, babalarınız hatırlar bunu, bu meşhurdur. �bu devlete plan lazım değil, pilav lazım� diyen milletvekilleri vardı, sonuç sonrası bakın ne oldu. Devlet Planlama Teşkilatı, iyi çalışır, kötü çalışır şöyledir, böyledir değil, bir plan yapılması gerekiyordur.Maalesef Devlet Planlama Teşkilatına bile karşı çıkılmış idi 1965'li yıllarda.

Şimdi efendim geliyoruz dış tehdit. Peki dış tehdit nedir? Dış tehdit eğer sizin ülkeniz stratejik bir yerde ise jeostratejik öneme haizse ve bununda ötesinde sizin içinde bulunduğunuz toprak bütünlüğünde, coğrafi bütünlükte belirli yer altı, yerüstü zenginlikleri var ise ozaman sizin yeriniz şu veya bu şekilde komşularınız tarafından ilgi çekici bir alan olarak kabul edilir hele bunun üzerinde tarihe dayalı , tarihler haklar ve isteklerde varsa o zaman siz daha da cazip hale gelirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 14 komşusu olan dünyadaki tek bir devlettir. Dünyada hiçbir devletin bu kadar çok ve kendisine düşman olan komşusu ve çevresi yok. Şöyle bir bakalım Türkiye'de iç tehditden kaynaklanan satılmış ajan vesaire şekilinde olan bazı kimseler Türkiye'de durmaksızın şu tezi işlerler. Nedir o? �efendim ne biçim bir devlet bu bütün komşuları ile kavgalı� bunu hep okuyorsunuz, dolayısı ile de sonra da şöyle bir cümle daha ederler. �Türkiye okadar önemli bir ülkeki yönetimi Türklere bırakılamaz.� Çünkü ortada bir devlet var Türkiye Cumhuriyeti devleti, baş belası bir devlet, bu devlet sürekli olarak bütün komşuları ile kavgalı, e peki kavgalı ise batsın bu devlet., güzel. Peki nedir mesele. Burası Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir yer bu tezi, duymuşsunuzdur, okumuşsunuzdur, bu tezin savunucuları ülkede belli kişilerdir.

Şimdi bu doğrumu acaba, ona bir bakalım . Türkiye Humeyni'yi beslemiş yetiştirmiş sonrada İran 'a göndermiş, ve demiştirki Humeyni'ye sen bana oradan Hizbullah diye bir grubu gönder. Biz burada kan gövdeyi götürsün bizim başımızda problem yoktu, biraz promlem çıksın mı dedik. Yani Türkiye İran'la belirli konularda çalışırken problemi Türkiye'mi çıkardı.

Geldik Irak 'a , Saddam ya bizde hiç problem yok, Türkiye'nin hiç problemi yok, sen bize biraz problem çıkarsana mı dedik.

Suriye 'ye gidip, dedikmi ki ey Hafız, bizde Apo diye bir herif var besle, ondan sonra Türkiye'ye gönder 35.000 insanımız ölsün, bizim başka problemimiz yoktu, biraz problem çıksın, biz mi dedik Suriye'ye.

Ermenistan 'a gidip kardeşim şu tasarılara ne oldu ya hazırlasana şu ermeni tasarılarını dünyanın her tarafından geçsin, senatolardan geçsin, bilmem meclislerden geçsin bizim problemimiz yok, bize problem lazım biz mi dedik Ermenistan'a.

Yunanistan' a biz mi dedik 12 mile çıkta Aydın ovasına kadar gel sana verelim, bizim problemimiz yoktu, 12 mil meselesiyle Aydın ovasına el koy mu dedik.

Bulgaristan 'a ne kadar Türk vatandaşın varsa ismini değiştir, at bunları, gönder bize, bizim problemimiz yok, biraz problem çıkar bize biz mi dedik.

Şimdi arkadaşlar burada asıl olan şu, niçin anlatıyorum bunları, şunun için anlatıyorum. Ortadaki propagandanın niteliğini göstermek için. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kiminle kavgalı ki, kavgayı çıkartanlar çevremizdekiler, neden çıkartıyorlar? 14 komşudan 11'i Osmanlıdan ayrılmış, bunların çoğu ben doğduğum zaman bunların çoğu, İsrail diye bir devlet yoktu. Ben İsrail'den yaşça büyüğüm, 5 yaş büyüğüm İsrail'den. Ben doğduğum zaman dünya İsrail diye birdevlet tanımıyordu. Benzer şekilde Pakistan diye de bir devlet yoktu. Bangledeş diye bir devlet yoktu. Başkalarıda yoktu hele helede bugün var olan devletlerin pek çoğu yoktu. Öyle ise dün benden bile genç olan yaşları itibarıyla ben genç olan devletler, haklı olarak gençliğin verdiği, tecrübesizlikle, acelecilikle Türkiye'den toprak talebinde de bulunmak istiyorlar, tazminat talebinde de bulunmak istiyorlar vesaire vesaire. 11 �i Osmanlının dağılmasından sonra ortaya çıkan devletler,

Şimdi dış tehditlerin , içerdeki tehditlerle uyuşması keyfiyetinden söz etmiştik. Dikkat edin 1920'lerden PKK nın ortaya çıktığı 1983 yılına kadar geçen dönemde tam 21 kez Kürt ayaklanması adı ile bilinen olay var. PKK, 22. Olaydır, eğer bir ayaklanma olarak görülürse, şimdi niçin ilk 212e bakılmamıştır da buna bakılmıştır. Batı dünyası, birden bire bu haraketi fazlası ile desteklemiş ve bizimle mütefik olarak geçirirken arka taraftan Türkiye'nin kuyusunu kazmıştır. Sebebi çok enteresandır, PKK, kurulduğu ve çıktığı zaman Asala bitmiş, niçin bitmiş Asala, niye bitirilmiş

işte şimdi bir aksiyomatik anlatıyorum size Birleşmiş Milletlerde bildiğimiz soy kırım kavramı var Genosıte, bu uydurma bir kelime, 1940 yılında bir yahudi bilim adamı tarafından uydurulmuş olan bir kelime, Genos ve site kavramlarının birleştirilmesi ile oluşturulmuş bir kavram. 1940 Dan önce dünyanın hiçbir dilinde, ingilizce, almanca, italyanca,fransızca , habeşçe , Rusça, Genosite diye bir kelime yok. 1941 yılında bu kavram oluşturulduktan sonra ikinci dünya savaşı sonunda bu kavram Birleşmiş Milletlere getirildi. Ozaman yeni kurulmuş olan birleşmiş devletler, 1948 nyılında bu kavramı bir suç kabul etti, İsrail devleti kurulabildi. 1948'de kuruldu. 1948'de bu kavram kabul edildi.

Ancak Amerika Birleşik Devletleri bu kavramı onaylamadı. Yani kendisininde dahil olduğu bu konvansiyona, 1948 konvansiyonuna rağmen dediki Genosite kavramını ben senato olarak kabul etmiyorum. Dolayısı ile Amerika'da, soykırım diye bir kavram yok idi, Genosite anlamında. Birleşmiş Milletler, de vardı fakat Amerika Birleşik Devletleri kabul etmemişti. 1973- 1983 yılları arasında, Asala terörü başladı. Ermeni Terörü başladı. Çeşitli gruplar halinde 7 tane, bu Ermeni terörünün içinde biliyorsunuz, söylemeye gerek yok, Rusya Ç......'e saldırı yapıldı, 37 kişi öldü, bizim diplomatlarımızı öldürdüler. 1981 senesinde Amerikan Senatosu toplandı ve artık soykırım yasasını onaylama zamanı gelmiştir, onaylıyalım dendi, Amerikalarının çıkarlarına uyar denildi. Amerika 1981 senesinde onayladı fakat Birleşmiş Milletlere kendi onayını 1983 senesinde verdi. 1983 senesinin kasım ayında verdiği gün, Asala'nın, ermeni terörünün son eylemi yapıldı ve bitti. Çünkü Amerikanın içinde demokratik yollardan savunma imkanı çıktı Amerikan yasaları, Genosite ve soykırım kavramalrını kullanabilme hakkına kavuştu 1983 senesinde, Ermeni terörü böylece sona erdi. Yerine PKK terörü başlatıldı, çünkü artık bunu Amerika ve dünyanın her yerinde yasalar çerçevesinde kullanma imkanı vardı.

Bu veri, anlattığım bu veri işin aksiyona girmesi gereken bölümü. Şimdi Türkiye'ye yönelik içi ve dış tehditlerde tekrar buraya dönersek, dikkatimizi çeken unsurlar şunlardır. Birincisi, Türkiyedeki özellikle dini yapının, kendi içinden manipüle edilmesi. Bu 1960'lı yıllarda başladı. Evvela 1953 de Misyoner gönderildi, Türkiye'ye. Bunlar barış gönüllüsü adı altında gönderildiler. Güneydoğu Anadoluda �field research� dediğimiz alan çalışmaları yaptılar ve şahışlara aslında sen Ermenisin, ama seni zorla müslüman yapmışlardı, senin deden Ermeni idi. Bak sen şimdi kendi dinine dönersen , biz seni Avrupa Birliğinede alırız, seni Avrupa'ya göndeririz, Amerika'ya göndeririz, şuraya buraya göndeririz şeklinde vaatler yapıldı. Ondan sonrasında misyonerlik faliyetleri, 1969 senesinden sonra bir dönem kesildi. Kesilme sebebi 1969-1979 on yıllık dönemde en düşük seviyeye indirildi.Niçin? 1969-1979 döneminde dünyada kominizm ve kapitalizm arasında en keskin çarpışma dönemi yaşandı. Türkiye'nin içten zayıflatılma projesi 10 süreyle devre dışı bırakıldı. 1979 yılında, konvansiyonel silahların sınırlandırılması anlaşması imzalanıldı, buna Akka anlaşması diyoruz, imzalandı, konvensiyonel silahların sınırlandırılması anlaşmasının imzalanmasında sonra, Salt1, Salt2 nükleer silahlarla ilgili anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmaların çerçevesinde kominizmin bir tehdit olmaktan çıktığı görüldü, silahları elinden alındığı için 1990 yılından itibaren Türkiye'de Sevr döneminden hazırlanmış olan planlarlar devreye sokulmaya başlandı. Şimdi günümüzde Türkiye'yi Avrupa Birliğine sokmaya çalışanlar var, sokacağız, gireceğiz. Biz orada işte cennette gidiyoruz diyenler var, Avrupa Birliği biz Türkiye'yi Sevr'e sokacağız diyor. Yani bizim içimizden birileri, Türkiyeyi Avrupa Birliğine sokmayı planlamış ve bu uğurda çalışırken, Avrupa Birliği diyorki biz Türkleri Sevr'e sokacağız.

Neden? Nedeni şu, bu anlatacağım bölüm Lojistiğe giren bölüm. Nedir O? Avrupa Birliği demişki, biz batı medeniyetinin, Yahudi-Hiristiyan medeniyetini 22. Yüzyıla taşımak istiyoruz. Bunun için bir üst tasarım, üst projeye ihtiyacımız var. Bu proje nedir? Avrupa Birliği Projesidir. Bizim batı medeniyetini 22. Yüzyıla ve daha sonrasına taşıyabilmemiz için gereken projenin adı Avrupa Birliği Projesidir. Bu proje Türkler girmek istiyorlar, öyle ise bu proje Türklere nasıl intikal eder. Bu proje Türklere doğrudan doğruya bizim için geliştirme projesi olan Avrupa Birliği Projesi, batı medeniyetini geliştirme projesi, Türkiye'ye medeniyetini değiştirme projesi olarak empoze ediliyor. Türkiye bir medeniyet değişikliği yaparsa, bizim projemiz içinde yer alabilir. Anlattıkları ve söyledikleri budur. Şimdi dolayısı ile Türkiye bir medeniyet değişikliği yapabilirmi? Bu işin Lojistiğinde yer alan unsurdur. O Lojistiğe göre Türkiye bir medeniyet değişikliği kendi bünyesinde vardır diyenler var, muhasır medeniyet diyerek. Muhasır medeniyet batıdan mı soruluyor, hayır, muhasır medeniyetin temsilcisi Türkiye'de olabilir. Bu tarafı gösterilmez ve söylenmez. Peki ne olacak Türkiye Avrupa Birliğine girerse muhasır medeniyet seviyesine ulaşacak. Kim demiş Atatürk demiş. Buda yalan, böyle bir olayda yok. Atatürk'ün kalkıpta batı medeniyetine girerseniz, Avrupa'ya girersiniz. Yada Avrupalı olursanız, Avrupa'lı gibi yaşar, giyinir, kuşanır, düşünür ve ona göre hayatınızı organize ederseniz, muhasır medeniyete ulaşmış olursunuz diye bir tek sözüde yok, düşüncesi de yok. Tam tersine bağımsızlık diyor, tam bağımsız olmak şartıyla muhasır medeniyette gidebilirsiniz diyor.

Burada Türkiyenin Lojistiğinin hazırlanmasında 4 tane genel unsur var nedir bunlar .

1) İstiklali Tamlık

2) Müdafa-i Hukuk

3) Kuvayı Milliye

4) Misak-ı Milli

Bu 4'ü, Türklerin tanzimattan bu yana kendi kafaları ile bularak ağızlarına konulmuş ödünç kavramlarla değil doğrudan doğruya kendi görüş düşünüş ve davranışları ile hayata geçirdikleri dört tane prensib. Bu prensibler çerçevesinde istiklal savaşı yapılmıştır.Kurtuluş savaşı demiyoruz, istiklal savaşı diyoruz. Niçin? Çünkü bir istiklal savaşımız var birde istiklal marşımızvar. Kurtuluş marşımız diye bir marş yok ortada, eğer istiklal savaşımızı unutursak, unuturmaya çalışanlar var. Bundan sonra kurtuluş savaşı , kurtuluş marşı diye abuk sabuk bir marş söylemeye başlarız. Öyle ise İstiklal kelimesini unutmayacağız arkadaşlar, istiklal kavramı bizim için çok önemlidir.

Bir olaydan kurtutulabilirsiniz, ama istiklalalinize kavuşmuş olmayabilirsiniz.

İstiklal başka bir olay, dolayısı ile istiklal savaşımızın niteliğini çok iyi anlanız gerekiyor, bunu anladığınız zaman Lozan ve Sevr arasındaki farkıda anlayabilirsiniz. Bizim istiklal savaşımız, dünyadaki ilk örnektir. Neden örnektir, dikkat edelim istiklal savaşımızın sonunda cumhuriyet kurulmuştur. O tarihe kadar, dünyadaki bütün cumriyetler, bir ihtilal ister askeri ihtilal, ister halk ihtilali, ister darbe olsun bir tür müdahale ile kurulmuştur. Fransa'da cumhuriyet ihtilal ile kurulmuştur. Rusyada darbe ile kurulmuştur. Avrupa'nın başka yerlerinde darbeler ve ihtilaller ile kurulmuştur. Yani cumhuriyetler bizden önce daima darbeler ve ihtilaller ile kurulmakta idi. Dünyada ilk defa istiklal savaşı ile cumhuriyet kurmuş olan devlet biziz. Bununla gurur duymak zorundayız. İsteyen beğenir, isteyen beğenmez, bu Türklerin tarihe armağan ettikleri bir gelişmedir. Çok önemlidir, işin bu tarafını hiç göstermezler,işin bu tarafını hep hasır altı ettirirler, istiklal savaşı ne demek cumhuriyet kurmuş dünyadaki ilk devlet biziz, bizden sonra istiklal savaşı vererek cumhuriyet kurmaya çalışanlar olmuştur, kuranlar olmuştur. Cezayir örneğinde olduğu gibi, Pakistan'da, Malezya'da, Endonezya'da vesairede olduğu gibi. Öyle ise Türkiye dünyada bir konuda öncülük etmiştir, İstiklal Savaşında yenerek cumhuriyet kurmuştur. Geliyoruz Lozan anlaşmasına 1923 yılındaki bu anlaşmada çok mühim bir olay yaşanmıştır. Sevr anlaşmasında Türkiye taraf olarak kabul edilmemiştir. Niçin taraf olarak kabul edilmemiştir. Çünkü Türkiye, Türkler bir millet değildirler. Peki millet olan kimdir? Millet olan Ermenilerdir demişlerdir. Türkiye, Türkler bir millet kabul edilmemişlerdir. Sevr anlaşmasında Türkler imzalayan, imzacı taraf olarak davet edilmemişlerdir. Türklere, empoze edilmiştir. Yani fikirlerinin alınmasına bile değer görülmemiştir. Gerekçeside millet değilsiniz denmiştir. İşte bu İstiklal savaşı Türklerin bir millet olduklarını ispat etme savaşıdır. Dikkat bir millet olduğumuzun ispatı savaşıdır. Niçin yapılmıştır, öyle babasının hayrına laf olsun diye Erzurum, Sivas kongreleri yapılmamıştır. Bir İstiklal Savaşı verilmeden önce bir ulusal mutabakat aranmıştır. O ulusal mutabakata katılınmıştır. Katılındıktan sonrada o ulusal mutabakat çerçevesinde bir İstiklal savaşı yapılmıştır. Bir ulusal mutabakat çerçevesinde yapılmıştır. Yapıldığı içinde Türklerin bir millet oldukları Lozan'da ispat edilmiştir. Lozan anlaşmasında Türkler bir millet olduklarını ispatlamışlardır. Coğrafi sınırlarının veya devlet olup olmamayı değil, millet olduklarını ispatlamışlardır. Nereden biliyoruz bunu, ortada bir millet olmasa bir azınlık olamaz. Türkiye üç tane azınlık tanımıyla millet olduğu için, azınlıkta olabilmiştir. Bu da 38-47 maddeleri arasına Lozan anlaşmasına Türklerin bilek gücüyle konmuştur. Bunlar Kuvayı Milliye'ci, Milliyeci güçlerin girişimi ile olmuştur. Milliyeci başka, Milliyetçi başka ama birbirlerinden kopuk değillerdir. Milliyetçilik daha sonraki bir olay, Kuvayı Milliye'den Milliyeci güçler onu bilek zoru ile bunu oraya kabul ettirmişlerdir. Azınlığınız varsa milletsiniz, azınlığınız yoksa millet değilsiniz bu kadar net. Sevr'de Türkler azınlık bile kabul edilmiyorlar idi.

Şimdi günümüzde tehditlerden en önemlisi Lozan'ın devre dışı bırakarak, Sevr anlaşmasının öngördüğü şartları, Türkiye'de yürürlüğe sokma çalışmalarıdır. Bunlardan bir tanesi, en yakın dönem olduğu için onnu anlatayım. Özellikle Fener Patrikhanesinin Ekümenilik, yani Patrik kendisinin Ekümenik Patrik olduğunu öne sürerek, bize Lozan anlaşmasını bizim evimizde deldirme çabası içindedir. Lozan anlaşmasını, biliyorsunuz Amerika Birleşik Devletleri onaylamamıştır. Dolayısı ile 27 devlet onaylamış, ama amerikan senatosuna geldiğinde oradaki hiristiyanlar ve kiliseler, 111 kilise biraraya gelerek Lozan anlaşmasının Amerikan Senatosunda onaylanmasını engellemişlerdir. 84 e 7 oyla Amerikan Senatosu, Lozan anlaşmasını onaylamayı reddetmiştir.

Şimdi bu çok hassas bir konu var, o hassas konuyu dikkatle dinleyelim ve bu hassas konu çerçevesinde meseleye bakalım. Lozan anlaşması Türkiyenin sınırlarının belirlenmesi değil , demin de dediğim gibi, millet olduğunun tescili anlaşmasıdır. Ama ne yazıkki, bugün Birleşmiş Milletlere göre Türkiye'nin güney doğu sınırları onaylanmış değildir, açıktır. Türkiye'nin güney doğu sınırlarının açık olmasının sebebi, Musul ve Kerkük�ün Lozan çerçevesinde Türkiye'ye ait olmasından ileri gelir. Yani Misak-ı Milliye göre yani Misak-ı Milli'nin öngörmüş olduğu sınırlar çerçevesin de Musul ve Kerkük, Türkiye'nindir. Bu da Lozan da yazılı olduğu için bizim güney doğu sınırlarımız bugün açık durumdadır ve yaşanan olaylar, sıkıntılar daima ve kesinlikle işte bu sınırların onaylanmamış olmasından dolayıdır. Sevr'e götürmek istemelerinin sebebi bundandır.

Şimdi öyle ise bu durumda iç ve dış tehditlere baktığımız zaman, bir Türkiye'nin ekonomik yapısı çöküntüye götürüldüğü sürece son 20 �25 yıldır istikrarlı bir şekilde Türk ekonomisi gelişiyor gibi gözüküyorken, sıkıntılara götürülmüştür. Yalnız, Türk Ekonomisi, bu gelişme sürecinde, bu negatif gelişme sürecinde, olduğu yerdemi saymıştır hayır, bunun tam tersi olmuştur. Üretim artmış fakat üretimin rantı başkalarına kaydırılmıştır. Öyle ise Türkiyenin problemi,ekonomi problemmidir, siyasi problemidir. Siyasi problemin iki tarafı vardır, biri içimizdedir, biri dışımızdadır. İçimizdekiler ve dışımızdakiler, içimizdeki iş birlikçi çevreler ile dışarıdaki çevreler el birliği içindedirler. İçerde siyasi hayatı yönlendiren unsurların çoğu, devşirme, dönme ve masondur. Bu üçlü kendi arasında bir birlik kurduğu içindirki, Türkiye'nin işbirlikçi camiası çoğunlukla bunlardan oluşmaktadır. Bunların tamamı vatan millet düşmanı, hain falan değil, büyük kısmı bu tatlı ranttan geçinmenin, acenta, bezirgan tabir edilen durumdadır. Bakarsınız ne iş yapıyorsunuz beyfendi, ithalat, ihracat, Türkiye'den ne ihracat ediyorsunuz? Türkiye'nin nesi varki ihraç edeyim. Ee neyapıyorsun peki ithal ediyorum, Allah Allah.... Eskiden böyle idi Sizler hatırlamazsınız belki.

Her müslüman iş adamının mutlaka ve kesinlikle yahudi ortağı olması gerekiyordu, ithalat-ihracat yapılıyor adı altında. İşte buradan Türkiye'deki bir yahudi ortak olduğu bir Türk şirketi ile, Fransa'daki bir başka yahudi, birşeyler alıyorlardı, satıyorlardı. Bir ihracat varmış gibi gözüküyor idi.

Şimdi demekki , Türkiye'nin meselesi, üretim yapıldığı ve rasyonalize edildiği takdirde Türkiye'nin problemi ekonomik değil, ekonomik problem başka ülkelerde var. Bir ülke söyleyeceğim çok şaşıracaksınız, olurmu öyle şey deyeceksiniz. Evet ekonomik problemi olan ülke İsviçre'dir.Bildiğiniz İsviçre yanlış söylemedim. Bugün yıllık fert başına düşen gayri safi milli hasılası 30.000 dolar olan İsviçre bizimle aynı dönemde ki dış ülkelerden ekonomik yardım dileniyordu. Ne oldu da böyle oldu. Başka bir formülle, bankalar, kaçak paralar, vesaire vesaire. Ekonomik problemi vardı, çünkü ne yer altı ne yerüstü en ufak bir zenginliği olmayan ülke idi. Peynir yapacaksın, çikulata yapacaksın, süt satacaksın, bunlarla, peynirle, sütle, çikulata ile bugünkü İsviçre olmak mümkün mü değil. 1973 yılında İsviçre'nin peyniri, sütü başka bir manzaralı birde manzaralı dağları vardı, başka hiçbir şeyi yoktu. Çünkü ekonomiyi götürecek bir unsur yoktu hani maden çıkartırsında satarsın, buğday ekersinde bilmem nereye satarsın. Pancar dikersin satarsın, İsviçre'de toprağın bir karış altı granit , kaya, toprağı ekmen mümkün değil. Dikkat edelim üretim bulunduğu sürece ekonomik problem yaşamayacak bir ülkedir. Son zamanlarda bu bilindiği için üretimi engelleme yoluna gittiler. Kimler , dışardaki Türkiye üzerinde emelleri olan ve çoğu da bizim müttefikimiz olan ülkeler . Demekki Türkiye'nin problemi siyasi değil ekonomik problemdir. Türkiye'deki siyasi hayatın maalesef siyasi hayat Türkiye'de yerine oturmuş bir hayat değildir. Türkiye'deki siyasi hayat şu yada bu problemler hep manipüle edilerek götürülmüş bir hayattır.

Şimdi bunu demin söylediğimiz, aksiyomatik, lojistik, stratejik , taktik alanlarda görelim. Yani en önemlisi veriler, aksiyomatik veriler itibarıyle Türkiye, ekonomisi olmayan ekonomisiz bier ülkemidir. Hayır. Fakat bize öğretilen nedir Türkiye' de ekonomi bozuktur. Paramız ,1 dolar 2 milyon TL doğrudur. Bunlar, bunları hiç unutmayalım, üretim olduğu sürece birebir gelebilecek unsurlardır. Benim gençliğimde ben doğduğum zaman gerçektende 1dolar, 1 Türk lira idi. Hatta birkaç yıl öncesinde 1 Türk Lirası, 1.25 dolar idi. Biz çocukluğumuzda gümüş 50 kuruşluklar vardı. Kuruş unutuldu tabii hatırlamıyorsunuz. Benim haftalığım ilkokula giderken 1 tane gümüş 50 kuruşluktu. O gümüş 50 kuruşluk ile satın almadığım şey yoktu. Aklıma ne gelirse alabiliyordum.

Şimdi bakıyoruz aksiyomatiğimizde, ekonomik verilerimize bakıyoruz, bizim problemimiz gerçekte ekonomik değil, nezaman bizim üretim yapabilme kapasitemiz var, biz üretebiliriz. Bir İsviçreli ben üretebilirim diyemiyor. Hadi gel bakalım üret desen bir şey üretemiyor adamcağız. İnekten süt sağacaksın başka çaren yok, demekki bizde üretim var, aksiyomatiğimizde , ekonomik istihbarat verilerimizde üretim yapabilecek ülke kategorisindeyiz. Bu bizim için çok önemli bir unsurdur. Bu çok duyduğunuz kendine yeterli ülke olma meselesi işte bu anlayıştan kaynaklanmaktadır. Yani stratejik hayatınızda ha burada şu söyleyeyim biraz gözünüzde canlansın. Aksiyomatikler, daima verilerdir dedim, veriler son tarihte, istihbarat verisi olsun, diğer veriler olsun hepsi, bir ekonomidir. Ekonomi burada tasaruf anlamında kullanıyoruz. Yani bir tasarruf hakkının sizde olup olmaması meselesidir. Aksiyomatik burada budur, tasarruf haklarının sizde bulunmasıdır. İkincisi dolayısı ile ekonomiye tekabül eder. Lojistik siyasette tekabül eder. Siyasetle ilgili eskiden at terbiyeciliği, at canbazlığı anlaşılırdı. Siyasetle ilgili at terbiye edilme, terbiye edilme keyfiyeti, öğrenim ve eğitim gibi terbiye etme, toplumu terbiye etme. Neyle, siyeset aracılığı ile toplumun terbiye edilmesi bir siyasettir. Dikkat ederseniz Türkiye'deki siyasi partilerin hepsinin bir sonu vardır. Belirli grupları terbiye ederler. Ne demek terbiye etmek, siyasallaştırırlar. Siyasallaştıkça, devletle, cumhuriyetle bütünleşmesi artar. Siz gerisini boş verin bütünleşmesi artar. Siz gerisini boş verin, bütünleşmesi artar. En zor gruplar islami gruplardır. 1960'lı yıllarda siyasi partiler kurdurularak bugün geldikleri noktayı görüyorsunuz, belirli gruplar devlet bütünleşmenin ötesine geçip, Avrupa ile bütünleşme çabasına girdiler. Anlatabildim mi dolayısı ile bu terbiye etme görevini yerine getirdiler.

Üçüncü olan stratejiler daima toplumlarla ilgilidir. Kalkınma stratejimizi yaparken, kalkıp Türkiye'de ekonomi üzerine strateji yapamazsınız, toplumsal dengeler üzerine, toplumsal hassasiyetler üzerine stratejiler kurulur. Alevi-sünni çatışması, laik-laik olmayan, fundamentalist-şeriatçı-gerici-irticacı vesaire. Strateji bunun üzerine yapılır. Taktikler ise hiç unutmayacağız, tarih kavramı ile bağlantılıdır. Yani tarihsel olanlar daime taktiksel olanlardır. Tarihe takılıp kalındığında, sadece tarih bize yol versin denildiğinde, sadece taktikler bize yön versin demektir bu, ve hiçbir yere varılmaz.

Şimdi son olarak toparlıyoruz. Türkiye iç ve dış tehditlere maruzmudur? Evet. İç tehditlerden bir tanesi Fener Patrikhanesinin, ekümenlik olma arzusudur. İkincisi, bazı dış güçlerde, birlikte çalışan içerdeki işbirlikçi sermaye kesimi içinde çalışan işbirlikçilerdir, bazı islami gruplardır. Yabancı kiliselerle, başka gruplarla işbirliği halinde olan kiliselerdir, islami cemaatlerdir. Bunlarla beraber gelen dört tane unsur var.

• Dinler arası diyalog, ekümenizm , İbrahimi dinler , toplantıları hoşgörü tolerans toplantılarıdır. Bunların bir şapkası var, nedir o şapka misyonerlik faaliyetleri, kısaca bunada değineceğiz.

Soru: Misyonerlik faliyeti nedir?

Misyonerlik faliyeti, bir yabancılaştırma projesidir. Küreselleştirme olgusu, Avrupa Birliği bir tarafta, küreselleşme bir tarafta Türkiye'nin demin sözünü ettiğim medeniyet değiştirmeye zorlanması bir tarafta, misyonerlik faliyeti de buradaki araçtır. Şahısların, Türkiye'deki 10000, 20000 , 50000, genç, yaşlı veya orta yaşlı birisini hiristiyan yapsan ne olur, yapmasan ne olur, adamlarda biliyor bunu, bu önemli değildir, nedir esas, esas yabancılaştırmaya sokmaktır. Yani misyonerlik faliyeti demek, yabancılaştırmak demek , kişinin kendisine, çevresine, ailesine, devletine, milletine, bayrağına ve tüm hukuk sistemine yabancılaşması tehditidir. Bunu temin edebilmek için yapılan faliyettir. Yoksa 18 yaşında, 25 yaşındakinin, 60 yaşındakinin, ben hiristiyan olmak istemesi havagazıdır, hiçde önemli değildir. Türkiye'de 50000, 100000 kişi hiristiyan olsa ne olur, olmasa ne olur.

Şimdi iç ve dış tehditlerle Türkiye bölünme aşamasına getirilmiştir. Geldiğimiz nokta 50-50 dir. İstihbaratçılıkda var olan bir kural toplumun her alanında geçerlidir. İstihbaratta direnme gücü diye bir güç vardır. Nereye kadar, bu duvara gelir dayanırsınız, şuraya gelirsiniz, buradan öteye geçilmez gibidir, duvarın ötesine geçmek önemlidir. Türkiye geldiği bu noktada, aksiyomatik, lojistik, stratejik ve taktik konularında 50-50 dedir. Yani bir bilek güreşi diye düşünün, şurada duruyor, 50'den 51'e çıkmak zordur. 20'den 50'ye çıkmak kolaydır. 50'den 51'e çıkmak çok zordur. Karşı tarafta 51'e çıkmak istiyor, sizde 51'e çıkmak istiyorsunuz. 51'e çıkan karşı tarafı yüzde 10'a düşürür, anında. 50'den 51'e çıkış zor, yoksa 30'dan 50'ye kolay çıkarsınız. Türkiye, bugün bu direnme noktasına gelmiştir. Nereden gelmiştir. Milliyeci güçler yüzde 20'den 50'ye gelmişlerdir. Bu iş alehteydi. Yani 70'e 30, 80'e 20 gibiydi. Şu taraf bunu böyle götürmüştü, burada 50 �ye gelmişti milli güçler, bütün milli güçler hiç parti şahıs, mahıs, Türkiye'nin milli bütünlüğüne sahip çıkmak isteyen tam bağımsızlıktan yana olan, İstiklali tamlık yani kuvayi milliye ruhuna sahip olan, birinci meclisin ruhuna sahip olan güçler Türkiye'nin yeni kurtuluş savaşında, yeni istiklal savaşında Türkiye 50-50 noktasına gelmiştir. Zor olan bundan sonrasıdır. Niçin zor olan bundan sonrasıdır. Bir cümle ile bitireyim. 50'den 51'e çıkmak en zor olan budur. Bakın bir hastalık var diyelim ortada, efendim 10milyonda bir oluyor bu hastalık, o bir kişi için o hastalık yüzde 100'dür. Ya 10 milyonda bir, ama o kime rastladı ise o adam için yüzde 100 o, değilmi? 10 milyon kişi dururken bana çattı. Şanssızlık bu. O yüzde 1'de aslında yüzde 100'dür. O yüzde 1'i, yüzde 100'e çıkarmak gerekiyorki 1 puan artabilsin.

Şimdi bundan sonra arkadaşlar, iç ve dış tehditler meselesinde, bunların bir bütün olduğunu göreceğiz, bir tehdit var ortada biz bunu ikiye ayırarak görüyoruz. İkiye ayırdığımızda ülkenin ekonomik, siyasi, toplumsal, tarihsel bünyesinden gelen bozukluklar, aksaklıklar, eksikliklerin eleştirilmesi tehdit değildir. Eleştirilmesi, düzeltilmesi yönünde alternatif düşünceniz varsa tehdit değildir. Alternatif düşünce getirmeyip, bozguncu amaçla eliştiriyorsanız, olayınız farklıdır. Sizin aklınızda düşüncelerde farklı olacaktır. Efendim bugüne kadar Türkiyede şu bardak kullanılıyordu, fakat biz bu bardağın üzerinde çalıştık, bu bardak şöyle olmasın böyle olsun bu Türkiye'ye daha uygundur. Daha fizibilitesi yüksektir, Türklerin bizim teklif bardak ile su içmeleri Türkleri bir adım öteye götürecektir demek Türkiye'yi sevmektir. Bardağı kıralım, peki güzelkıralım, peki yerine biz ne ile su içeceğiz, onu biz size sonra söyleriz. Bu bozgunculuktur. Ben çünkü su içmek ihtiyacı içindeyim. Su içeceğim ben, neyle içeceğim ben bu suyu, kır bardağı, ee kıralım bardağı, suyu nasıl içeceğim. Onu başkası gelir, sana öğretir diyor. Yok öyle şey, alternatifiniz varsa siz yurtseversiniz. Alternatif üretmeden, alternatifiniz yalnışta olabilir.ama mühim olan nedir, siz kafa yoruyorsunuz, mavi gözüken bir bardaktan su içilmemelidir, sarı bir bardakla su içilirse insanlar daha başka türlü olur. Bu doğrudur, yalnıştır o ayrı bir mesele. Bu pratikte ortaya çıkar, ama yalnız şu bardağı kıralım, atalım dersen, bozguncusun.

Şimdi sizi sorularınızı bekliyorum bu sorular çerçevesinde, kendimizi daha iyi geliştirebiliriz.

Türk Dil Kurultayında karar alındı, iki mason, Necmettin Arıkan,......, Türk halkının zihninden silinmesi gereken birinci kavram ne olmalıdır. Havass kavramı olduğuna karar veriyorlar çift s'li unutmatyın. Ben o zabıtları okuduğum zaman baktım, demek ilk kavram buysa, ilk kavramdan bir yayınevi kurmakta yarar var. 1975 senesinde, Havass çift s'li yayınevini kurdum. Kurduğum zaman çok düşmanım oldu. Müslüman geçinen kesim dahil olmak üzere ya nedir bu Havass demeye başladılar. Bende havadan gelen dolarlar dedim. Mahsusdan, daha bunu bilmiyorlar yani . Sonra çok öğrendiler bunu, boynuz kulağı geçer daima. Bunlardan bir tanesi bir dostum, Hilmi Yavuz. O zamanın gençleri, Hilmi'ye sormuşlar, ya hocam Havass nedir? O bir Rus ajansıdır. O öyle Rus ajansı deyince, bu defa, Mao'cular KGB Türkiye temsilcisi diye beni KGB temsilcisi yaptılar. Sonra bu islami bir kavrammış, bu herif gizli müslümanmış dediler. Bak sen şimdi, sonra Doğu Zetung'a denilen vatandaş kalktı bizi dört ayrı ülkede, dört karısı olan, dolar milyarderi Aytunç Altındal haline getirdi. dört ayrı ülkede, dört eşi olan, görüntümde varmı bilemiyorum ama Doğu Zetung'a göre öyleydim. Ya utanmıyormusun böyle yazılar yazdırıyorsun dedim, o rezilliği de yaptıkmı dedi, o sözde zaten sana yetiyor dedim, böylece durumlar bitti.

Soru: 21.yüzyılda yönetim Türklerde olmayacak mı Mahir Kaynak'ın ifadesi sizin dönme, devşirme ve mason üçlemesi ile ilişkisi olabilirmiydi.

Mahir'in Türklerde olmayacak derken, kastettiği unsur, Türkiye'nin üzerindeki gerçekten de oynanan oyunlarda, artık Türkiye' de bakın istenen şu; milli egemenlik haklarımızın nedir bu egemenlik kayıtsız şartsız milletindir dedik değilmi? Avrupa Birliğine girmek istiyorsanız egemenlik haklarınızı Brüksele devretmek zorundasınız. Kaldı ki Türkiye üye değil, aday bile değil. Aday bile olmadığı halde üyelerden istenmeyen müeyyedeler isteniyor. Mahir, sözünü ettiği olay bunla ilgili. Gerçektenden yönetim Türklerde olmuyor Brüksel'de oluyor, Avrupa Birliğine girdiğimiz zaman, yönetiminiz artık Brüksel'den yapılacaktır. Bunun için yaşanan Turgut Özal'la birlikte yaşanmaya başlanan bir süreç vardır. Nedir bu süreç, yaşanmaya başlanan süreçte bütünleşebilmeniz için devletin kendi kendini tasfiye etmesi gerekiyor. Kurumlar kendi kendilerini tasfiye etmezlerse bütünleşme sağlananmıyor, bir küçük örnek vereyim. Diyelimki bir KİT var ortada Kamu İktisadi Teşekkülü kendine göre kar eden bir kuruluş biz diyoruzki Hüseyin Bey ben A partisiyim, batıcıyım yani batırıcıyım. Ben batıcı bir partiyim. Diyorum ki Hüseyin Bey genel müdür gelsin şuraya otursun, oturuyor. 10 senedir kar eden KİT Hüseyin beyin üstün başarıları ile ertesi sene zarar ediyor. Zarar etmesi ile beraber bu KİT �in 100 milyon olan değeri 5 milyona düşüyor. Özelleştirmeye başlıyoruz diyoruz, 5 milyon dolardan bu KİT'imizi bir Fransız şirketine satıyoruz. Hüseyin Bey, genel müdürlükten A partisinin milletvekilliğine, bu milletvekilliğinden sanayi bakanlığınagidiyor, işleyen mekanizma böyle. Şimdi dolayısı ile ki devletin kendi kendini tasfiye süreci de yaşanıyor, bütünleşme durumu. Burada sözü edilen yönetim Türklerde olmayacak doğrudur, bu gidişat devam ettiği takdirde, yönetimde Türkler değil, Brüksel olacaktır.

Asala terör örgütü ve devamında PKK terör örgütü zincirinin üçüncü halkası Pontus mu olacak ? Geçtiğimiz günlerde Topal Osman anıtındaki, Pontus cephesi ile mücadelesini anlatan yazısını bir gecede silen Yunanistan'da eğitilen öğrenciler olduğu söyleniyor.

Bunların hepsi doğru, Pontus çok daha eski PKK'dan daha eski, Türkiyede bir Kürtçülük hareketi var, birde PKK var bu ikisi farklı, bunu karıştırmamak lazım. Kürtçülük hareketi çok daha geride, çok gerilerden gelen olay İingilizlerin yönlendirdiği bir olay. PKK Almanya'nın, Avrupa Birliği içinde liderlik yarışında olan iki ayrı ülkenin iki ayrı olayı. Kürtçülük hareketinin kurmayları, Fransızlar ve İngilizler, PKK'nın kurmayı Almanya.

Şimdi Pontus burada 1920'de beri vardır, 1918 , Mondros'dan beri vardır. Özelliklede bugün Pontus denilen Trabzon bölgesi, Merzifon bölgesinde ilginç bir olay yaşanıyor. Nedir bu ilginç olay? Bugün bir Ermenistan var ama Ermenistan'ın denize açılımı yok ve hiçbir şekilde orada kapalı fakir bir ülke. Şimdi diyorlarki, Pontus gerçekte bir Büyük Ermenistan Devletinin merkezi idi. Ermenistan dikkat , Rum falan filan değil, Ermenistan niye.Çünkü oraya bir koridor açılabilirse, Ermenistan bütün dünya ile deniz trafiğini oradan yönelendirebilecektir. Burada içerdekiler oynanan oyun var nedir bu özelleştirme, efendim Trabzon limanını özelleştirelim, güzel, limanlar özelleştirilebiliyor, limanların özelleştirilmesinde Trabzon limanı, özelleştirilsin ama pool tabir ediyorlar, bir havuzdışarda bir konsorsiyum Trabzon limamının işletmesini üzerine alsın. Bu havuza kimlerin para koyacağına kimse karışmasın. Buyurun.Oraya Ermeni parasımı girecek, Türk parasımı, Rus parasımı, Yunan parasımı oraya kimin gireceği belli değil. Dolayısı ile o limanda özelleştirme işlemi tamamlandığında efendim birdenbireErmenistan buradan ticaretini yapsın ne var bunda , biraz hoş görün, biraz toleranslı olun, biraz destek olunki , bakın onlarda Ermeni Soy kırımından vazgeçecekler diye beyin yıkama yapılacak, ama Trabzon limanının yönetimi Mahir Kaynak'ın dediği gibi, Türklerde olmayacak.

Pontus Meselesi, daha eskiye dayanıyor, 1918'lerde itibaren Pontuslular vardı. Anıtın üstünden silinmesi nedeni orada Topal Osman Beyin, ne yazıyordu orada, anıtta ne yazıyordu. �Pontus çetecilerini imha ettiği için� bu nezaman konmuştu, 1958'lerde konmuştu. Yani gördüğünüz gibi o anıtın üstünde bile Pontus çeteçilerinin imhası yazıyordu, Kürtçülükten çok önce çok önce Bu olay pontus meselesi gerçektende Ayasofya meselesi kadar eski bir olaydır.

Soru: Önümüzdeki bu seçimde alternatif olarak ortaya çıkan birçok parti var. Bu partilerden hangisi veya hangileri bahsettiğimiz tehditleri yok edecek yapıya sahip?

Güzel bir soru, ben siyasi sorularda parti tercihi yaparak konuşmuyorum, sadece şunu söylüyorum. Sadece şunu söyleyim, çok önemli bir olay bu, bunu siyaspartilerden ziyade başka güçler sağlayacak, siyasi partiler buna ya uyarlar, ya uyarlar.

Soru: Galata köprüsünde balık turan bir adam, denizin 30 metre derindeki kavgadan bir haber. Yüzde 20'dan 50'ye çıkarken sokaktaki adam bu süreci nasıl algıladı.

Çok önemli sadece ben 57 tane vilayet gezdim. Gezdiğim vilayetlerde Kuvayı Milliye ruhunun, Reha Muhtar'a ve Televole'ye rağmen hala ayakta olduğunu gördüm. Çok enterans bir olay , en son Elazığ'dayımdım, Elazığ'daki Kuvayı Milliye toplantısına 2000 kişi geldi. Bir siyasi parti toplantı yapmış 250 kişi bulamamış, Tek konuşmacıydım ben, Elazığ, Tunceli, Bingöl , 2000kişi. Buraya dikkat çok önemli. Neden 2000 kişi, 2500 kişi bir konuşmacıyı gelir dinler. Bakın neden dinler biliyormusunuz. Müdafai Hukuk, nedemek hakların savunulması demek bugün Türkiye'de insanımız Türk, Kürt , Laz , Çerkez ayrımı yapmadan haklarımızın gasp edilmesi söz konusu, haklarımızın gasp edilmesine karşı bir reaksiyon göstermek zorundayız. Ne demek Müdafai Hukuk hakların savunulması demek, haklar savunulmadan İstiklali Tamlık olur olmaz. Neden çünkü ben sağlam kafa ile düşünemezsem, hakkımı nasıl savunacağım . İşte bu ve o birinci meclis ruhu, Anadolu'da çok yaygın, bazı siyasi partilerde ilginçtir. Bu bir yılgınlık var, konuştuğunuzda toparlandığını gördüm ben, gelip konuştuğunuzda, o yılgınlıkta toparlandı. Öyle ise öncelikle milletimizde buna sahip çıkıyor, seçimler, bakmayın siz seçimler olur, bir seçim daha olur. Parlimenter düzenin içinde kalınacağı sürece seçimler olur, Milliyeci güçler, hani moda bir tabir var in � out falan diyorlar ya, milliyeci güçler in. Aman bozmöadan bu modaya devam.

Soru: Kitaplarınızdan birinde yer alan Bizans imparatorunun Moskova'dakitaç giyme törenini belgeleyen fotografın hikayesini anlatmanız mümkün mü?

O fotograf, gerçekten de Vatikan Tapınak Şövalyeleri kitabının arkasında bir belge var. Arkadaşlar bu çok önemli bir fotograftır. Şurada gördükleriniz Tapınak Şövalyeleri, burası Kremlin, beyaz elbiseli şahıs bütün dünyada mahkeme kararları ile Bizans Hanedan'ın son temsilcisi olarakta Bizans imparatoru mahkeme kararları ile Amerika'da, rusya'da, İngilte'de, Fransa'da Japonya'da her tarafta, bunlarda malta şövalyeleri, kendisine Kremlin'de taç giydiriliyor, şuradaki beyazlı kadın meclisin, bugünkü Duma'nın temsilcisi Ganinna, aynı zamanda bu hanım Apo'yu Rusya'ya sokan ve orada tutmak arzusunda olan hanum. Bu hanım, bu fotograf benim marifetimle alınabildi. , güzelde bir fotograf'tır. Bu hanımda burada boyunda büyük laflar ediyordu, tekrar Bizans'ın kurulması vesaire. Talihsiz bir hanım aynı zamanda, çünkü Apo'yu aldı getirdi, milletvekili olmak iyi bir şey ama alnının ortasına iki tane mermi yedi ve hanımefendi artık bu dünyada değil. Buyurun dolayısı ile Kitabın kısa öyküsü böyle bir olay anlatmış olayım size.

Soru: ABD ve İsrail'in ortak Irak operasyonu gerçekte Türkiye'nin yararına dönüştürebilirmi? Yoksa Türkiye'nin her girişimi İsrail'in lehinemi

Evet burada Batı, tehlikenin büyüğü küçüğü olmaz, tehlike tehlikedir. Mikrobunda büyüğü küçüğü olmaz. Güneydoğu Anadolu bölgemizde, Kuzey Irak diye bilinen yerde, evvela şunu düzeltmek gerekiyor. Uluslararası literatürde Kuzey Irak diye anlaşılan yer Kerkük, Musul. Musul ve Kerkük, Kuzey Iraktır. Barzani ve Talabaninin bulunduğu bölgeye Kuzey Irak denmez, Yukarı Irak denir uluslar arası literatürde. O Hürriyet Gazetesinin gündelik hayattaki ,Kuzey Irak diye bir laf ortaya , işte öyle gidiyor.

Şimdi orada İsrail'in etkisi büyük, İsrail biliyorsunuz orada kendisine küçük bir İsrail daha istiyor. Yani ikinci bir İsrail olmadığına göre o bölgenin Hindistan'a kadar olan o bölgenin, kontrol altındatutulması mümkün değil , onun için İsrail'in orada projesi var. İsrail'in gerçek projesi ise Kuzey Irak, yani burada sözünü ettiğimiz Talabani bölgesi için kendi modelini oraya teklif ediyor. İsrail modeli nedir, İsrail kendi kutsal kitabına dayanarak dünyada kurulmuş tek devlettir. Yani bir kutsal kitabı getirip sınır göstermeden, coğrafi sınır vermeden, Birleşmiş Milletlere müracat ederek, Birleşmiş Milletler tarafından devlet yapılmış bir, ülke. Buda dünyada bir tek örnektir. Demekki sınırları belli değil İsrail'in, İsrail'in sınırları belli olmadığı için Filistin'in sınırları belli olamıyor. Filistin'in sınırları belli olmadığı için Filistin Devleti kurulamıyor. Çünkü İsrail'in sınırı belli değil, İsrail sürekli olarak benim sınırım şuraya buraya diyor. Başlangıçta 49-51 idi bu iş . Şimdi 94-6 kaldı. Adamları yüzde 6'lık bir yere sıkıştırdılar, ona bile hayır diyor. O bile yetmiyor. Peki daha ilersinde ne var, GAP var. GAP'ta bugün kaç tane yabancı şirket, 81 şirket var. 73'ü ne şirketi yahudi şirketi. Bu yahudiler kim fasik kürtçe konuşan yahudiler. Kim bu kürtçe konuşan yahudiler, kürt yahudileri. Türkiye'de pek çok kürt yahudisi, hepsi de toplumun en tepesindeler. Kimisi yazar çizer takımından, kimisi A gazetesinin yöneticisi, İşte Kürtçülük propagandası bu sayede yapılıyor. Kimisine nobel verdirilmeye çalışılıyor, ötekine yamukluk yaptırılıyor, birtanesine pamuk toplatılıyor. Vesaire.

Burada dikkat edilmesi gereken husus, 1948 senesine kadar Urfa, Harran, Mardin, Diyarbakır bölgesinde en eski yahudiler, kadim yahudiler, Türklerden çok önce orada yaşayan yahudiler var idi bunlar Ek... yahudileri tevratta yer alan, Nebukatnazar'ın sürgüne gönderdiği yahudiler yaşıyorlar idi.

Bu insanlar, 1948'de Kuzey Irak yani Talabani, Süleymaniye bölgesinden, Erbil bölgesinden İsrail'e gittiler. İsrail'de, Telaviv'de , bende gördüm gezdim, Kürdistan Yahudileri Müzesi var. Bu müzeye dünyanın en zengin yahudileri para vermişler. İnanılmaz güzellikte bir müze, bizden giden 7000- 8000 yahudi ve Kuzey Iraktan gitmiş olan yaklaşık 40000 yahudinin kurmuş oldukları bir müze. Bunlar kendilerini Kürdistan'lı Yahudi kabul ediyorlar, Türkiye'de isimleri Orhan, Selim Yaşar, Kemal var vesaire. Bu insanların çoğu Kürt ve yahudi . Şimdi o bölgede 1999 yılında 19 eylülde Kürdistan Yahudileri partisine girildi, Süleymaniye'de ve Avrupa Birliğinin ilerme raporlarına göre Kürt kimliğinin açıklanması mecburiyeti getirildi Türkiye'ye ve o bölgeye. Şimdi onlar Kürt kimliğini açıklayarak yönetimi yönlendiriyorlar anayasa çalışmaları, parlemento çalışmaları hep İsrail desteği ile yönetiliyor. Kuzey Irak ta Kürdistan dedikleri bölgede model İsrail modeli bunu unutmayın çok önemli oradaki model İsrail'e tanınmış olan Birleşmiş Milletler statüsü modelidir. Sınırları belli olmasın ama burada bir devlet olsun modeli.

Evet Yahudilerde siyonist kelimesinin ekonomik paylaşımdan bahsederken İsrailde ekonomik bir paylaşım olduğunu söylerken yahudi siyonistler diye bahsediniz, siyonist kelimesi dini bir kavram değilmidir? Süleyman tapınağının bulunduğu yerin adı Siyon tepe oradan mı gelmektedir, çelişki olmuyormu?

Orada nasıl söylediğimi hatırlamıyorumama ben anlatayım onu. Siyonizm bildiğiniz gibi milliyetçi bir harekettir. Seküler yani. Bunun içinde de üç tane ayrı akım var. Dinci Siyonistler var Muhafazakar Siyonistler var, Sosyalist Siyonistler var. İşçi partisi, solcu ve yahudilik dinine bağlı kalmama çabasında olan bir siyonist grup. Muhafazakarlarda, muhafazakarlarında tamamının düşüncesi, efendim tabiiki dinimizi koruma zorundayız ama uymak zorunda değiliz. Birde dinci siyonistler var tıpkı Türkiye'de olduğu gibi , hayatını ya ona göre organize edersin yada yaşamazsın. Bu üçü de İsrail'de şeriat yasaları bulunduğu için İsrail dünyada Vatikan gibi olan bir ülke yani Hem Şeriat var gündelik hayatta hem seküler hukuk var, uluslararası hukuk var. Siyonistlerin üçüde siyonist . İsrail Devletinin gerçek adı nedir. İsrail Siyonist Devletidir. İsrail Devleti diyoruz kısaca ama İsrail siyonist devletidir gerçek adı, yahudi devleti değil. Şimdi siyonizm bir milliyetçi akımdır. Bir devlet kurabilmek içine gerekli olan akımdır. Çıkış yeri ve çıkış sahipleri çok farklı yalnız çıkış sahiplerinin başında da Sabatay Sevi hareketi gelir. Yani bizim dönme dediğimiz hareket gelir. Dönme hareketi başladığı için Avrupa'da, 17 yüzyıldan itibaren milliyetçi akımlar, yahudiliğin içinde kök salmaya başladılar. O milliyetçilik akımının sonucunda biz kendimize bir toprak bulup devlet kuralım dediler. Özellikle ikinci dünya savaşında da sonrasında dediler bizim kendimize ait devlet olsaydı, Hitler bizi öldüremezdi. Siyonist ekonomiden söz edilir mesela çünkü adı İsrail Siyonist Devletidir.

Aytunc Altındal

Hiç yorum yok: