Cuma, Mayıs 25, 2007

Avrasyalı İki Devletin İttifakı

Rusya ve Türkiye arasında stratejik ittifak kurulması, iki ülkenin kaderlerinde önemli bir adım olup bütün dünyadaki jeopolitik durumu kökten değiştirebilir. Rusya’nın kaderi Doğu’ya bağlıdır. Rusya Federasyonu’nun, Türkiye’ye yönelik adım atması, ülkemizin dış politikası açısından “yeniden doğuş” anlamına gelebilir. Ülkelerimizin, giderek köhneleşmekte olan Avrupa toplumundan bir şey kazanması söz konusu değil. Dolayısıyla iki komşu ülkenin stratejik ortaklığı, başta ne kadar hayali görünse de, günümüzde zorunlu hale gelmiştir.

Birkaç yıl önce AB liderlerinden Valery Giscard d’Estaing, “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne kabul edilmesi durumunda bu, AB’nin sonu olacak” demişti. AB’nin şimdiki yönetimi, bu tür şeyler söylememesine rağmen, muhtemelen Giscard d’Estaing’in görüşüne katılıyordur. Çünkü, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olabilmesi için sürekli yeni uydurma taleplerde bulunuluyor. Bilindiği üzere, Avrupa’da kimse ne Rusya’yı, ne de Türkiye’yi bekliyor. Zira her bakımdan bu iki devlet, hala çok büyük, güçlü ve kalabalık nüfusa sahip olup Lüksemburg, Belçika vb. küçücük ülkeler arasında erimeleri söz konusu değil. İşte bu nedenle akla şu düşünce geliyor: Bir zamanlar birbirleriyle kıyasıya savaşan ve birbirinden nefret eden iki büyük imparatorluğun halefleri olan Rusya Federasyonu ile Türkiye Cumhuriyeti, acaba Avrupa’ya boş vererek, Avrasyalı iki halkın yararına birlikte yaşamaya ve çalışmaya başlasalar ne olur? Bu iki ülkenin, öylesine devasa ortak jeopolitik ve ekonomik potansiyeli var ki, diğer ülkeler bize gıpta ile bakabilir.

Tarihçiler, ülkelerimiz arasında 13 kez savaş olduğunu biliyor. Oysa, Çarlık Rusya ve Osmanlı İmparatorlukları çöktükten sonra aramızdaki ilişkilerde tamamen yeni bir dönem başlamıştır. Sovyet Rusya ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, genç iki devletin benzer çok şeye sahip olduğunun farkına vararak, 1921 yılında Dostluk ve Kardeşlik Anlaşmasını imzaladılar. O zamandan bu yana geçen yıllarda karşılıklı ilişkilerimizde inişli-çıkışlı dönemler olmuştur.

Fakat 15-17 yıl önce Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkilerde önemli bir dönemeç olmuştur. 1990’lı yıllarda milyonlarca Rus Türkiye’de bulundu. Bazıları oraya “bavul ticareti” yapmak için gitti, bazıları ise, oradaki güzellikleri, tarihi ve dini eserleri görmeye ya da Antalya’daki kumsallarda tatil yapmaya gitti. Hangi amaçla gittikleri önemli değil. Önemli olan Rusların orada daima sıcak bir kabul görmesidir. Hatta bazı turistler, orada bulundukları sırada, kendilerini, evinde gibi hissettiklerini söylüyorlardı. Kuşkusuz bu sözler, rasgele söylenmiş sözler değildir.

Rusya ve Türkiye Avrasyalı iki güçtür. İki halkın zihniyetinin ve dünya görüşlerinin benzerliği, muhtemelen bu hususla açıklanabilir.Oysa bazı Rus politikacılar ve basın organları, “soğuk savaş” döneminden kalma eski klişelere hala bağlı kalarak, Türkiye’nin, Rusya’yı Kafkasya bölgesinden dışlayarak Orta Asya ülkelerinde nüfuzunu artırmaya çabaladığı fikrini halkımıza telkin etmeye çalışıyorlar. Buna karşılık olarak şu belirtilebilir: Birincisi, Türklerin, etnik kökenlerinin aynı olduğu ülkelerle sıkı ilişki kurması, Rusya için hiçbir tehlike oluşturmamaktadır. İkincisi, Rusya jeopolitik öncelikleri kesin olarak belirleyip yeniden güçlü bir devlet haline gelirse, sürekli olarak kötü durumlarda suçlu aramasına ve suni olarak “düşman imajı” yaratmasına gerek kalmayacaktır.

Ülkemizde ayrılıkçı eğilimlerle mücadele eden bazı sözde “yurtseverlerimiz” nedense Türkiye’nin de aynı şeyi yapmasını beğenmiyor. Örneğin, birkaç yıl önce Öcalan yargılandığı sırada, bu kişiler tamamen anlamsız histeriye kapıldılar. Bu durumda insanın aklına şu geliyor: Eğer siz Çeçen ayrılıkçılığın kökünü kazımak istiyorsanız, neden çocuklar dahil, binlerce suçsuz kişiyi öldürten terörist lider Abdullah Öcalan’ı savunuyorsunuz? Çifte standartlardan vazgeçip teröristleri “iyi” ve “kötü” olarak ikiye ayırmaktan vazgeçilmelidir. Zira, bu kişilerin tamamı cani ve amaçları ne olursa olsun bu kişiler, işledikleri kanlı eylemler için cezalandırılmalıdır.

Belli ki, son yıllarda Rusya ve Türkiye birbirlerini güvenilir birer ortak olarak tanıdılar ve aralarındaki ekonomik ilişkiler önemli derecede gelişme gösterdi. Uzmanlar, ülkelerimiz arasındaki işbirliğinin çok büyük potansiyele sahip olduğunu belirtiyor. Rusya ve Türkiye arasında stratejik ittifak kurulması, iki ülkenin kaderlerinde önemli bir adım olup bütün dünyadaki jeopolitik durumu kökten değiştirebilir. Rusya’nın kaderi Doğu’ya bağlıdır. Rusya Federasyonu’nun, Türkiye’ye yönelik adım atması, ülkemizin dış politikası açısından “yeniden doğuş” anlamına gelebilir.

Ülkelerimizin, giderek köhneleşmekte olan Avrupa toplumundan bir şey kazanması söz konusu değil. Dolayısıyla iki komşu ülkenin stratejik ortaklığı, başta ne kadar hayali görünse de, günümüzde zorunlu hale gelmiştir. Daha önceden, Türk parlamenterlerinden Bülent Akarcalı, “Rusya ve Türkiye, önlerinde açılan perspektiflerden istifade edemezlerse, büyük imkanları kaçırmış olurlar” demişti. Bu olanakları asla kaçırmamak gerekiyor. Yoksa, Rusya ve Türkiye, yalnızca doğal kaynaklar ve işgücü kaynağı gözüyle bakılan iki ülke konumuna dönüşecektir. Ülkelerimiz, yalnızca gerçek stratejik ortaklık düzeyine çıkarak, dünyada kendilerine layık yere sahip olabilirler. (islamnews.ru Internet Sitesi-14 Mayıs 2007)

Pazartesi, Mayıs 21, 2007

Türk-Kürt Anlaşmazlığı ABD’nin Stratejik İttifaklarını Sınıyor

Başkan Bush’un Irak’taki yeni stratejisi Bağdat’taki şiddet olaylarının durdurulması üzerine yoğunlaşırken, yönetimin sıkça bir istikrar adası ve gelecek için bir model olarak düşündüğü kuzeydeki Kürt bölgesinde sorunlar patlama noktasına geliyor.
Ortak sınırın Irak tarafında kamp kuran kaçak Kürt savaşçılar konusunda Türkiye ve Irak’ın uzun süredir devam eden anlaşmazlığı, geçtiğimiz ay yeni boyutlara ulaştı. Irak Kürt Yerel Hükümeti başkanının Türk Kürtleri arasında bir ayaklanmaya yol açma tehdidine karşı Türkiye, doğrudan askeri müdahale uyarılarıyla ve Washington’a öfkeli bir şikayetle karşılık verdi.

Ankara, sınırın kendi tarafına binlerce askerini yığdı ve ABD ordusunun Irak’ta bulunan 150 bin askerinin yapmaması halinde kampları kendisinin boşaltacağı uyarısında bulundu. Türkleri memnun etme çabasındaki Bush yönetimi kısa bir süre önce Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Irak konusundaki kıdemli yardımcısını Türkiye’nin üst düzey diplomatik ve askeri liderleriyle görüşmeye gönderdi. Irak koordinatörü David M. Satterfield Türkiye’de yapılan bir televizyon mülakatında, Iraklı Kürt liderleri suçladı ve yönetimin gereğini yapacağı taahhüdünde bulundu. Satterfield, “Kürt liderler, terör ve teröristler konusunda daha çok çaba göstermelidir.” dedi.

ABD’nin Irak Büyükelçisi Ryan Crocker, ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak tanımlanan Kürt İşçi Partisi’nin (PKK) silahlı kamplarına karşı bölgesel hükümetin daha sert önlemler almasını teşvik amacıyla Bağdat dışına ilk ziyaretini Kuzey’deki Kürt bölgesine yaptı.Yönetim, ayrıca Bush tarafından NATO müttefiki Türkiye ile Irak arasında bir çatışma olmasını önlemek amacıyla atanan emekli General Joseph W. Ralston’un aracılığıyla çabalarını arttıracağını açıkladı.

Anlaşmazlığın kökleri, tarihte gömülü. Modern Türkiye ve Irak ile sarılı bir bölgede yaşayan on milyonlarca etnik Kürt, yüzyıllardır uzak başkentlerin egemenliğinden kaçmaya çalışıyorlar. Şimdiki zorluklar, Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı kuvvetleri arasındaki çekişmeyle birleşiyor. Yönetimin üst düzey bir yetkilisi, dünyayı altı Amerikan bölge komutanlığı arasında bölen altı hattan ikisine atıfta bulunarak, “Türkiye Avrupa, Irak merkezi komutanlığa dahildir” diyor. Aynı şekilde, Türkiye (ABD) Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya İlişkileri Bölümünün, Irak ise Yakın Doğu İlişkileri Bölümü’nün görev alanına giriyor. Aynı yetkili sorunun sorumlusu ve çözümü ile ilgili olarak olaya nasıl bakıldığının önemli olduğunu söylüyor.

Türkiye’nin bakış açısına göre, Irak ile sınırı şimdiden bir savaş bölgesi. Asi Kürtlerin saldırıları, 600’ü sadece geçtiğimiz yıl olmak üzere son yirmi yılda 30 bin Türkün ölümüne neden olmuştu. Saddam Hüseyin’in Türk ordusuna sınırı geçme izni verdiği halde Türkiye, Irak Kürt Bölgesel hükümetini, Türkiye içindeki Kürt azınlıkların ayrılıkçı arzularını teşvik eden PKK’nın neredeyse engellenmeden eylemlerine izin vermekle suçluyor. Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon’daki hamileri Türkiye’nin kızgınlığını paylaşıyorlar. Tartışmaya taraf olan bir yönetim görevlisi, “Bir numaralı öncelik bir NATO müttefikini birliğin içinde tutmaktır,” dedi ve “Terörist teröristtir diyen bir politikamız var. NATO’lu müttefikimize saldırıyorlarsa onu savunmaya ya da kendisini savunmasına izin vermeye mecburuz.” diye ekledi. Diğer yetkililer, çoğunluğu Müslüman bir nüfusa sahip tek NATO ülkesi Türkiye’de ordunun desteklediği laik seçkinlerin, genel seçimlerin ülkenin İslamlaşmasına katkıda bulunacağından endişe duyduklarına dikkat çekiyorlar.

3 bin 500 ile 4 bin arasında savaşçısı olduğuna inanılan PKK, seçim söylemlerini belirgin bir şekilde etkiliyor. PKK tehdidi ve artan ABD hoşnutsuzluğu, laik ve İslami Türkiye’nin anlaştığı nadir konular arasında bulunuyor. Son birkaç yıl içinde yaşanan değişiklik sonrasında, son kamuoyu yoklamalarına göre, nüfusun sadece yüzde 12’si ABD’ye olumlu bakıyor. Diğer bir yönetim görevlisi, “Buradaki asıl soru 70 milyon Türk’ü Batı’yla müttefik olarak nasıl tutacağımızdır” dedi.

Türkler, ABD yönetiminin en azından NATO’lu bir müttefikine terör tehdidiyle mücadelede yardım edebileceğini düşünüyorlar.

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Beyaz Saray’ı 2004’te ve geçtiğimiz yıl ziyaret ettiğinde Başkan Bush’a ABD askerinin sınırda yardım etmesini önermişti, fakat Bush Irak’taki ABD “varlıklarının” başka yerlerde meşgul oldukları gerekçesiyle bunu reddetmişti. ABD Merkez Komutanlığı Centcom ve Dışişlerinin Yakın Doğu Bürosuna göre PKK sorunu, Sünni asiler ve daha Güney’deki Şii milislerin ayaklanmasına karşı dikkati dağıtmaktadır. Bu yetkililer, Çoğunluğu Kürt olan Irak Hükümeti askerlerinin, PKK’ya karşı savaşmayacağını belirtiyorlar. Yönetimden bir yetkili, Kürt bölge yetkililerinin, “PKK’nın kendi çıkarlarının aksine faaliyet gösterdiğini anladıklarını, ancak (örgütün) birçok unsuruna sempati duyulduğunu kabul ettiklerini” söyledi.

Centcom, bazı ABD askerlerini bu işe ayırsa bile, Kürtlere yönelik Amerikan saldırılarının Irak Kürtleri arasında bölücü eğilimleri artırabileceği görüşünde.

Bazı üst düzey yetkililer, Türkiye’nin Irak’a harekat düzenlemesinin, kendi Kürtleriyle sorunları olan İran’ın benzer bir harekatta bulunmasına neden olabileceğine inanıyorlar. Bir Dışişleri Bakanlığı görevlisi, diğerlerinin çizgilerin Irak tarafında Washington’un itidal istediği konusunda ısrar etmesine rağmen, yönetimin Türkiye’ye şimdiden Kuzey Irak’ta harekete geçmesi için yeşil ışık yaktığına dair endişe duyanlar olduğunu belirtiyor.
Petrol zengini Kuzey Irak kenti Kerkük, anlaşmazlıkları daha da zorlaştırıyor. Savaş sonrası Irak anayasası, kent nüfusunun Kürt bölgesinin bir parçası olmak isteyip istemediğine yönelik Aralık ayında referandum yapılmasını öngörüyor. Türkiye, bu referandumu Kerkük’ün büyük azınlığı olan Türkmenlerin haklarına bir tehdit olarak göreceğini açıkça belirtmişti. Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin oğlu ve Irak Kürt Bölgesi’nin Washington Temsilcisi olan Kubad Talabani, Türkiye’nin Kürtlerin Kerkük’ü almasının “bağımsız bir Kürt devleti” anlamına geleceğine inandığını söyledi ve referanduma karşı “Türk gruplarının aktif bir şekilde çalıştıklarını gördük” dedi.
Kerkük’e yönelik Türk müdahalesi iddiaları, geçtiğimiz ay Irak’taki Bölgesel Kürt hükümeti lideri Mesut Barzani’nin, Türkiye’nin Irak’ın içişlerine karışmaya devam etmesi halinde misilleme yapma tehdidiyle alevlendi.

Barzani, Irak Kürtleri için Türkiye’nin Güneydoğusundaki 30 milyon etnik kardeşlerini ayaklandırmanın kolay olacağı uyarısında bulundu. Türkiye’nin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, sınır ötesi bir harekat yapma uyarısında bulunarak karşılık verdi ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, ABD’nin Barzani’yi dizginlemesini istedi. Ankara, Bağdat ve Washington’a sert ifadeli notalar gönderdi ve Erdoğan da açıkça “Barzani’nin kendi sözleri altında ezileceğini,” söyledi.

Beyaz Saray, güçlü söylemlerle ve Satterfield ve Crocker’ı göndererek Türkiye’nin tarafında yer aldı. Türkiye şimdilerde yatışmış görünüyor. Washington Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Tuluy Tanç, “Erteleyin diyorlar, ancak PKK kampları konusunda birileri tarafından birşeylerin yapılmasını istiyoruz. Kuzey Iraklılar yapamıyorsa, ABD yapamıyorsa, biz yapmak istiyoruz,” diyor. (The Washington Post gazetesi - 8 Mayıs 2007, Makalenin kendi başlığı ”Türk-Kürt Anlaşmazlığı ABD’nin Stratejik İttifaklarını Sınıyor” dur. D. Gündemi)

Derin dünyanın hedefi: İran

Geçen yıl Kanada’da toplanan küresel sermayenin sahip ve üst düzey yöneticileri ile “seçilmiş” davetliler CIA ajanları tarafından korunmuş, kaldıkları otel çembere alınmıştı... Geçen yıl Kanada’da toplanan küresel sermayenin sahip ve üst düzey yöneticileri ile “seçilmiş” davetliler CIA ajanları tarafından korunmuş, kaldıkları otel çembere alınmıştı. İstanbul’daki buluşmada ABD’nin hedef tahtasına oturttuğu İran’ın masaya yatırılacağı öğrenildi.

Derin dünyanın hedefi: İran
Küresel sermayenin masonik örgütlenmelerinden en önemlisi olan Bilderbergciler, İstanbul’da toplanacak
AldIklarI kararlarla dünyayı kendi çıkarları yönünde şekillendiren, bu uğurda ülkeleri kan gölüne çevirmekte bir an bile tereddüt etmeyen Bilderbergciler, 31 Mayıs - 3 Haziran’da buluşuyor. Her yıl bir ülkede toplanan masonik örgütlenme, kendisine üs olarak bu kez Türkiye’yi seçti.

CIA-Yahudi ortaklığı
Bİlderberg, dünyanın en büyük Yahudi organizasyonu olarak bilinen Dış İlişkiler Komitesi’nin (CFR)Avrupa ayağını oluşturmak amacıyla 1954’te, Hollanda’da Oosterbeek şehrinde Bilderberg Oteli’nde kuruldu. Masonik örgütlenmenin mimarı, ABD gizli servisi CIA...


Fehmi Koru da katıldı
Yenİ Şafak’ta Taha Kıvanç takma adıyla da yazılar yazan Fehmi Koru, Bilderberg’e davet edilen “seçilmiş” gazetecilerden biri oldu. İflah olmaz Birderberg tenkitçisi olan Koru, Türkiye’ye döndükten sonra toplantıların içeriğiyle ilgili “sade suya tirit” yazılar yazdı.

Bilderberg’in Türkiye sorumlusu olan Yahudi Henry Kissinger, Cüneyd Zapsu’nun aracılığıyla ABD’de Başbakan Tayyip Erdoğan’la özel bir görüşme yapmıştı.

Derin dünya İran’ı masaya yatıracak!
Dünyanın en büyük masonik örgütlenmelerinden biri olan Bilderberg Grubu, bu sene Türkiye, olası İran operasyonu ve enerji gündemiyle İstanbul’da toplanacak

Her yıl düzenli olarak biraraya gelerek aldıkları kararlarla dünyaya şekil veren ve ülkeleri kaosa sürükleyen Bilderbergciler, bu sene İstanbul’da toplanacak. 31 Mayıs-3 Haziran tarihleri arasındaki gizli zirvede 2008 yılında dünyada olması beklenilen olaylar masaya yatırılarak öngörülerde bulunulacak ve pozisyonlar belirlenecek. Sızan bilgilere göre İstanbul zirvesinin gündemini enerji politikaları ve İran’a olası operasyon oluşturacak. Bilindiği gibi 2002 yılında gerçekleştirilen Bilderberg toplantısında, Irak ve Saddam yönetimi ele alınmış, 2003 Nisan’ında ise Irak, ABD ve İngiltere tarafından işgal edilmişti.

MİT koruyacak
Geçtiğimiz yıl da Kanada’da düzenlenen toplantıya katılan kişilerin korunması zirvenin yapıldığı ülkenin istihbarat servisi ile CIA’ya ait. MİT yetkilileri ile Amerikan istihbarat temsilcilerinin önümüzdeki hafta Türkiye’ye gelip koruma planlarını hazırlaması bekleniyor. Otelin çevresi basının yaklaşmasını engellemek için 1 kilometre öteden çembere alınıyor. Bugüne kadar 28 ülke ve 15 uluslararası organizasyondan 2000’in üstünde kişi Bilderberg’e katıldı. Toplantı sonunda sonuç bildirisi yayınlanmak bir tarafa dursun, katılımcıların toplantı salonuna kağıt kalem sokması bile hoş karşılanmıyor.

Cia kurdurdu
Bilderberg, Yahudi organizasyonu CFR’nin Avrupa ayağını oluşturuyor. Örgütün kuruluşunda ABD istihbarat teşkilatlarının rolü olduğu biliniyor

Bilderberg dünyanın en büyük Yahudi (siyonist) organizayonu ya da derin dünya devleti olarak bilinen Dış İlişkiler Komitesi (CFR)’nin Avrupa ayağını oluşturmak amacıyla 1954’te, Hollanda’da Oosterbeek şehrinde Bilderberg Oteli’nde kurulmuştur. Kuruluşun gerçekleştirildiği otelin sahibi de Hollanda kralıydı. Örgüt de ilk toplantının gerçekleştirildiği otelin adını alarak Bilderberg Group (Bilderberg Grubu) diye adlandırılmıştır. CFR üyelerinin birçokları aynı zamanda Bilderberg üyesidir.

Nazi parmağı
Bilderberg Grubu’nun kurucuları arasında Hollanda prensi Bernhard ve Polonyalı sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger de vardır. Retinger, Bilderberg’in fikir babası olarak bilinir. Aynı zamanda CFR üyesidir. Bilderberg’in kuruluşunda, ABD istihbarat örgütlerinin, özellikle CIA’nin rolü olduğu bilinmektedir. Prens Bernhard ise eski bir Nazi SS üyesidir. Bilderberg, dünyanın yönetimi ve küreselleşme konusunda her yıl farklı ülkelerde toplantılar yapar.

Bilgi sızmıyor
Toplantılar son derece gizli şartlarda ve özel ortamlarda yapılır. Toplantıları genellikle her yıl Mayıs ayının sonu veya Haziran ayının ilk gününe denk gelmektedir. Katılanlar yaklaşık üç günlük toplantı süresince dış dünya ile bağlantılarını koparmak zorunda kalıyorlar. Örgütün üyesi olanların dışında hiçbir gazeteci veya yazar toplantıya alınmaz. Üye olanlar da dışarıya bir şey sızdırmazlar. Dolayısıyla medyanın toplantıların içeriği hakkında herhangi bir bilgi edinmesi mümkün değildir.

Dünya şekilleniyor
Bilderberg toplantılarının ana amacı dünya siyaseti üzerinde önceden programlamalar yapmak ve projeler geliştirmektir. Konuşulacak ve tartışılacak konular önceden tespit edilir. Ama bu tespiti örgüt hiyerarşisinin üst kademesinde yer alanlar yapar. Katılanlar ise sadece görüş beyan ederler. Bilderberg toplantılarına katılanların daimi üyelik, üyelik ve geçici üyelik gibi iç hiyerarşileri vardır. Bilderberg’in Türkiye sorumlusunun ABD’deki siyonist lobinin başını çeken ve bu ülke Dışişleri Bakanlığı yapan yahudi kökenli Henry Kissinger olduğu belirtiliyor. Grubun fikri temelini Illuminati şebekesi ve Tapınak Şövalyeleri gibi tarihi masonik örgütlenmelerden aldığı bilinmektedir.

Bilderberg’in Türkiye sorumlusu Henry Kissinger, Başbakan Erdoğan ve Cüneyd Zapsu’ya yakınlığı ile tanınıyor.

Türkiye’den kimler katıldı?
Kapalı kapılar ardında yapılan toplantılara bugüne kadar Türkiye’den de önemli isimler katıldı. Aralarında Devlet Bakanı Ali Babacan ve AKP İstanbul Milletvekili Egemen Bağış’ın da bulunduğu Bilderberg iştirakçilerinden bazıları...

Salı, Mayıs 01, 2007

Genelkurmay Açıklamasının Tam Metni

“Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir.

Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.

Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Özellikle kadınların ve küçük çocukların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır.

Bu bağlamda; Ankara’da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde kuran okuma yarışması tertiplenmiş, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyet iptal edilmiştir.

22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.

Ayrıca, Ankara’nın Altındağ ilçesinde “Kutlu Doğum Şöleni” için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli’de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı Nikfer beldesinde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk İlköğretim Okulunda kadınlara yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.

Okullarda kutlanacak etkinlikler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilgili yönergelerinde belirtilmiştir. Ancak, bu tür kutlamaların yönerge dışı talimatlarla yerine getirildiği tespit edilmiş ve Genelkurmay Başkanlığınca yetkili kurumlar bilgilendirilmesine rağmen herhangi bir önleyici tedbir alınmadığı gözlenmiştir.

Anılan faaliyetlerin önemli bir kısmının bu tür olaylara müdahale etmesi ve engel olması gereken mülki makamların müsaadesi ile ve bilgisi dahilinde yapılmış olması meseleyi daha da vahim hale getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu irticai anlayış, son günlerdeki bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir.

Bölgemizdeki gelişmeler, din ile oynamanın ve inancın siyasi bir söyleme ve amaca alet edilmesinin yol açabileceği felaketlerin ibret alınması gereken örnekleri ile doludur. Kutsal bir inancın üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir. Malatya’da ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş bir demokrasi olarak, huzur ve istikrar içinde yaşamasının tek şartının, devletin Anayasamızda belirlenmiş olan temel niteliklerine sahip çıkmaktan geçtiği şüphesizdir.

Bu tür davranış ve uygulamaların, Sn. Genelkurmay Başkanı’nın 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın toplantısında ifade ettiği “Cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak” ilkesi ile tamamen çeliştiği ve Anayasanın temel nitelikleri ile hükümlerini ihlal ettiği açık bir gerçektir.

Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.

Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.”