Cuma, Aralık 29, 2006

ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN ETMESİ NEDİR?

Ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi denen şeyi, marksist açıdan incelemeye giriştiğimizde, elbette ki ilk karşılaşacağımız soru budur. Bu terim ne anlama gelmektedir? Bunun yanıtını, türlü hukuk "genel kavramlarından" çıkarılan hukuksal tanımlamalarda mı aramalıyız, yoksa, ulusal hareketlerin tarihsel ve iktisadi incelemesinde mi bulmaya çalışmalıyız.
Semkovskilerin, Liebmann ve Yurkeviçlerin bu soruyla hiç ilgilenmemiş olmaları, ve herhalde ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri konusunun yalnızca 1903. Rus programında[
32] değil, 1896 Londra Uluslararası Kongresinin kararında da (ki, bu kongreyi, sırası geldiğinde ayrıntılı olarak ele alacağız) ele alındığını bilmeyerek, marksist programın "muğlaklığı"nı eleştirmekle yetinmelerine şaşmamak gerekir. Şaşılacak olan şey, sözkonusu sorunun, iddia edilen soyutluğunu ve metafizik niteliğini geniş ölçüde reddeden Rosa Luxemburg'un da soyutlama ve metafizik günahını işlemesidir. Konunun hukuksal tanımlamalarla mı, yoksa bütün dünyadaki ulusal hareketlerin deneyimiyle mi belirleneceği sorusunu açık-seçik olarak hiç bir yerde kendi kendine sormadan, (ulusun iradesinin nasıl saptanacağı sorunu üzerinde o eğlendirici spekülasyon dahil) ulusların kendi kaderini tayin konusunda devamlı olarak genellemelere kayan, (sayfa 54) Rosa Luxemburg'un kendisi olmuştur.
Bir marksistin ele almaktan kaçınamayacağı bu sorunun açık-seçik ve tam olarak ifade edilişi, Rosa Luxemburg'un kanıtlarının onda-dokuzunu hemen sarsardı. Rusya'da, ulusal hareketler, ilk kez ortaya çıkmıyor; ve bu hareketler; yalnızca Rusya'ya özgü şeyler de değildir. Bütün dünyada kapitalizmin feodalizme karşı sonal zaferi dönemi, ulusal hareketlerle ilgili olmuştur. Bu hareketlerin iktisadi temeli, meta üretiminin, tam zaferini sağlamak için yurt-içi pazarı ele geçirmek zorunda olması, aynı dili konuşan bir halkın yaşadığı bölgeleri siyasal bakımdan birleştirme zorunda olması gerçeğinde yatar, ve bu dilin gelişmesini ve yazınsal alanda kök salmasını önleyen bütün engeller ortadan kaldırılmalıdır. Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan en önemli araçtır. Modern kapitalizme uygun ölçüde, gerçekten özgür ve geniş ticari alışveriş için, ayrı ayrı sınıflar halinde özgürce ve geniş ölçüde gruplandırılabilmesi ve ensonu, pazarda, büyük ya da küçük, satıcı ya da alıcı durumunda her meta sahibiyle ayrı ayrı sıkı bağlar kurabilmek için en önemli koşullar, dil birliği ve dilin engelsiz gelişmesidir.
Onun için, her ulusal hareketin eğilimi, modern kapitalizmin gereksinmelerinin en iyi karşılanabileceği ulusal devletlerin oluşumuna doğru bir eğilimdir. En derin iktisadi etkenler bizi bu amaca doğru sürükler, ve bundan ötürü, bütün Batı Avrupa için, ,hayır, bütün uygar dünya için kapitalist dönemin tipik, normal devleti, ulusal devlettir.
Demek ki, eğer biz, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi kavramının anlamını, hukuksal tanımlamalarla cambazlıklar yaparak ya da soyut tanımlamalar "icat ederek" değil de, ulusal hareketlerin tarihsel ve iktisadi koşullarını inceleyerek öğrenmek istiyorsak, varacağımız sonuç, kaçınılmaz olarak, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesinin o ulusların yabancı ulusal bütünlerden siyasal bakımdan ayrılma (sayfa 55) ve bağımsız bir ulusal devlet oluşturmaları anlamınageldiği sonucudur.
Daha aşağıda, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını, devlet olarak ayrı varlık hakkından başka bir anlamda kullanmanın niçin yanlış olacağının başka nedenlerini de göreceğiz. Şimdilik,biz, Rosa Luxemburg'un, ayrı bir ulusal devlet kurma özleminin derin iktisadi temellere dayandığı kaçınılmaz sonucunu "yok saymak" yolunda çabaları üzerinde durmalıyız.
Rosa Luxemburg, Kautsky'nin Milliyet ve Enternasyonalizm adlı broşürünü iyi bilmektedir. (Die Neue Zeit,[33] n° 1'in eki, 1907-1908; Rusça çevirisi: Nauçnaya Mysıl.[34] O, bu broşürün dördüncü bölümünde, Kautsky'nin, ulusal devlet, sorununu inceden inceye tahlil ettikten sonra, Otto Bauer'in "bir ulusal devlet kurmaya doğru iten gücü küçümsediği" (s. 23) sonucuna vardığını bilmektedir. Bizzat Rosa Luxemburg, Kautsky'den şu sözleri aktarmaktadır: "Bugünün koşullarında en uygun devlet biçimi, ulusal devlettir" (yani ortaçağ, kapitalizm-öncesi vb. koşullarından farklı olarak, bugünün kapitalist, uygar, iktisadi bakımdan ilerici koşulları). Biz, buna, Kautsky'nin vardığı daha da kesin sonucu eklemeliyiz: türdeş olmayan (hetérogène) uluslardan meydana gelen devletler (ki bunları ulusal devletlerden ayırdetmek için ulusal-topluluklar devletleri denmektedir) "her zaman, iç yapıları, herhangi bir nedenle anormal ya da gelişmemiş bir durumda kalmış" (geri) devletlerdir. Söylemeye gerek yok ki, Kautsky, anormal sözcüğünü gelişen kapitalizmin isteklerine en iyi uyan şeylere uyamama anlamında kullanmaktadır.
Sorun, şimdi Rosa Luxemburg'un, Kautsky'nin bu noktada vardığı tarihsel ve iktisadi sonuçları nasıl ele aldığı sorunudur. Bu sonuçlar doğru mudur, yoksa yanlış mı? Tarihsel ve iktisadi teorisiyle Kautsky mi haklıdır, yoksa teorisi psikolojik bir temele dayanan Bauer mi? Bauer'in kuşku (sayfa 56) götürmez "ulusal oportünizmiyle", ulusal kültür özerkliğini savunmasıyla, aşırı milliyetçilik hevesiyle (Kautsky'nin dediği gibi "şurada burada ulusal yöne bir vurgu"), "ulusal yönü aşırı ölçüde abartması ve enternasyonal yönü tamamen unutması" (Kautsky) ile ulusal devlet kurma doğrultusunda güçlü eğilimi küçümsemesi arasındaki bağ nerdedir?
Rosa Luxemburg bu soruna değinmedi bile. Bu bağı aramanın gereğinin farkına bile varmadı. Hatta o, Bauer'in teorik görüşlerinin bütününü tartmadı bile. Ve o, ulusal sorunun tarihsel ve iktisadi teorisiyle psikolojik teorisi arasında bir kıyaslama da yapmamıştır. Kautsky'yi eleştiren şu gözlerle yetinmiştir:
"... 'En iyi' ulusal devlet, teori bakımından kolayca geliştirilip savunulabilen, ama gerçeğe uymayan bir soyutlamadan başka bir şey, değildir." (Przeglad Socjaldemokratiyczny, 1908, n° 6, s: 499.)
Ve bu cüretli beyandan, sonra, büyük kapitalist devletlerin gelişmesini, ve emperyalizmin küçük ulusların "kendi kaderlerini tayin etme hakkı"nı bir düş haline getirdiği iddiası gelmektedir.
Rosa Luxemburg şöyle diyor: "Şekil bakımından bağımsız olan, ama bağımsızlıkları Avrupa dengesi denen siyasal savaşım ve diplomatik oyunun sonucu olan Karadağlıların, Bulgarların, Romanyalıların, ,Sırpların, Yunanlıların, hatta İsviçrelilerin 'kendi yazgılarına sahip olamamalarından' sözedebilir miyiz?"! (s. 500.) Koşullara en uygun olan devlet, "Kautsky'nin sandığı gibi, ulusal devlet değildir, asalak devlettir." Ve ardından, Fransız, İngiliz sömürgelerinin ve öteki sömürgelerin büyüklüğüyle ilgili birçok rakam verilmektedir. İnsan bu gibi iddiaları okurken, yazarın, konunun özünü anlamamakta gösterdiği başarıya şaşmadan edemiyor! Ağırbaşlı bir, tutum takınarak, Kautsky'ye, küçük devletlerin iktisadi bakımdan büyük devletlere bağımlı olduklarını, (sayfa 57) öteki ulusları ezip sömürmek için burjuva devletler arasında bir savaşımın sürüp gittiğini, emperyalizmin ve sömürgelerin varolduğunu öğretmeye kalkışmak, akıllı görünme yolunda çocukça çaba gösterme gülünçlüğüne, düşmektir, çünkü, bütün bunların konuyla bir ilgisi yoktur. Yalnızca küçük devletler değil, örneğin Rusya bile, "zengin" burjuva ülkelerin emperyalist mali sermayesinin gücüne iktisadi bakımdan tam bağımlı durumdadır. Yalnızca küçücük Balkan devletleri değil, Marx'ın Kapital'de[35] belirttiği gibi, 19. yüzyılda Amerika bile, iktisadi bakımdan, Avrupa'nın bir sömürgesiydi. Her marksist gibi, Kautsky de, elbette ki bunları bilmektedir; ama, bunların, ulusal hareketler ve ulusal devlet sorunuyla bir ilgisi yoktur.
Rosa Luxemburg, burjuva toplumda, ulusların siyasal kaderlerini kendilerinin tayin etmeleri ve devletlerin bağımsızlığı sorununun yerine, bunların iktisadi bağımlılığı sorununu koymuştur. Bir burjuva devlette, parlamentonun, yani ulus temsilcileri meclisinin üstünlüğünü bir program talebi olarak tartışırken, birinin kalkıp da bir burjuva ülkede her rejim altında büyük ,sermayenin en üstün güç olduğu yolundaki tamamen doğru görüşü ileri sürmesi ne kadar akıllıca bir davranışsa, Rosa Luxemburg'un bu sözlerini de o ölçüde akıllıca sözler saymak gerekir.
Kuşkusuz, dünyanın insanca en kalabalık parçası olan Asya'nın büyük bir kısmı, "büyük devletlerin" sömürgelerinden ya da ulus olarak büyük ölçüde bağımlı olan ve ezilen devletlerden oluşmuştur. Ama herkesçe bilinen bu durum, Asya'nın kendisinde meta üretiminin en mükemmel gelişmesi için, kapitalizmin en özgür, en geniş ve hızlı büyümesi için, koşulların Japonya'da yaratılmış olduğu, yani ancak bağımsız ulusal bir devlette yaratılabildiği kuşku götürmez gerçeğini herhangi bir biçimde sarsabilir mi? Japon devleti bir burjuva devlettir, bu nedenle o da başka ulusları ezmeye ve sömürgeleri boyunduruk altına almaya başlamıştır. (sayfa 58) Asya'nın, Avrupa gibi, kapitalizmin yıkılışından önce, bir bağımsız ulusal devletler sistemi içinde kristalleşmeye zaman bulup bulamayacağını söyleyemeyiz; ama tartışılmaz bir gerçektir ki, kapitalizm, Asya'yı uykusundan uyandırdığı için, bu kıtanın da her yerinde ulusal hareketleri depreştirmiştir; bu hareketlerin eğilimi, orada, ulusal devletlerin yaratılması doğrultusundadır; kapitalizmin gelişmesi için en iyi koşullar, bu tür devletlerin oluşmasıyla sağlanabilir. Asya örneği, Kautsky'nin lehinde ve Rosa Luxemburg'un aleyhinde kanıt sayılmalıdır.
Balkan devletleri örneği de, Rosa Luxemburg'un iddialarını çürütmektedir, çünkü şimdi herkes görebilmektedir ki, Balkanlarda kapitalizmin gelişmesi için en elverişli koşullar, bu yarımadada bağımsız ulusal devletler yaratılabildiği ölçüde gerçekleştirilebilmektedir.
Onun için, Rosa Luxemburg yanılmaktadır, bütün ilerici uygar insanlığın örneği olduğu gibi, Balkanların ve Asya'nın örnekleri de, Kautsky'nin bu konudaki tutumunun kesin olarak doğru olduğunu tanıtlamaktadır. Ulusal devlet, kapitalizmin kuralı ve "norması"dır; türdeş olmayan uluslar devleti, geriliği temsil eder, ya da istisnadır. Ulusal ilişkiler bakımından, kapitalizmin gelişmesi için en elverişli koşulları, kuşkusuz, ulusal devlet sağlar. Bu, elbette ki, böyle bir devletin, burjuva ilişkileri koruduğu sürece, ulusların sömürülmesini ve ezilmesini önleyebileceği anlamına gelmez. Bu, ancak, marksistlerin, ulusal devletler kurma özlemini doğuran güçlü iktisadi etkenleri görmezlikten gelemeyecekleri anlamına gelebilir. Bu, marksistlerin programındaki "ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri" ilkesi, tarihsel ve iktisadi bakımdan, siyasal kaderlerini tayin etme, siyasal bağımsızlık, ulusal bir devletin kurulmasından başka bir anlama gelemez demektir.
"Ulusal devlet" kurma yolunda burjuva demokratik istemin, marksist açıdan, yani proleter sınıfı bakımından hangi (sayfa 59) koşullarda destekleneceği konusu ileride ayrıntılı olarak incelenecektir. Biz, şimdilik, "kendi kaderini tayin etme" kavramının tanımlanmasıyla yetiniyoruz ve yalnızca Rosa Luxemburg'un bu kavramın ("ulusal devlet") ne anlama geldiğini bildiğini, oysa onun oportünist yandaşlarının, Liebmann'ların, Semkovskilerin, Yurkeviçlerin bunu bile bilmediklerini belirtiyoruz.

ARAZİDE SAVAŞ

Daha önce de söylediğimiz gibi, gerilla savaşı her zaman gerilla taktiğinin uygulanması için en elverişli arazide cereyan etmez. Fakat, bir gerilla grubu, ormanlık ve sarp dağların bulunduğu erişilmesi zor bir bölgede, geçilmez çöller ya da bataklıklar içinde bulunuyorsa, genel taktik daima aynı kalmalı, gerilla savaşının temel kurallarına dayanmalıdır.
Düşmanla teması nasıl kurmalı, düşman nasıl oyalanmalıdır, işte önemli nokta budur. Bölge içinden çıkılmaz, düzenli orduların giremeyeceği kadar tehlikeliyse, gerilla, düzenli ordunun erişebileceği, çarpışmanın mümkün olacağı bölgeye kadar ilerlemelidir.
İlk aşama bittikten, gerilla yaşamını sürdürebilir duruma geldikten sonra, savaşmalıdır. Bunun için durmadan sığınağından çıkmalıdır, fakat, hareketliliğinin elverişsiz arazideki kadar fazla olması gerekmez. Gerilla ordusu düşmanın koşullarına kendini uydurmalıdır, fakat, düşmanın hızla çok miktarda insanı biraraya getirebildiği arazilerdeki kadar çok yerdeğiştirmeye artık ihtiyacı yoktur. Operasyonların gece yapılması da artık gerekli değildir. Genellikle, gündüzleri operasyonlar yapılabilir ve hele yerdeğiştirilebilir. Elbette ki, bütün bunlar, yerde olduğu kadar havada da düşmanın uyanıklığına bağlıdır. Savaşlar, özellikle dağda daha uzun sürebilir; çok az elemanla uzun süreli savaşlara girişilebilir, düşman takviye birliklerinin operasyon alanına kadar gelmesini engellemek çok mümkündür.
Ulaşım yollarının gözetlenmesi gerillanın asla unutmaması gereken bir kuraldır. Düşmanın takviye almakta karşılaştığı güçlükler gerillanın saldırı gücünü artırır; daha yakınlaşabilir, daha doğrudan saldırıya geçebilir, cepheden ve daha uzun süreli savaşabilir. Bütün bunlar, tabii ki, çeşitli koşullara, örneğin cephane miktarına bağılıdır.
Elverişli arazide, örneğin dağda savaşmak, bir çok avantajlı yönlerine rağmen, tek bir operasyonla büyük miktarda silah ve cephane ele geçirememek gibi sakıncalı yönler de gösterir; çünkü, bu gibi bölgelerde, düşman bir takım önlemler alır. (Gerilla, silah ve cephane ikmali kaynağının düşman olduğunu asla unutmamalıdır.) Tersine olarak, böyle yerlerde, elverişsiz araziye nazaran, gerilla güçleri daha hızlı yerleşebilir, mevzii savaşı sürdürebilecek bir merkezi üs oluşturabilirler. Buralarda, gerilla, uçak saldırıları ve uzun menzilli top atışlarına karşı tam bir korunma sağlayarak, hastahaneler, eğitim ve talim merkezleri, ayrıca dağıtılacak malzeme için ambarlar gibi ihtiyaç duyduğu küçük tesisleri kurabilir.
Bu koşullarda, gerilla sayısal gücünü artırabilir, savaşmayan adamları da kapsamına alabilir, hatta gelecekte gerillanın eline düşecek silahları alacak savaşçıları eğitebilir.
Bir gerillanın adamlarının sayısı, yer, yiyecek ikmali kolaylıkları, komşu bölgelerden ezilen insanların kitle halinde kaçışı ve örgütün kendi ihtiyaçları gibi değişebilen ölçütlere bağlıdır. Her ne olursa olsun, yeni savaşçıların katılması yerleşmeyi çok daha kolaylaştırır.
Bu tip bir gerillanın eylem yarıçapı, komşu bölgelerdeki diğer gerillaların operasyonlarının izin verdiği ölçüde geniş olabilir. Bununla birlikte, bu yarıçap, bir operasyon alanından, güvenilir bir bölgeye gitmek için gerekli zamanla sınırlıdır. Yürüyüşlerin ancak gece yapılabileceği hesaba katılırsa, bir gerilla asgari güvenlik noktasından beş-altı saatlik yoldan daha uzak yerlerde operasyonda bulunamaz. Bu güvenlik bölgesinden başlayarak, küçük gerilla grupları, elbette ki, yayılabilir ve gitgide komşu bölgeye sokulabilirler.
Bu tip bir savaş için salık verilen silahlar, uzun menzilli olanlar ve az cephane harcayanlardır; bunlar, otomatik ve yarı otomatik silahlarla desteklenmelidir. Kuzey Amerikan pazarlarında bulunan tüfekler ve makinalı tüfekler arasında, özellikle salık verilecek silahlardan biri Garand denilen M1 tüfeğidir, belirli bir deneyim kazanmış kişilerce kullanılmalı, çünkü çok cephane tüketmek gibi bir sakıncası vardır. Elverişli arazide, kullananlar için daha güvenilir olan üç ayaklı mitralyöz gibi yarı ağır silahlar kullanılabilir; bununla birlikte bunlar daima saldırı değil, savunma silahı olmalıdır.
Yirmibeş kişilik bir gerilla birliği için ideali şudur: on-onbeş kadar bir seferde tek mermi atan tüfek, Garand'dan otomatik tabancaya kadar bir düzine otomatik silah, destek olarak Browning ya da Belçika F.A. L. ve en modern tipte M-14 mitralyöz tüfekleri gibi hafif ve kolay taşınır otomatik silahlar. Otomatik tabancalar arasından, daha çok mermi taşımayı sağlayan 9 mm'likler seçilmelidir, yapıları ne kadar basitse o kadar kullanışlıdırlar, çünkü parçaları kolayca yerine takılabilir. Koşullar ne olursa olsun, cephanesi, silahları elimize düştüğünde kullanacağımız cephanenin aynı olduğundan silahlar düşmanınkinin aynı olmalıdır. Düşmanın kullanabileceği ağır silahlardan kaçınmalıdır. Görünür bir hedef olmadığından uçaklar etkisizdir ve bu gibi bölgelere girmede karşılaştıkları güçlükler göz önüne alınırsa tanklar ve toplar fazla bir işe yaramaz.
Yiyecek ikmali çok önemlidir: genellikle girilmesi zor bölgeler, köylülerin azlığı (ve bunun sonucu olarak tarım ürünleri ve etin doğrudan ikmalinin güçlüğü) nedeniyle sakıncalıdır. Bir takım tatsız kısıtlamaları önlemek ve yedek olarak depolanan asgari bir miktardaki yiyeceğe güvenebilmek için sağlam ulaşım yolları her zaman elaltında bulundurulmalıdır.
Genellikle, böyle bir operasyon alanında geniş çapta sabotaj olanakları azdır. Bölge zor erişilir türden olduğundan, doğrudan bir eylemle zarar verilebilecek binalar, telefon hatları, su kemerleri pek bulunmaz.
Yiyecek ikmali için, yük hayvanları bulundurmak önemlidir. Arazi engebeli olduğundan en uygun hayvan katırdır. (Tam beslenmesinin sağlanması için cayırlıklar olmalıdır.) Katır, başka hiç bir hayvanın geçemeyeceği son derece arızalı yerleri aşabilir. Çok zor durumlarda, insan sırtında taşımaya başvurulmalıdır. Her kişi, günde birkaç saat olmak üzere, yirmibeş kiloluk bir yükü günlerce taşıyabilir.
Dışarıyla bağlantı sağlayan yollar üzerinde, tam olarak güvenilen insanların malzemeyi depo ettiği ve habercileri sakladığı bir dizi konak yeri bulunmalıdır. Yayılma derecesine, gerillanın ulaştığı gelişim düzeyine bağlı olarak iç ulaşım yolları da yaratılabilir. Küba gerilla ordusunun operasyon cephelerinin yeraldığı bazı bölgelerde, kilometrelerce uzunlukta yollar ve telefon hatları kurabilmiş; bütün bölgeleri kaplayan, en kısa bir zaman içinde haber alabileceğimiz bir haberci servisi kurmuştuk.
Küba gerillasının kullanmadığı, dumanla işaretleşme, güneş ışınlarını aynayla yansıtma, haberci güvercinler gibi başka bağlantı olanakları da vardır.
Gerilla silahların, cephanenin bakımına göz kulak olmalı ve herşeyden önce uygun ayakkabılara sahip olmalıdır. Bu hayati bir zorunluluktur. İlk zanaatkarlık çabaları bu konuda yapılmalıdır. Başlangıçta, fabrikalar, eski ayakkabılara pençe vurmak için çalışan kuruluşlardır, daha sonraları işbölümüyle düzgün bir günlük tempoyla ayakkabılar üretecek çeşitli atölyeler kurulabilir. Barut üretimi basittir, gerekli malzemeyi dışardan getirterek küçük bir laboratuarda çok miktarda üretilebilir. Mayınlı araziler, düşman için büyük bir tehlike demektir: geniş mayın tarlaları, bir anda, yüzlerce insanı yere gömebilir.
Az engebeli, ormansız, pek çok ulaştırma yolu olan böyle bir arazide savaşmak için, gerilla savaşının bütün temel koşullarının biraraya gelmiş olması gereklidir; yalnızca yöntemler değişir. Bu tip bir gerillanın hızı olağanüstü olmalıdır; tercihan gece vurulacak darbe son derece hızlı geri çekilmekle kalmamalı, yeni bir üsse ulaşmalıdır. Baskı güçleri için hiçbir sığınağın erişilmez olmadığı asla unutulmamalı, yeni üs başlangıçtaki üsten farklı ve başlangıçtaki yerden mümkün olduğu kadar uzak olmalıdır.
Bir adam, bir gecede, otuz kırk kilometre yol alabilir, fakat aynı şekilde, operasyon bölgelerinin gerilla tarafından çok iyi biçimde kontrol edilmesi ve bölge sakinlerinin düşman ordusuna, gerilla birliğinin durumunu ve gittiği yönü bildirmesi gibi bir tehlike bulunmaması koşuluyla günün ilk saatlerinde de yürünebilir. Eğer belirtilen tehlike söz konusuysa, daima gece eyleme geçmeli, eylemden önce ve sonra tam bir sessizlik içinde bulunulmalı, bunun için gecenin ilk saatleri seçilmelidir. Bu durumda da, hesaplar ters çıkabilir; çünkü öyle durumlar vardır ki şafak saatleri daha uygundur. Durum ne olursa olsun, düşmanı asla belirli bir savaş biçimine alıştırmamalı; gerillalar yerleri, saatleri, operasyon biçimlerini sürekli olarak değiştirmelidir.

GERİLLA SAVAŞININ TAKTİĞİ

Taktik, büyük stratejik hedefleri izlemenin pratik yöntemidir.
Taktik, stratejinin tamamlayıcısı ve bazı yönlerden, uygulanmaya konuluşudur. Son hedeflere göre çok daha değişken, çok daha esnek olan taktik yöntemler, savaşın bütün koşullarına uymak zorundadır. Savaş süresince, sabit ve değişen taktikler vardır. Herşeyden önce, gerilla eyleminin, düşmanınkine uydurmaya dikkat etmelidir.
Bir gerilla birliğinin belirleyici özelliği, birkaç dakika içinde eylem yerinden uzaklaşmasını, hatta gerekli ise, birkaç saat içinde harekât bölgesinden uzak yerlere gitmesini sağlayan hareketliliğidir. Hareketlilik, sürekli olarak cephe değiştirmesini ve kuşatılmanın her türlüsünü önlemesini sağlar. Savaşın aşamalanna göre, gerilla, kuşatmadan kurtulmak için kendini özellikle geri çekilmeye hasredebilir, bu, kuşatıcıları, belki de kendileri için özellikle elverişsiz olacak bir savaşa sürüklemenin tek yoludur, kuşatmaya karşı savaşlara da girişebilir: küçük bir grup, görünüşte düşman tarafından sarılmış gibi yaparken, düşman birden bire kendini sayıca daha üstün bir grup tarafından çevrilmiş bulur, ya da bu küçük grup, ele geçirilmez bir mevzide sipere yatar, bunlar yem rolü oynar, bütün askeri birlikler ve bütün malzeme düzenli ordunun yardımına geldiğinde, çevrilir ve yokedilir. Bu savaş hareketine, bu adı taşıyan dansla alan benzerliğinden dolayı "menüet" denir: örneğin, gerillalar, her önemli noktada beş-altı adam olmak üzere bir yürüyüş kolunu çevirir, yalnız, kendileri sarılmamak için yeteri kadar uzakta dururlar. Gruplardan biri çarpışmayı başlatır; otomatikman yürüyüş kolu bütün gücünü bu grubun üzerine yöneltir. Bu anda, düşmanla teması kaybetmeksizin, gerillalar geri çekilir, aynı anda bu kez diğer bir gruptan gelen saldırı başlar. Ordu, daha önceki manevrasını tekrarlar, gerillalar yeniden geri çekilir. Böylece büyük bir tehlikeyle karşı karşıya gelinmeden, bir düşman kolunu hareketsiz bırakmak, büyük miktarda cephanesini boşuboşuna harcatmak ve moralini bozmak mümkündür.
Gece, aynı taktik uygulanır, fakat bu kez daha büyük bir saldırganlık gösterilir, çünkü bu durumda kuşatma daha zordur. Gece eylemi, gerilla savaşının bir başka önemli özelliğidir. Saldırılacak mevzilere en çok yaklaşmayı sağlar, az bilinen ya da tanınma olasılığı bulunan bölgelerde dolaşmaya uygundur. Elbette ki, sayısal azlık göz önünde bulundurularak, bu saldırıların daima şaşırtıcı biçimde yapılması zorunludur, bunun avantaji büyüktür, gerillalara, kendileri kayıp vermeksizin düşmana kayıp verdirmeyi sağlar; gerçekte, bir yanda yüz, diğer yanda on adam olan bir savaşta kayıplar eşit olamaz. Düşman, ne zaman olursa olsun kayıplarını yerine koyabilir, yukarıda verdiğimiz örneğe göre, bir askerin ölümü halinde kaybı gücünün %1'inden fazla değildir. Gerillanın kayıplarını yerine koyması ise daha uzun zaman alır, çünkü gerilla yüksek bir uzmanlık kazanmış askerdir ve kayıplar toplam gücünün % 10'udur.
Gerilla tarafında, hiçbir ölü asker, savaş için çok değerli olan silah ve cephanesiyle terkedilmemelidir. Bütün gerillaların görevi, bir yoldaşları düşer düşmez, silahlarını almaktır. Gerilla, savaşının bir başka özelliği, gerekli cephaneye gösterilen özen ve bakımdır. Bir gerilla ile düzenli bir ordu arasındaki savaşta, hasımlar ateş etme tarzlarından ayırdedilebilir: düzenli ordu tarafında yoğun ateş, gerillalarin tarafındaysa, aralıklı ve isabetli atışlar.
Bir kez, düşmanin ilerleyişini önlemek için şimdi ölmüş olan bir kahramanımız, beş dakika süreyle aralıksız makinalı tüfeğiyle atışını sürdürmüştü. Güçlerimiz, bu atış temposu karşısında şaşırmış, bu önemli mevziin hasmın eline düştüğünü sanmışlardı. Bu, savunulan noktanın, önemi nedeniyle cephaneyi iktisatlı kullanmayı düşünmediğimiz ender olaylardan biriydi.
Gerillanın temel belirleyici niteliklerinden biri de, kendini tüm koşullara uydurabilme ve bütün ani olayları lehe çevirme yeteneğidir. Klasik savaş kurallarının katılığı karşısında, gerilla, savaşın her anında, kendine özgü taktikler yaratır, düşmanını sürekli şaşırtır.
Her şeyden önce mevzileri daima esnektir: bunlar, düşmanin geçemeyeceği belirli yerler ve şaşırtma hareketi için gerekli noktalardır. Sık sık, düzenli ilerleyen ve engelleri aşan düşmanın birdenbire durdurulduğunu, daha ileri gidemediğini farkedince kapıldığı şaşkınlık izlenir. Bunun nedeni, araziyi ciddi şekilde inceleyen gerillaların ellerinde bulundurdukları mevzilerin alınmaz olduğudur. Saldırganların sayısının önemi yoktur, savunanların sayısı geçerlidir, bu sayı yeterliyse bir alaya karşı da direnebilir ve her zaman diyemezsek de, hemen hemen her zaman, bu direniş başarılı olur. Şeflerin başlıca görevi, bir mevzinin sonuna kadar savunulabileceği yeri ve anı doğru seçebilmektir.
Gerilla için saldırı tekniği tamamen başkadır, saldırı şaşırtmayla başlar, öfkeli, dizginsiz başlayan hücum, birdenbire tam bir pasifliğe gömülür. Sağ kalan düşmanlar, saldırganların kaçtığını sanıp sakinleşirler, dinlenirler, kışla içinde ya da kuşatılan şehirde normal hayatlarına döner, birdenbire, başka bir noktadan, aynı özellikleri gösteren başka bir saldırı ortaya çıkar, bu sırada, gerillanın en büyük güçleri, düşmanın olası takviyesini kollar. Bazen, bir mahalleyi savunan bir kol, şiddetli bir saldırıya uğrar, gerillaların eline düşer. Saldırıda önemli olan, şaşırtma ve hızdır.
Sabotaj eylemlerinin önemi çok büyüktür. Etkisi yüksek bir devrim aracı olan sabotaj, genellikle az etkili, önceden görülemeyen koşullar içinde yapıldığında suçsuz insanlar arasından çok kurban veren, devrime yararlı çok sayıda hayata kıyan teröiist eylemlerden ayırdedilmelidir. Terörizm, zalimliğiyle, baskı yapmada etkililiğiyle tanınan, baskı güçlerinin önemli bir yöneticisini cezalandırmak için, yokedilmesinin yararlı olacağı biliniyorsa uygulanan bir yöntem olarak kabul edilmelidir. Fakat, önemi az olan, ölümü daha sıkı bir baskıya neden olacak bir birey hiçbir zaman öldürülmemelidir.
Terörizmin değerlendirilmesinde çok tartışılan bir nokta vardır. Bazıları, polis baskısına sebep olmanın ya da şiddetlenkesine yolaçmanın kitlelerle tüm az ya da çok yasal —ya da yarı-gizli— bağlari güçleştirdiğini, zamanı geldiğinde gerekli olacak eylemler için gruplaşmayı olanaksızlaştırdığını kabul ederler. Kendi başına bu doğrudur, fakat, bir iç savaş süresince, belirli bir halk için, baskının zaten her türlü yasal eylemi ortadan kaldıracak kadar şiddetli olduğu durumlar da vardır. Bu durumda, silahla desteklenmedikçe kitle eylemi olanaksızdır. O halde uygulanacak yöntemlerin seçimine çok dikkat edilmesi, devrim için yararlanilabilecek elverişli koşulların incelenmesi gerekir. Koşullar ne olursa olsun, sabotaj iyi kullanıldığında, daima daha etkili bir silahtır. Sabotajdan, halkın bir kesimini felce uğratacak, başka deyişle, bir toplumun normal yaşayışını felce uğratmaksızın işsizlik yaratacak biçimde üretim araçlarını kullanılmaz duruma getirmekte yararlanılmamalıdır. Diğer kelimelerle, bir elektrik santralinin sabote edilmesi hem etkili hem yerindeyken, bir gazoz fabrikasını sabote etmek güllünçtür.
İkinci durumda, birkaç işçi işinden edilir, fakat bununla endüstriyel hayatta hiçbir değişiklik olmaz. Birinci halde ise, yine bir işçi transferi olacaktır, fakat, bu kez, bölgede tüm hayatı felce uğramasından dolayı bu tamamen yerinde bir hareket sayılabilir. Sabotaj tekniğine daha sonradan tekrar döneceğiz.
Ordunun en gözde silahlarından biri de uçaklardır, fakat, gerilla savaşının birinci aşamasında bunların sayısı az ve bunlar engebeli bir arazide dağılmış durumdadırlar. Uçaklar, gözle görünür ve örgütlü savunma sistemlerini sistematik olarak yokettiklerinde etkili olurlar, bizim savaş tipimizde durum bu değildir. Ayrıca, hava saldırıları, yürüyüş kolları, düz ve korunaksız arazi gibi durumlarda da etkilidir, fakat, gece yürüyüşleri yapmakla kolayca savuşturulabilir. Yollar ya da demiryolları aracılığıyla ulaşım, düşmanın zayıf noktalarından biridir. Bir yolu ya da demiryolunu metre metre gözetim altında bulundurmak, pratikte olanaksızdır. Neresine olursa o!sun, bir araç geçtiği sırada patlayacak, yolun tahrip edilmesinden başka, ayrıca büyük bir insan ve malzeme kaybına yolaçacak şekilde patlayıcı madde yerleştirmekle yol kullanılmaz duruma getirilebilir.
Patlayıcıların kaynaklan çok çeşitlidir; dışarıdan getirtilebilir, düşmandan elde edilen patlamamış mermiler bu amaçla kullanılabilir, gerilla mıntıkası içinde, gizli laboratuarlarda imal edilebilir. Bunları patlatmak için kullanılan teknikler de çok çeşitlidir. Bu patlayıcıların üretimi de gerillanın içinde bulunduğu koşullara bağlıdır .
Laboratuarlarımızda, patlayıcı olarak kullandığımız barutu üretiyorduk. İstenilen anda bu mayınları patlatacak çeşitli patlayıcılar icat etmiştik. En iyi sonuçları verenler, elektrikli düzeneklerdi. İlk patlattığımız mayın, düşman uçaklarının attığı, içine çeşitli patlayıcılar yerleştirdiğimiz bir bombaydı. Bu bomba, tetiğine bir kordon taktığımız bir tüfeğe bağlıydı. Bir düşman tankı geçtiğinde, kordonu çekiyorduk, atış bombayı patlatıyordu.
Bu teknikler son derece geliştirilebilir. Cezayir'de, örneğin, şimdilerde, Fransız sömürgeci iktidarına karşı, radyo aracılığıyla harekete geçirildikleri noktadan çok uzakta patlayan, uzaktan kumanda edilen mayınlar kullanıldığını öğrendik.
Mayın patlatmak için yollarda pusuya yatmak ve hayatta kalanları yoketmek, silah ve cephane edinmek çok kazançlı bir tekniktir, düşman ne silah kullanmaya ne de kaçmaya zaman bulabilir. Çok az cephane harcayarak, önemli sonuçlara ulaşılabilir.
Bu hırpalanmalar, düşmanı taktiklerini değiştirmeye zorlar. Yer değiştirmeler, artık tek tek araçlarla değil, gerçek motorize birliklerle yapılmaya başlanır. Bununla birlikte, yeri iyi seçilirse, aynı sonuçlara varılabilir, birlik dağıtılır, güçler tek bir aracın üzerinde yoğunlaştırılır. Bu durumda, gerilla savaşı taktiğinin temel unsurları gözönünde bulundurulmalıdır: arazinin son derece iyi bilinmesi, ve kaçıp kurtulmaya yarayacak bütün ikinci derecedeki yolların gözetlenmesi. Bölge halkının tanınması, ikmal, ulaşım, yaralı arkadaşların geçici ya da sürekli olarak gizlice misafir edilmesi gibi konularda halkın tam desteğine sahip olma. Son olarak, belirli bir noktada sayısal üstünlük, büyük bir hareketlilik ve yedekler.
Bütün bu koşullar biraraya gelmişse, düşmanın ulaşım yollarının şaşırtıcı saldırılara uğratılması,oldukça önemli sonuçlar verir.
Gerilla taktiğinin önemli bir öğesi, tüm insanlara karşı takınılacak tavırdır. Düşmana karşı davranış başlı başına önem taşır: saldırı büyük bir şiddetle yapılmalıdır, aynı şekilde, hafiyeliğe, cinayet işlemeye kalkışan bütün nefret verici unsurlara karşı da aynı tutum sözkonusudur. Fakat, askeri görevlerini yerine getirmek için dövüşen -ya da öyle sanan- askerlere karşı olanaklar elverdiği ölçüde merhametli olunmalıdır. Büyük harekat üsleri ya da düşmanın erişemediği yerler yoksa, esir alınmamalıdır: hayatta kalanlar serbest bırakılmalı, yaralılar, tüm çarelere başvurularak tedavi edilmelidir. Sivil halka karşı davranışların temeli, bölge halkının gelenek ve adetlerine büyük bir saygı olmalı, gerillanın ahlaki bakımından ezici askere göre üstünlüğünü kanıtlamalıdır. Özel durumlar dışında, suçluya kendini savunma olanağı vermeden adalet yerine getirilmemelidir.

GERİLLA SAVAŞININ STRATEJİSİ

Gerilla terminolojisinde, strateji, topyekün askeri durumun ışığında ulaşılacak hedeflerin ve bu hedeflere ulaşmanın değişik yollarının tahlilinin kavranışıdır.
Gerilla kolunun bakış açısından doğru bir stratejik değerlendirme için, temel olarak düşmanın hareket tarzının ne olacağını tahlil etmek zorunludur. Eğer son hedef, her zaman, hasım gücün topyekün imhasıysa, düşman, bir iç savaşta bu standart görevle karşı karşıyadır: o, gerilla kolunun tüm üyelerini topyekün imha etmeye girişmek zorundadır. Diğer taraftan gerilla savaşçısı, düşmanın bu çözüme ulaşmak için hangi çarelere güvendiğini, hangi araçlara dayandığını, insan, hareketlilik, halkın desteği, silahlanma ve kumandanın niteliği durumlarını tahlil etmek zorundadır. Stratejimiz, son hedefimizin düşmanı yenilgiye uğratmak olduğunu aklımızdan çıkartmayarak bu sonuçlara uygun olarak saptanmalıdır.
İncelenecek temel yönler vardır: örneğin, techizat ve bu techizatın kullanım tarzı. Bu tür bir savaşta, bir tankın, bir uçağın değerinin ne olacağının kesinlikle araştırılması. Düşmanın silahları, mühimmatı, alışkanlıkları gözönünde tutulmalıdır; çünkü, gerilla gücünün temel ikmal kaynağı, düşmanın techizatıdır. Seçme olanağı varsa, düşmanın kullandığıyla aynı tip tercih edilmelidir, çünkü gerilla kolunun en büyük sorunu mühimmat eksikliğidir ve hasmı buna fazlasıyla sahiptir.
Hedefler tahlil edilip saptandıktan sonra, son hedefe ulaşmak için izlenecek adımların planlanması gereklidir. Bu, savaşın gelişimine ve önceden görülemeyen koşulların ortaya çıkmasına bağlı olarak değiştirilebilecek ve düzenlenebilecek olsa da, bir ön planlama olacaktır.
Başlangıçta, gerilla savaşçısının temel görevi, imhadan kendini korumaktır. Yavaş yavaş, gerilla kolunun ya da kollarının üyeleri için bu yaşam tarzına kendilerini uydurmak ve kaçmayı becermek, düşman güçlerinin günlük saldırılarından kurtulmak kolaylaşacaktır. Bu koşullara ulaşıldıktan sonra, gerilla, düşmanın menzilinin dışında ya da düşmanın saldırmaya cesaret edemeyeceği derecede büyük bir güç toplayarak ulaşılamaz bir konuma sahip olarak düşmanı tedrici olarak yıpratmayı sürdürmesi gereklidir. Bu, ilkin, gerilla koluna karşı etkin savaş noktalarına en yakın yerlerde ve daha sonra düşman bölgesinin içlerinde yürütülecektir; düşmanın iletişim hatlarına saldırılacaktır; daha sonra da, düşmanın merkez üsleri ile harekât üslerine saldırılacak ya da taciz edilecek, gerilla güçlerinin tüm olanakları her yerde kullanılarak düşman çaresizliğe düşürülecektir.
Sürekli olarak vurmalıdır. Harekât bölgesinde bulunan düşman askerine uyuyacak zaman bırakmamalıdır. İleri karakolları sistematik olarak saldırıya uğratılmalı ve tasfiye edilmelidir. Her an düşmanda çepeçevre kuşatıldığı izlenimini uyandırmalıdır. Bu saldırılar, ormanlık ve engebeli arazide gece ve gündüz aynı şiddette sürdürülmeli; düşman devriyelerinin girmesi kolay olan açık arazilerde sadece geceleri yapılmalıdır. Bütün bunlar, halkla tam bir işbirliği ve arazinin çok iyi bilinmesini gerektirir. Bu iki koşul, gerilla savaşçısının yaşamının her dakikasında yeniden kendini gösterir. Bu nedenle, şimdiki ve gelecekteki harekât alanlarının eğitim merkezlerinin yanısıra, yoğun bir kitle çalışması, devrimin itici güçlerinin ve hedeflerinin anlatılması, kesinlikle düşmanın halka karşı zafer kazanamayacağı çürütülemez gerçeğinin propagandasının yapılması gereklidir. Bu kesin gerçeği hissetmeyen gerilla savaşçısı olamaz.
Başlangıçta, çalışma gizlice yürütülmelidir. Her köylüye, içinde çalışılan topluluğun her üyesine, gördüğü ve işittiği şeyleri kimseye açıklamaması öğütlenmelidir. Daha sonraları, devrime karşı doğruluklarına en sağlam biçimde güvenilen köylülerin yardımına başvurulur, sonra bunlar bağlantı, eşya ve silah taşınması gibi görevlerde kullanılır, bildikleri bölgelerde kılavuzluk yaparlar. Sonunda, çalışma merkezlerinde artık örgütlenmiş olan kitlelerin eylemine sıra gelir, bunun sonucu genel grevdir.
Grev, iç savaşlarda en önemli bir faktördür, fakat buna erişmek için ikinci dereceden bir dizi koşul gereklidir. Bu koşullar her zaman mevcut değildir ve çok az durumda kendiliğinden oluşurlar. Devrimin amaçlarını açıklayarak ve halkın gerçek gücünü ve olanaklarını göstererek bu temel koşulları yaratmak gereklidir.
Yine, daha önceleri, nisbeten daha az tehlikeli işlerde etkinliklerini göstermiş, çok homojen, belirli küçük gruplara başvurarak sabotaj yaptırmaya başlamalıdır. Bu, gerilla savaşının bir başka etkili silahıdır, tüm ordular felce uğratılabilir, bir bölgenin endüstriyel hayatı altüst edilebilir, bir şehrin sakinleri çalışmaktan alıkonulabilir, ışıktan, sudan, haberleşmeden yoksun edilebilir, bazı saatler dışında sokağa çıkmamaya zorlanabilir.
Bu başarılırsa, savaşçı birlikleriyle birlikte düşmanın morali giderek düşer, istenilen zamanda toplanacak biçimde meyva olgunlaşmıştır.
Gerilla eyleminin yeraldığı toprağın genişletilmesi düşünülebilir. Fakat asla aşırı büyümeye vardırılmamalıdır. Daima güçlü bir harekât üssü bulundurulmalı ve tüm savaş süresince güçlendirilmesi sürdürülmelidir. Bölge halkına yeni düşünceler kabul ettirilmeli, azılı devrim düşmanları tecrit edilmeli ve bu alanın içinde, siperler, mayınlar ve haberleşme gibi tamamen savunmayla ilgili sistemler geliştirilmelidir.
Bir gerilla birliği silah ve savaşçı bakımından azımsanmayacak bir güce ulaştığında, yeni kollar oluşturulmalıdır. Bu, arı kovanında yeni kraliçe arının, arıların bir kısmıyla başka bir bölgeye gitmesiyle aynı şeydir. Daha önce açıkladığımız sürece göre, yeni kollar diğer düşman bölgelerine nüfuz ederken, ana kovan, en değerli gerilla şefi ile daha az tehlikeli bölgede kalır.
Bir an gelir ki, çeşitli kolların işgal ettiği alan bunlara çok dar gelmeye başlar, düşman tarafından sağlam şekilde elde tutulan bölgelere doğru ilerlerken büyük güçlerle karşı karşıya gelebilirler. Bu durumda kollar birleşir, sıkı bir cephe oluştururlar, mevzii savaş verir, düzenli ordu gibi savaşırlar. Bununla birlikte, eski gerilla ordusu üssünden ayrılamaz. O halde, düşman hatlarının gerisinde, yeni gerilla kolları oluşturulması gerekir, bunlar birinciler gibi davranır ve yavaş yavaş kontrolleri altına alıncaya kadar, yeni bölgeye nüfuz ederler.
Böylece gerillalar, saldırı aşamasına, müstahkem üsleri kuşatma ve takviye güçlerini bozguna uğratma aşamasına, kitlelerin her gün daha da artan kitle eylemleri aşamasına erişirler; ve tüm ulusal topraklar üzerinde savaşın nihai amacına, zafere ulaşırlar.

GERİLLA SAVAŞININ ÖZÜ

Küba halkının, Batista diktatörlüğüne karşı silahlı zaferi, sadece, tüm dünya gazetelerinin yazdığı gibi destansı bir zafer olmakla kalmamış, Latin Amerika halk kitlelerinin davranışlarıyla ilgili eski dogmaları da yıkmıştır. Bu devrim bir halkın, gerilla savaşıyla, kendisini ezen bir yönetimden kurtulabileceğini elle tutulur, gözle görülür biçimde kanıtlamıştır.
Küba devriminin:
1. Halk güçlerinin düzenli orduya karşı savaşı kazanabileceğini,
2. Devrim yapmak için tüm koşulların biraraya gelmesini beklemenin her zaman gerekli olmadığını, ayaklanma odağının bunları yaratabileceğini,
3. Azgelişmiş Amerika'da, silahlı savaşın temel alanının kır olması gerektiğini kanıtlayarak, Amerika'da devrimci hareketlerin mekanizmasında üç temel değişim meydana getirdiğini düşünüyoruz.
İlk iki madde, hareketsizliklerini profesyonel ordulara karşı birşey yapılamayacağı gibi bahanelerle haklı çıkarmaya çalışan devrimcilerin ya da sözde-devrimcilerin, mekanik biçimde bütün nesnel ve öznel koşulların biraraya gelmesini bekleyen, bunları hızlandırmayı düşünmeyenlerin bozgunculuklarına karşıdır. Bu çürütülemez iki gerçek, bugün tamamen açıktır; fakat eskiden bunlar Küba' da tartışılıyordu ve belki de Latin-Amerika'da hâlâ bu böyledir.
Tabii ki, devrim için gerekli tüm koşulların biraraya gelmesi için yalnızca gerilla faaliyetinin itici gücü yetmez. İlk odağın kuruluş ve sağlamlaştırılmasının en azından bazı elverişli koşulları gerektirdiği unutulmamalıdır. Halk, sivil talepler çerçevesinde sosyal amaçlar için savaşmanın beyhude olduğunu açıkça görmelidir. Barışı bozan, kesinlikle, ezenlerin hukuka karşı iktidarda kalmalarıdır.
Bu koşullarda, halkın hoşnutsuzluğu giderek daha kesinlikle kendini açığa vuracak ve direnişin, başlangıçta otoritelerin tutumu yüzünden, bir mücadele embriyonu halinde kristalleşeceği an gelecektir.
Bir hükümet, hileli olsun ya da olmasın, halk oyuyla iktidara gelmişse ve az da olsa anayasaya uygunluk görünümünü koruyorsa, barışçıl mücadele olanakları henüz tüketilmiş olmayacağından, gerillanın çıkışı gelişemeyebilir.
Üçüncü katkı, stratejinin temelidir; stratejik düzen, dogmatik ölçütlere bağlı kalarak, kitle mücadelesini şehir hareketlerinde merkezleştirmeyi ileri sürenlere, bütün azgelişmiş Amerika ülkelerinin hayatında köylülüğün çok büyük katkısını tümüyle unutanlara karşı koyacak biçimde kurulmalıdır. Örgütlü işçi kitlelerinin şehirlerdeki mücadelelerini küçümsemiyoruz, yalnızca, anayasalarımızın garantilerinin havada kaldığı ya da bilmezlikten gelindiği durumlarda, onların silahlı mücadeleye katılımının gerçek olanağını dikkatli bir biçimde tahlil etmek zorundayız. Bu koşullarda, illegal işçi hareketi çok büyük tehlikelerle yüzyüzedir. Onlar, silahsız olarak gizlice faaliyet yürütmek zorundadırlar. Kırda ise, durum bu kadar zor değildir, çünkü kırsal bölgelerde, baskı güçlerinin erişemediği yerlerde yaşayanlar silahlı gerillanın desteğindedir.
Daha ilerde, çözümlememizi inceden inceye geliştireceğiz, fakat şimdiden, daha bu eserin başında, bizce temel katkımız olan, Küba devrimci deneyinden çıkarılmış, bu üç sonucu not edelim.
Gerilla savaşı, halkın kurtuluş mücadelesinin temeli olarak, her zaman aynı kurtuluş iradesinden kaynaklanmakla birlikte, bazı karakteristikler, çeşitli yönler gösterir. Açıktır ki —ve yazarlar bunu daima söylemişlerdir— savaş bir dizi belirli bilimsel yasaya karşılık verir ve bunlara uymayan başarısızlığa mahkumdur. Gerilla savaşı klâsik savaşın bir aşamasıdır; bunun bütün yasalarınca yönetilmelidir; fakat özel yönüyle, ayrıca uyulması gerekli ek yasalar getirir. Her ülkenin coğrafi ve toplumsal koşulları, gerilla savaşının kendini uyduracağı tarzları ve özel biçimleri belirler, fakat genel yasalar bu tip mücadelelerin hepsi için geçerlidir.
Şu an için bizim görevimiz, bu tip savaşın dayanacağı temel ilkeleri, kurtuluşlarını arayan halkların izleyeceği kuralları bulmak; gerçeklerden yola çıkarak teoriyi geliştirmek ve başkalarının yararlanması için deneyimimizi ortaya koymak ve genelleştirmektir.
Gözönünde tutulacak ilk soru, gerilla savaşında, savaşan tarafların kimler olduğudur. Bir yanda, ezenler ve onun ajanları, iyi teçhizatlanmış ve disiplinli profesyonel ordu; bu grup, çoğu durumlarda dışardan gelecek desteğe, ezenlerin uydusu olan bürokrasiye güvenebilir. Diğer yanda, ülkenin ya da söz konusu bölgenin halkı. Gerilla savaşının, bir kitle savaşı, bir halk savaşı olduğunu belirtmek önemlidir. Gerilla kolu, silahlı bir çekirdektir, halkın savaşan öncüsüdür. Onun gücünün kaynağı halk kitleleridir. Gerilla kolu, ateş gücü daha düşük olduğu halde, dövüştüğü düzenli ordudan sayıca az bir askeri birlik olarak düşünülmemelidir. Gerilla savaşı, ezenlere karşı savunmada çok az bir silaha sahip olsa da, çoğunluğun desteğine sahiptir.
Öyleyse, gerilla savaşçısı, yerel halkın tam desteğine güvenir, bu kesinlikle aranan bir koşuldur. Bir bölgede faaliyet gösteren haydut çeteleri örneğini gözümüzün önüne getirdiğimizde, bu apaçık görünür. Bu çeteler, gerilla ordusunun bütün karakteristiklerine sahiptirler: birlik, şefe saygı, cesaret, araziyi tanıma ve çok kez izlenecek taktiği cesaretle benimseme. Ancak, halkın desteğinden yoksun olmaları nedeniyle bu çeteler önüne geçilemez biçimde kamu gücü tarafından zararsız duruma getirilir ya da yokedilir.
Gerilla kolunun harekât tarzını tahlil ettikten, mücadele biçimini inceledikten, kitle tabanını anladıktan sonra, şu soruya yanıt verebiliriz: Gerilla savaşçısı niçin savaşır? Bu sorudan hareketle, kaçınılmaz olarak gerilla savaşçısının toplumsal reformcu olduğu, halkın ezenlere karşı için için kaynayan protestosunun yankısını meydana getirmek için silahları eline aldığı ve tüm silahsız kardeşlerini rezillik ve yoksulluk içinde tutan toplumsal rejimi değiştirmek için dövüştüğü sonucuna varırız. Gerilla savşaçısı, belirli bir dönemin egemen kurumlarına saldırır, bunu, koşulların izin verdiğince büyük bir güçle, bu kurumların yapılarını yıkmak için yapar.
GeriIla savaşı taktiğini, daha derinlemesine incelediğimizde, gerilla savaşçısının araziyi, varış ve geri çekilme yollarını, hızla manevra yapma olanaklarını, saklanılacak yerleri, ve tabii ki halkın desteğini eksiksiz bilmesi gerektiğini göreceğiz. Bütün bunlar, gerilla savaşçısının eylemini kırsal alanlarda ve küçük bir nüfusun yaşadığı meskün yerlerde, özellikle toprak mülkiyetinin toplumsal yapısını değiştirmek amacıyla yapılan halkın hak isteme mücadelelerinin yeraldığı yerlerde yapacağını gösteriyor. Diğer kelimelerle, gerilla savaşçısı herşeyden önce tarım devrimcisidir. Büyük köylü kitlesinin isteğini dile getirir: toprak sahibi olmak, üretim araçlarının, hayvanlarının, yıllar boyunca özledikleri herşeyin, hayatlarını ve üzerinde ölecekleri toprağı oluşturan herşeyin sahibi olmak.
İki ayrı tip gerilla savaşı olduğunu belirtmek gerekir: birincisi, büyük düzenli orduların tamamlayıcısı olan mücadele şekli —örneğin Sovyetler Birliği'nde Ukraynalı partizanlarda olduğu gibi— bu incelememizde gözönüne alınmamıştır. Bizi ilgilendiren yalnız ikinci biçimdir: Sömürge olsun olmasın, kurulu iktidara karşı mücadele içinde ilerleyen, tek üs olarak kırsal bölgelerde yerleşen ve yayılan silahlı bir grubun mücadelesi. Mücadeleyi harekete geçiren ideolojik yapı ne olursa olsun, ekonomik temelini toprak mülkiyeti isteği oluşturur.
Mao'nun Çin'i, güneyde, bozguna uğratılan ve hemen hemen yokedilen işçi gruplarının mücadelesiyle devrime başladı. Ancak, Yunnan büyük yürüyüşünden sonra, kırlara dayanınca ve hak davalarının temeli olarak tarım reformunu kabul edince yerleşti ve yükselen ilerleyişine başladı. Çinhindi'nde Ho Chi Minh' in mücadelesi, Fransız sömürgeci boyunduruğunun altında ezilen pirinç yetiştiricisi köylülere dayalıdır ve bu gücün yardımıyla, sömürgecileri alaşağı edecek kadar ilerlemiştir. Her iki durumda da, saldırgan Japonya'ya karşı yurtsever savaşın oluşturduğu paranteze rağmen, toprak için mücadele ekonomik temeli ortadan kalkmamıştır. Cezayir olayında, büyük arap milliyetçiliği düşüncesi, Cezayir'in hemen hemen tüm ekilebilir topraklarından bir milyon Fransız sömürgecisinin yararlanmasında ekonomik karşılığını bulmuştu. Özel koşulları gerilla savaşına uygun olmayan Porto-Rico gibi ülkelerde, hergünkü ırk ayrımına bağlı aşağılamalar yüzünden en derinden yaralanan ulusal ruhun temeli (proleterleştirilmiş olmasına rağmen) köylünün, istilacı yankee tarafından elinden alınan toprağı için duyduğu özlemdir. Başka koşullar altında olmakla birlikte, 30 yıllarının kurtuluş savaşı sırasında toprak mülkiyeti haklarını birlikte savunmak için gruplaşan Doğu Küba çiftliklerinin köylü, köle ve küçük mülk sahiplerini harekete geçiren de aynı merkez düşünceydi.
Gerilla savaşının gelişim olanakları hesaba katıldığında, yani gerilla kolunun gelişimiyle potansiyel olarak mevzii savaşa dönüşme olanakları hesaba katıldığında, bu savaş tipinin özel niteliğine rağmen, mevzii savaşın embriyonu, bir taslağı olarak kabul edilebilir. Konvansiyonel savaşa kadar gerilla kolunun gelişme ve savaş tarzını değiştirme olanağı, her muharebere, her çarpışmada ya da çatışmada düşmanı yenme olanağını olabildiğince büyütür. Bu yüzden, temel ilke, kesinkes kazanılamayacak hiçbir muharebeye, çarpışmaya ya da çatışmaya girişmemektir. Kötü niyetle yapılmış bir tanımlamaya göre, "gerilla savaşçısı savaş düzenbazıdır". Bunun anlamı, gerilla savaşının temel unsurlarının gizlilik, hile ve şaşırtmaca (süpriz) olduğudur. Tabii ki bu özel bir düzenbazlıktır, bazı anlarda zorlayıcı nedenlerle uygulanır, savaşın mutlaka bunlarla yapılacağına inandırıldığımız romantik ve sportmence görüşlerden farklı bir yol tutulur.
Savaş daima hasımlardan birinin diğerini imha etmeye çalıştığı bir mücadeledir. Bu amaca ulaşmak için hasımlar, güç kullanmanın dışında, her türlü kurnazlığa ve savaş hilesine başvurur. Askeri strateji ile taktikler, hasım grupların hedeflerinin ve bu hedeflere ulaşmak için kullandıkları araçların tahlilini ifade eder. Bu araçlar, düşmanın zayıf noktalarının avantajlarını kullanmayı içerir. Mevzii savaşta büyük bir ordunun her tekil birliğinin savaş eylemi, gerilla kolunun eylemiyle benzer özellikler gösterecektir: gizlilik, hile ve şaşırtmaca (süpriz). Ancak karşı taraf şaşırtmacayı (süprizi) önlemek için hazır bekliyorsa, bu taktik uygulanmaz. Ama yine de, gerilla kolu, kendi başına bir birlik olduğundan ve düşman tarafından denetlenemeyen geniş bir bölgede hareket ettiğinden, her zaman bu tür şaşırtmaca (süpriz) taktiğini gerilla saldırılarında uygulama olanağına sahiptir ve gerilla savaşçısının görevi bunu yapmaktır.
Bu, bazen "vur ve kaç" olarak adlandırılır ve bu doğrudur. Vur ve kaç, bekle, pusuya yat, tekrar vur ve kaç, ve düşmana hiçbir dinlenme olanağı tanımaksızın sürekli yinele. Burada, geri çekilme ve cephesel savaştan kaçınma tutumu, olumsuz bir yön olarak görünür. Bununla beraber, bu durum, herhangi bir savaşta olduğu gibi, son amacı düşmanı imha etmek, zafer kazanmak olan gerilla savaşının genel stratejisinin bir sonucudur. Nitekim, açıktır ki, gerilla savaşı, kesin zafere ulaşmak için uygun bir aşama değildir. Gerilla savaşı, savaşın başlangıç aşamasıdır ve sürekli gelişerek düzenli ordu özelliklerine sahip bir gerilla ordusu haline dönüşecektir.
O anda, düşmana son darbeyi vurmaya ve zafere ulaşmaya hazır olacaktır. Zafer, temeli bir gerilla ordusuna da dayansa, her zaman düzenli ordunun ürünü olacaktır. Modern savaşta bir tümenin generali birliklerinin başında ölmediği gibi; kendi kendinin generali olan gerilla savaşçısının da her muharebede ölmesi gerekli değildir. Yaşamını vermeye hazırdır, fakat gerilla savaşının bu olumlu yönü, her gerilla savaşçısının bir ideali savunmak için değil, onu gerçeğe çevirmek için ölmeye hazır oluşudur. Bu, gerilla savaşının (fighting) temelidir, özüdür. Mucizevi bir biçimde, küçük bir insan kolu, onu destekleyen büyük halk güçlerinin silahlı öncüsü, taktik hedeflerin ötesinde, kararlılıkla bir ideali gerçekleştirmek için, yeni bir toplum kurmak için, eskimiş yapıları yıkmak için ve nihayet toplumsal adaleti gerçekleştirmek için savaşır.
Bu açıdan bakıldığında sıradan yargılara konu olanlar, yeni bir ışık altında görülür, gerilla savaşçısının esinlendiği ereğin büyüklüğü onları haklı çıkarır, bu ereğe ulaşmak için başvurulacak yolların gizli kapaklılığı söz konusu değildir. Bu savaşçı tutum, bu korkusuz tutum, son hedefin büyük sorunlarıyla mücadele etme kararlılığı, gerilla savaşçısının büyüklüğüdür.