Ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi denen şeyi, marksist açıdan incelemeye giriştiğimizde, elbette ki ilk karşılaşacağımız soru budur. Bu terim ne anlama gelmektedir? Bunun yanıtını, türlü hukuk "genel kavramlarından" çıkarılan hukuksal tanımlamalarda mı aramalıyız, yoksa, ulusal hareketlerin tarihsel ve iktisadi incelemesinde mi bulmaya çalışmalıyız.
Semkovskilerin, Liebmann ve Yurkeviçlerin bu soruyla hiç ilgilenmemiş olmaları, ve herhalde ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri konusunun yalnızca 1903. Rus programında[32] değil, 1896 Londra Uluslararası Kongresinin kararında da (ki, bu kongreyi, sırası geldiğinde ayrıntılı olarak ele alacağız) ele alındığını bilmeyerek, marksist programın "muğlaklığı"nı eleştirmekle yetinmelerine şaşmamak gerekir. Şaşılacak olan şey, sözkonusu sorunun, iddia edilen soyutluğunu ve metafizik niteliğini geniş ölçüde reddeden Rosa Luxemburg'un da soyutlama ve metafizik günahını işlemesidir. Konunun hukuksal tanımlamalarla mı, yoksa bütün dünyadaki ulusal hareketlerin deneyimiyle mi belirleneceği sorusunu açık-seçik olarak hiç bir yerde kendi kendine sormadan, (ulusun iradesinin nasıl saptanacağı sorunu üzerinde o eğlendirici spekülasyon dahil) ulusların kendi kaderini tayin konusunda devamlı olarak genellemelere kayan, (sayfa 54) Rosa Luxemburg'un kendisi olmuştur.
Bir marksistin ele almaktan kaçınamayacağı bu sorunun açık-seçik ve tam olarak ifade edilişi, Rosa Luxemburg'un kanıtlarının onda-dokuzunu hemen sarsardı. Rusya'da, ulusal hareketler, ilk kez ortaya çıkmıyor; ve bu hareketler; yalnızca Rusya'ya özgü şeyler de değildir. Bütün dünyada kapitalizmin feodalizme karşı sonal zaferi dönemi, ulusal hareketlerle ilgili olmuştur. Bu hareketlerin iktisadi temeli, meta üretiminin, tam zaferini sağlamak için yurt-içi pazarı ele geçirmek zorunda olması, aynı dili konuşan bir halkın yaşadığı bölgeleri siyasal bakımdan birleştirme zorunda olması gerçeğinde yatar, ve bu dilin gelişmesini ve yazınsal alanda kök salmasını önleyen bütün engeller ortadan kaldırılmalıdır. Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan en önemli araçtır. Modern kapitalizme uygun ölçüde, gerçekten özgür ve geniş ticari alışveriş için, ayrı ayrı sınıflar halinde özgürce ve geniş ölçüde gruplandırılabilmesi ve ensonu, pazarda, büyük ya da küçük, satıcı ya da alıcı durumunda her meta sahibiyle ayrı ayrı sıkı bağlar kurabilmek için en önemli koşullar, dil birliği ve dilin engelsiz gelişmesidir.
Onun için, her ulusal hareketin eğilimi, modern kapitalizmin gereksinmelerinin en iyi karşılanabileceği ulusal devletlerin oluşumuna doğru bir eğilimdir. En derin iktisadi etkenler bizi bu amaca doğru sürükler, ve bundan ötürü, bütün Batı Avrupa için, ,hayır, bütün uygar dünya için kapitalist dönemin tipik, normal devleti, ulusal devlettir.
Demek ki, eğer biz, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi kavramının anlamını, hukuksal tanımlamalarla cambazlıklar yaparak ya da soyut tanımlamalar "icat ederek" değil de, ulusal hareketlerin tarihsel ve iktisadi koşullarını inceleyerek öğrenmek istiyorsak, varacağımız sonuç, kaçınılmaz olarak, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesinin o ulusların yabancı ulusal bütünlerden siyasal bakımdan ayrılma (sayfa 55) ve bağımsız bir ulusal devlet oluşturmaları anlamınageldiği sonucudur.
Daha aşağıda, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını, devlet olarak ayrı varlık hakkından başka bir anlamda kullanmanın niçin yanlış olacağının başka nedenlerini de göreceğiz. Şimdilik,biz, Rosa Luxemburg'un, ayrı bir ulusal devlet kurma özleminin derin iktisadi temellere dayandığı kaçınılmaz sonucunu "yok saymak" yolunda çabaları üzerinde durmalıyız.
Rosa Luxemburg, Kautsky'nin Milliyet ve Enternasyonalizm adlı broşürünü iyi bilmektedir. (Die Neue Zeit,[33] n° 1'in eki, 1907-1908; Rusça çevirisi: Nauçnaya Mysıl.[34] O, bu broşürün dördüncü bölümünde, Kautsky'nin, ulusal devlet, sorununu inceden inceye tahlil ettikten sonra, Otto Bauer'in "bir ulusal devlet kurmaya doğru iten gücü küçümsediği" (s. 23) sonucuna vardığını bilmektedir. Bizzat Rosa Luxemburg, Kautsky'den şu sözleri aktarmaktadır: "Bugünün koşullarında en uygun devlet biçimi, ulusal devlettir" (yani ortaçağ, kapitalizm-öncesi vb. koşullarından farklı olarak, bugünün kapitalist, uygar, iktisadi bakımdan ilerici koşulları). Biz, buna, Kautsky'nin vardığı daha da kesin sonucu eklemeliyiz: türdeş olmayan (hetérogène) uluslardan meydana gelen devletler (ki bunları ulusal devletlerden ayırdetmek için ulusal-topluluklar devletleri denmektedir) "her zaman, iç yapıları, herhangi bir nedenle anormal ya da gelişmemiş bir durumda kalmış" (geri) devletlerdir. Söylemeye gerek yok ki, Kautsky, anormal sözcüğünü gelişen kapitalizmin isteklerine en iyi uyan şeylere uyamama anlamında kullanmaktadır.
Sorun, şimdi Rosa Luxemburg'un, Kautsky'nin bu noktada vardığı tarihsel ve iktisadi sonuçları nasıl ele aldığı sorunudur. Bu sonuçlar doğru mudur, yoksa yanlış mı? Tarihsel ve iktisadi teorisiyle Kautsky mi haklıdır, yoksa teorisi psikolojik bir temele dayanan Bauer mi? Bauer'in kuşku (sayfa 56) götürmez "ulusal oportünizmiyle", ulusal kültür özerkliğini savunmasıyla, aşırı milliyetçilik hevesiyle (Kautsky'nin dediği gibi "şurada burada ulusal yöne bir vurgu"), "ulusal yönü aşırı ölçüde abartması ve enternasyonal yönü tamamen unutması" (Kautsky) ile ulusal devlet kurma doğrultusunda güçlü eğilimi küçümsemesi arasındaki bağ nerdedir?
Rosa Luxemburg bu soruna değinmedi bile. Bu bağı aramanın gereğinin farkına bile varmadı. Hatta o, Bauer'in teorik görüşlerinin bütününü tartmadı bile. Ve o, ulusal sorunun tarihsel ve iktisadi teorisiyle psikolojik teorisi arasında bir kıyaslama da yapmamıştır. Kautsky'yi eleştiren şu gözlerle yetinmiştir:
"... 'En iyi' ulusal devlet, teori bakımından kolayca geliştirilip savunulabilen, ama gerçeğe uymayan bir soyutlamadan başka bir şey, değildir." (Przeglad Socjaldemokratiyczny, 1908, n° 6, s: 499.)
Ve bu cüretli beyandan, sonra, büyük kapitalist devletlerin gelişmesini, ve emperyalizmin küçük ulusların "kendi kaderlerini tayin etme hakkı"nı bir düş haline getirdiği iddiası gelmektedir.
Rosa Luxemburg şöyle diyor: "Şekil bakımından bağımsız olan, ama bağımsızlıkları Avrupa dengesi denen siyasal savaşım ve diplomatik oyunun sonucu olan Karadağlıların, Bulgarların, Romanyalıların, ,Sırpların, Yunanlıların, hatta İsviçrelilerin 'kendi yazgılarına sahip olamamalarından' sözedebilir miyiz?"! (s. 500.) Koşullara en uygun olan devlet, "Kautsky'nin sandığı gibi, ulusal devlet değildir, asalak devlettir." Ve ardından, Fransız, İngiliz sömürgelerinin ve öteki sömürgelerin büyüklüğüyle ilgili birçok rakam verilmektedir. İnsan bu gibi iddiaları okurken, yazarın, konunun özünü anlamamakta gösterdiği başarıya şaşmadan edemiyor! Ağırbaşlı bir, tutum takınarak, Kautsky'ye, küçük devletlerin iktisadi bakımdan büyük devletlere bağımlı olduklarını, (sayfa 57) öteki ulusları ezip sömürmek için burjuva devletler arasında bir savaşımın sürüp gittiğini, emperyalizmin ve sömürgelerin varolduğunu öğretmeye kalkışmak, akıllı görünme yolunda çocukça çaba gösterme gülünçlüğüne, düşmektir, çünkü, bütün bunların konuyla bir ilgisi yoktur. Yalnızca küçük devletler değil, örneğin Rusya bile, "zengin" burjuva ülkelerin emperyalist mali sermayesinin gücüne iktisadi bakımdan tam bağımlı durumdadır. Yalnızca küçücük Balkan devletleri değil, Marx'ın Kapital'de[35] belirttiği gibi, 19. yüzyılda Amerika bile, iktisadi bakımdan, Avrupa'nın bir sömürgesiydi. Her marksist gibi, Kautsky de, elbette ki bunları bilmektedir; ama, bunların, ulusal hareketler ve ulusal devlet sorunuyla bir ilgisi yoktur.
Rosa Luxemburg, burjuva toplumda, ulusların siyasal kaderlerini kendilerinin tayin etmeleri ve devletlerin bağımsızlığı sorununun yerine, bunların iktisadi bağımlılığı sorununu koymuştur. Bir burjuva devlette, parlamentonun, yani ulus temsilcileri meclisinin üstünlüğünü bir program talebi olarak tartışırken, birinin kalkıp da bir burjuva ülkede her rejim altında büyük ,sermayenin en üstün güç olduğu yolundaki tamamen doğru görüşü ileri sürmesi ne kadar akıllıca bir davranışsa, Rosa Luxemburg'un bu sözlerini de o ölçüde akıllıca sözler saymak gerekir.
Kuşkusuz, dünyanın insanca en kalabalık parçası olan Asya'nın büyük bir kısmı, "büyük devletlerin" sömürgelerinden ya da ulus olarak büyük ölçüde bağımlı olan ve ezilen devletlerden oluşmuştur. Ama herkesçe bilinen bu durum, Asya'nın kendisinde meta üretiminin en mükemmel gelişmesi için, kapitalizmin en özgür, en geniş ve hızlı büyümesi için, koşulların Japonya'da yaratılmış olduğu, yani ancak bağımsız ulusal bir devlette yaratılabildiği kuşku götürmez gerçeğini herhangi bir biçimde sarsabilir mi? Japon devleti bir burjuva devlettir, bu nedenle o da başka ulusları ezmeye ve sömürgeleri boyunduruk altına almaya başlamıştır. (sayfa 58) Asya'nın, Avrupa gibi, kapitalizmin yıkılışından önce, bir bağımsız ulusal devletler sistemi içinde kristalleşmeye zaman bulup bulamayacağını söyleyemeyiz; ama tartışılmaz bir gerçektir ki, kapitalizm, Asya'yı uykusundan uyandırdığı için, bu kıtanın da her yerinde ulusal hareketleri depreştirmiştir; bu hareketlerin eğilimi, orada, ulusal devletlerin yaratılması doğrultusundadır; kapitalizmin gelişmesi için en iyi koşullar, bu tür devletlerin oluşmasıyla sağlanabilir. Asya örneği, Kautsky'nin lehinde ve Rosa Luxemburg'un aleyhinde kanıt sayılmalıdır.
Balkan devletleri örneği de, Rosa Luxemburg'un iddialarını çürütmektedir, çünkü şimdi herkes görebilmektedir ki, Balkanlarda kapitalizmin gelişmesi için en elverişli koşullar, bu yarımadada bağımsız ulusal devletler yaratılabildiği ölçüde gerçekleştirilebilmektedir.
Onun için, Rosa Luxemburg yanılmaktadır, bütün ilerici uygar insanlığın örneği olduğu gibi, Balkanların ve Asya'nın örnekleri de, Kautsky'nin bu konudaki tutumunun kesin olarak doğru olduğunu tanıtlamaktadır. Ulusal devlet, kapitalizmin kuralı ve "norması"dır; türdeş olmayan uluslar devleti, geriliği temsil eder, ya da istisnadır. Ulusal ilişkiler bakımından, kapitalizmin gelişmesi için en elverişli koşulları, kuşkusuz, ulusal devlet sağlar. Bu, elbette ki, böyle bir devletin, burjuva ilişkileri koruduğu sürece, ulusların sömürülmesini ve ezilmesini önleyebileceği anlamına gelmez. Bu, ancak, marksistlerin, ulusal devletler kurma özlemini doğuran güçlü iktisadi etkenleri görmezlikten gelemeyecekleri anlamına gelebilir. Bu, marksistlerin programındaki "ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri" ilkesi, tarihsel ve iktisadi bakımdan, siyasal kaderlerini tayin etme, siyasal bağımsızlık, ulusal bir devletin kurulmasından başka bir anlama gelemez demektir.
"Ulusal devlet" kurma yolunda burjuva demokratik istemin, marksist açıdan, yani proleter sınıfı bakımından hangi (sayfa 59) koşullarda destekleneceği konusu ileride ayrıntılı olarak incelenecektir. Biz, şimdilik, "kendi kaderini tayin etme" kavramının tanımlanmasıyla yetiniyoruz ve yalnızca Rosa Luxemburg'un bu kavramın ("ulusal devlet") ne anlama geldiğini bildiğini, oysa onun oportünist yandaşlarının, Liebmann'ların, Semkovskilerin, Yurkeviçlerin bunu bile bilmediklerini belirtiyoruz.
Cuma, Aralık 29, 2006
ARAZİDE SAVAŞ
Daha önce de söylediğimiz gibi, gerilla savaşı her zaman gerilla taktiğinin uygulanması için en elverişli arazide cereyan etmez. Fakat, bir gerilla grubu, ormanlık ve sarp dağların bulunduğu erişilmesi zor bir bölgede, geçilmez çöller ya da bataklıklar içinde bulunuyorsa, genel taktik daima aynı kalmalı, gerilla savaşının temel kurallarına dayanmalıdır.
Düşmanla teması nasıl kurmalı, düşman nasıl oyalanmalıdır, işte önemli nokta budur. Bölge içinden çıkılmaz, düzenli orduların giremeyeceği kadar tehlikeliyse, gerilla, düzenli ordunun erişebileceği, çarpışmanın mümkün olacağı bölgeye kadar ilerlemelidir.
İlk aşama bittikten, gerilla yaşamını sürdürebilir duruma geldikten sonra, savaşmalıdır. Bunun için durmadan sığınağından çıkmalıdır, fakat, hareketliliğinin elverişsiz arazideki kadar fazla olması gerekmez. Gerilla ordusu düşmanın koşullarına kendini uydurmalıdır, fakat, düşmanın hızla çok miktarda insanı biraraya getirebildiği arazilerdeki kadar çok yerdeğiştirmeye artık ihtiyacı yoktur. Operasyonların gece yapılması da artık gerekli değildir. Genellikle, gündüzleri operasyonlar yapılabilir ve hele yerdeğiştirilebilir. Elbette ki, bütün bunlar, yerde olduğu kadar havada da düşmanın uyanıklığına bağlıdır. Savaşlar, özellikle dağda daha uzun sürebilir; çok az elemanla uzun süreli savaşlara girişilebilir, düşman takviye birliklerinin operasyon alanına kadar gelmesini engellemek çok mümkündür.
Ulaşım yollarının gözetlenmesi gerillanın asla unutmaması gereken bir kuraldır. Düşmanın takviye almakta karşılaştığı güçlükler gerillanın saldırı gücünü artırır; daha yakınlaşabilir, daha doğrudan saldırıya geçebilir, cepheden ve daha uzun süreli savaşabilir. Bütün bunlar, tabii ki, çeşitli koşullara, örneğin cephane miktarına bağılıdır.
Elverişli arazide, örneğin dağda savaşmak, bir çok avantajlı yönlerine rağmen, tek bir operasyonla büyük miktarda silah ve cephane ele geçirememek gibi sakıncalı yönler de gösterir; çünkü, bu gibi bölgelerde, düşman bir takım önlemler alır. (Gerilla, silah ve cephane ikmali kaynağının düşman olduğunu asla unutmamalıdır.) Tersine olarak, böyle yerlerde, elverişsiz araziye nazaran, gerilla güçleri daha hızlı yerleşebilir, mevzii savaşı sürdürebilecek bir merkezi üs oluşturabilirler. Buralarda, gerilla, uçak saldırıları ve uzun menzilli top atışlarına karşı tam bir korunma sağlayarak, hastahaneler, eğitim ve talim merkezleri, ayrıca dağıtılacak malzeme için ambarlar gibi ihtiyaç duyduğu küçük tesisleri kurabilir.
Bu koşullarda, gerilla sayısal gücünü artırabilir, savaşmayan adamları da kapsamına alabilir, hatta gelecekte gerillanın eline düşecek silahları alacak savaşçıları eğitebilir.
Bir gerillanın adamlarının sayısı, yer, yiyecek ikmali kolaylıkları, komşu bölgelerden ezilen insanların kitle halinde kaçışı ve örgütün kendi ihtiyaçları gibi değişebilen ölçütlere bağlıdır. Her ne olursa olsun, yeni savaşçıların katılması yerleşmeyi çok daha kolaylaştırır.
Bu tip bir gerillanın eylem yarıçapı, komşu bölgelerdeki diğer gerillaların operasyonlarının izin verdiği ölçüde geniş olabilir. Bununla birlikte, bu yarıçap, bir operasyon alanından, güvenilir bir bölgeye gitmek için gerekli zamanla sınırlıdır. Yürüyüşlerin ancak gece yapılabileceği hesaba katılırsa, bir gerilla asgari güvenlik noktasından beş-altı saatlik yoldan daha uzak yerlerde operasyonda bulunamaz. Bu güvenlik bölgesinden başlayarak, küçük gerilla grupları, elbette ki, yayılabilir ve gitgide komşu bölgeye sokulabilirler.
Bu tip bir savaş için salık verilen silahlar, uzun menzilli olanlar ve az cephane harcayanlardır; bunlar, otomatik ve yarı otomatik silahlarla desteklenmelidir. Kuzey Amerikan pazarlarında bulunan tüfekler ve makinalı tüfekler arasında, özellikle salık verilecek silahlardan biri Garand denilen M1 tüfeğidir, belirli bir deneyim kazanmış kişilerce kullanılmalı, çünkü çok cephane tüketmek gibi bir sakıncası vardır. Elverişli arazide, kullananlar için daha güvenilir olan üç ayaklı mitralyöz gibi yarı ağır silahlar kullanılabilir; bununla birlikte bunlar daima saldırı değil, savunma silahı olmalıdır.
Yirmibeş kişilik bir gerilla birliği için ideali şudur: on-onbeş kadar bir seferde tek mermi atan tüfek, Garand'dan otomatik tabancaya kadar bir düzine otomatik silah, destek olarak Browning ya da Belçika F.A. L. ve en modern tipte M-14 mitralyöz tüfekleri gibi hafif ve kolay taşınır otomatik silahlar. Otomatik tabancalar arasından, daha çok mermi taşımayı sağlayan 9 mm'likler seçilmelidir, yapıları ne kadar basitse o kadar kullanışlıdırlar, çünkü parçaları kolayca yerine takılabilir. Koşullar ne olursa olsun, cephanesi, silahları elimize düştüğünde kullanacağımız cephanenin aynı olduğundan silahlar düşmanınkinin aynı olmalıdır. Düşmanın kullanabileceği ağır silahlardan kaçınmalıdır. Görünür bir hedef olmadığından uçaklar etkisizdir ve bu gibi bölgelere girmede karşılaştıkları güçlükler göz önüne alınırsa tanklar ve toplar fazla bir işe yaramaz.
Yiyecek ikmali çok önemlidir: genellikle girilmesi zor bölgeler, köylülerin azlığı (ve bunun sonucu olarak tarım ürünleri ve etin doğrudan ikmalinin güçlüğü) nedeniyle sakıncalıdır. Bir takım tatsız kısıtlamaları önlemek ve yedek olarak depolanan asgari bir miktardaki yiyeceğe güvenebilmek için sağlam ulaşım yolları her zaman elaltında bulundurulmalıdır.
Genellikle, böyle bir operasyon alanında geniş çapta sabotaj olanakları azdır. Bölge zor erişilir türden olduğundan, doğrudan bir eylemle zarar verilebilecek binalar, telefon hatları, su kemerleri pek bulunmaz.
Yiyecek ikmali için, yük hayvanları bulundurmak önemlidir. Arazi engebeli olduğundan en uygun hayvan katırdır. (Tam beslenmesinin sağlanması için cayırlıklar olmalıdır.) Katır, başka hiç bir hayvanın geçemeyeceği son derece arızalı yerleri aşabilir. Çok zor durumlarda, insan sırtında taşımaya başvurulmalıdır. Her kişi, günde birkaç saat olmak üzere, yirmibeş kiloluk bir yükü günlerce taşıyabilir.
Dışarıyla bağlantı sağlayan yollar üzerinde, tam olarak güvenilen insanların malzemeyi depo ettiği ve habercileri sakladığı bir dizi konak yeri bulunmalıdır. Yayılma derecesine, gerillanın ulaştığı gelişim düzeyine bağlı olarak iç ulaşım yolları da yaratılabilir. Küba gerilla ordusunun operasyon cephelerinin yeraldığı bazı bölgelerde, kilometrelerce uzunlukta yollar ve telefon hatları kurabilmiş; bütün bölgeleri kaplayan, en kısa bir zaman içinde haber alabileceğimiz bir haberci servisi kurmuştuk.
Küba gerillasının kullanmadığı, dumanla işaretleşme, güneş ışınlarını aynayla yansıtma, haberci güvercinler gibi başka bağlantı olanakları da vardır.
Gerilla silahların, cephanenin bakımına göz kulak olmalı ve herşeyden önce uygun ayakkabılara sahip olmalıdır. Bu hayati bir zorunluluktur. İlk zanaatkarlık çabaları bu konuda yapılmalıdır. Başlangıçta, fabrikalar, eski ayakkabılara pençe vurmak için çalışan kuruluşlardır, daha sonraları işbölümüyle düzgün bir günlük tempoyla ayakkabılar üretecek çeşitli atölyeler kurulabilir. Barut üretimi basittir, gerekli malzemeyi dışardan getirterek küçük bir laboratuarda çok miktarda üretilebilir. Mayınlı araziler, düşman için büyük bir tehlike demektir: geniş mayın tarlaları, bir anda, yüzlerce insanı yere gömebilir.
Az engebeli, ormansız, pek çok ulaştırma yolu olan böyle bir arazide savaşmak için, gerilla savaşının bütün temel koşullarının biraraya gelmiş olması gereklidir; yalnızca yöntemler değişir. Bu tip bir gerillanın hızı olağanüstü olmalıdır; tercihan gece vurulacak darbe son derece hızlı geri çekilmekle kalmamalı, yeni bir üsse ulaşmalıdır. Baskı güçleri için hiçbir sığınağın erişilmez olmadığı asla unutulmamalı, yeni üs başlangıçtaki üsten farklı ve başlangıçtaki yerden mümkün olduğu kadar uzak olmalıdır.
Bir adam, bir gecede, otuz kırk kilometre yol alabilir, fakat aynı şekilde, operasyon bölgelerinin gerilla tarafından çok iyi biçimde kontrol edilmesi ve bölge sakinlerinin düşman ordusuna, gerilla birliğinin durumunu ve gittiği yönü bildirmesi gibi bir tehlike bulunmaması koşuluyla günün ilk saatlerinde de yürünebilir. Eğer belirtilen tehlike söz konusuysa, daima gece eyleme geçmeli, eylemden önce ve sonra tam bir sessizlik içinde bulunulmalı, bunun için gecenin ilk saatleri seçilmelidir. Bu durumda da, hesaplar ters çıkabilir; çünkü öyle durumlar vardır ki şafak saatleri daha uygundur. Durum ne olursa olsun, düşmanı asla belirli bir savaş biçimine alıştırmamalı; gerillalar yerleri, saatleri, operasyon biçimlerini sürekli olarak değiştirmelidir.
Düşmanla teması nasıl kurmalı, düşman nasıl oyalanmalıdır, işte önemli nokta budur. Bölge içinden çıkılmaz, düzenli orduların giremeyeceği kadar tehlikeliyse, gerilla, düzenli ordunun erişebileceği, çarpışmanın mümkün olacağı bölgeye kadar ilerlemelidir.
İlk aşama bittikten, gerilla yaşamını sürdürebilir duruma geldikten sonra, savaşmalıdır. Bunun için durmadan sığınağından çıkmalıdır, fakat, hareketliliğinin elverişsiz arazideki kadar fazla olması gerekmez. Gerilla ordusu düşmanın koşullarına kendini uydurmalıdır, fakat, düşmanın hızla çok miktarda insanı biraraya getirebildiği arazilerdeki kadar çok yerdeğiştirmeye artık ihtiyacı yoktur. Operasyonların gece yapılması da artık gerekli değildir. Genellikle, gündüzleri operasyonlar yapılabilir ve hele yerdeğiştirilebilir. Elbette ki, bütün bunlar, yerde olduğu kadar havada da düşmanın uyanıklığına bağlıdır. Savaşlar, özellikle dağda daha uzun sürebilir; çok az elemanla uzun süreli savaşlara girişilebilir, düşman takviye birliklerinin operasyon alanına kadar gelmesini engellemek çok mümkündür.
Ulaşım yollarının gözetlenmesi gerillanın asla unutmaması gereken bir kuraldır. Düşmanın takviye almakta karşılaştığı güçlükler gerillanın saldırı gücünü artırır; daha yakınlaşabilir, daha doğrudan saldırıya geçebilir, cepheden ve daha uzun süreli savaşabilir. Bütün bunlar, tabii ki, çeşitli koşullara, örneğin cephane miktarına bağılıdır.
Elverişli arazide, örneğin dağda savaşmak, bir çok avantajlı yönlerine rağmen, tek bir operasyonla büyük miktarda silah ve cephane ele geçirememek gibi sakıncalı yönler de gösterir; çünkü, bu gibi bölgelerde, düşman bir takım önlemler alır. (Gerilla, silah ve cephane ikmali kaynağının düşman olduğunu asla unutmamalıdır.) Tersine olarak, böyle yerlerde, elverişsiz araziye nazaran, gerilla güçleri daha hızlı yerleşebilir, mevzii savaşı sürdürebilecek bir merkezi üs oluşturabilirler. Buralarda, gerilla, uçak saldırıları ve uzun menzilli top atışlarına karşı tam bir korunma sağlayarak, hastahaneler, eğitim ve talim merkezleri, ayrıca dağıtılacak malzeme için ambarlar gibi ihtiyaç duyduğu küçük tesisleri kurabilir.
Bu koşullarda, gerilla sayısal gücünü artırabilir, savaşmayan adamları da kapsamına alabilir, hatta gelecekte gerillanın eline düşecek silahları alacak savaşçıları eğitebilir.
Bir gerillanın adamlarının sayısı, yer, yiyecek ikmali kolaylıkları, komşu bölgelerden ezilen insanların kitle halinde kaçışı ve örgütün kendi ihtiyaçları gibi değişebilen ölçütlere bağlıdır. Her ne olursa olsun, yeni savaşçıların katılması yerleşmeyi çok daha kolaylaştırır.
Bu tip bir gerillanın eylem yarıçapı, komşu bölgelerdeki diğer gerillaların operasyonlarının izin verdiği ölçüde geniş olabilir. Bununla birlikte, bu yarıçap, bir operasyon alanından, güvenilir bir bölgeye gitmek için gerekli zamanla sınırlıdır. Yürüyüşlerin ancak gece yapılabileceği hesaba katılırsa, bir gerilla asgari güvenlik noktasından beş-altı saatlik yoldan daha uzak yerlerde operasyonda bulunamaz. Bu güvenlik bölgesinden başlayarak, küçük gerilla grupları, elbette ki, yayılabilir ve gitgide komşu bölgeye sokulabilirler.
Bu tip bir savaş için salık verilen silahlar, uzun menzilli olanlar ve az cephane harcayanlardır; bunlar, otomatik ve yarı otomatik silahlarla desteklenmelidir. Kuzey Amerikan pazarlarında bulunan tüfekler ve makinalı tüfekler arasında, özellikle salık verilecek silahlardan biri Garand denilen M1 tüfeğidir, belirli bir deneyim kazanmış kişilerce kullanılmalı, çünkü çok cephane tüketmek gibi bir sakıncası vardır. Elverişli arazide, kullananlar için daha güvenilir olan üç ayaklı mitralyöz gibi yarı ağır silahlar kullanılabilir; bununla birlikte bunlar daima saldırı değil, savunma silahı olmalıdır.
Yirmibeş kişilik bir gerilla birliği için ideali şudur: on-onbeş kadar bir seferde tek mermi atan tüfek, Garand'dan otomatik tabancaya kadar bir düzine otomatik silah, destek olarak Browning ya da Belçika F.A. L. ve en modern tipte M-14 mitralyöz tüfekleri gibi hafif ve kolay taşınır otomatik silahlar. Otomatik tabancalar arasından, daha çok mermi taşımayı sağlayan 9 mm'likler seçilmelidir, yapıları ne kadar basitse o kadar kullanışlıdırlar, çünkü parçaları kolayca yerine takılabilir. Koşullar ne olursa olsun, cephanesi, silahları elimize düştüğünde kullanacağımız cephanenin aynı olduğundan silahlar düşmanınkinin aynı olmalıdır. Düşmanın kullanabileceği ağır silahlardan kaçınmalıdır. Görünür bir hedef olmadığından uçaklar etkisizdir ve bu gibi bölgelere girmede karşılaştıkları güçlükler göz önüne alınırsa tanklar ve toplar fazla bir işe yaramaz.
Yiyecek ikmali çok önemlidir: genellikle girilmesi zor bölgeler, köylülerin azlığı (ve bunun sonucu olarak tarım ürünleri ve etin doğrudan ikmalinin güçlüğü) nedeniyle sakıncalıdır. Bir takım tatsız kısıtlamaları önlemek ve yedek olarak depolanan asgari bir miktardaki yiyeceğe güvenebilmek için sağlam ulaşım yolları her zaman elaltında bulundurulmalıdır.
Genellikle, böyle bir operasyon alanında geniş çapta sabotaj olanakları azdır. Bölge zor erişilir türden olduğundan, doğrudan bir eylemle zarar verilebilecek binalar, telefon hatları, su kemerleri pek bulunmaz.
Yiyecek ikmali için, yük hayvanları bulundurmak önemlidir. Arazi engebeli olduğundan en uygun hayvan katırdır. (Tam beslenmesinin sağlanması için cayırlıklar olmalıdır.) Katır, başka hiç bir hayvanın geçemeyeceği son derece arızalı yerleri aşabilir. Çok zor durumlarda, insan sırtında taşımaya başvurulmalıdır. Her kişi, günde birkaç saat olmak üzere, yirmibeş kiloluk bir yükü günlerce taşıyabilir.
Dışarıyla bağlantı sağlayan yollar üzerinde, tam olarak güvenilen insanların malzemeyi depo ettiği ve habercileri sakladığı bir dizi konak yeri bulunmalıdır. Yayılma derecesine, gerillanın ulaştığı gelişim düzeyine bağlı olarak iç ulaşım yolları da yaratılabilir. Küba gerilla ordusunun operasyon cephelerinin yeraldığı bazı bölgelerde, kilometrelerce uzunlukta yollar ve telefon hatları kurabilmiş; bütün bölgeleri kaplayan, en kısa bir zaman içinde haber alabileceğimiz bir haberci servisi kurmuştuk.
Küba gerillasının kullanmadığı, dumanla işaretleşme, güneş ışınlarını aynayla yansıtma, haberci güvercinler gibi başka bağlantı olanakları da vardır.
Gerilla silahların, cephanenin bakımına göz kulak olmalı ve herşeyden önce uygun ayakkabılara sahip olmalıdır. Bu hayati bir zorunluluktur. İlk zanaatkarlık çabaları bu konuda yapılmalıdır. Başlangıçta, fabrikalar, eski ayakkabılara pençe vurmak için çalışan kuruluşlardır, daha sonraları işbölümüyle düzgün bir günlük tempoyla ayakkabılar üretecek çeşitli atölyeler kurulabilir. Barut üretimi basittir, gerekli malzemeyi dışardan getirterek küçük bir laboratuarda çok miktarda üretilebilir. Mayınlı araziler, düşman için büyük bir tehlike demektir: geniş mayın tarlaları, bir anda, yüzlerce insanı yere gömebilir.
Az engebeli, ormansız, pek çok ulaştırma yolu olan böyle bir arazide savaşmak için, gerilla savaşının bütün temel koşullarının biraraya gelmiş olması gereklidir; yalnızca yöntemler değişir. Bu tip bir gerillanın hızı olağanüstü olmalıdır; tercihan gece vurulacak darbe son derece hızlı geri çekilmekle kalmamalı, yeni bir üsse ulaşmalıdır. Baskı güçleri için hiçbir sığınağın erişilmez olmadığı asla unutulmamalı, yeni üs başlangıçtaki üsten farklı ve başlangıçtaki yerden mümkün olduğu kadar uzak olmalıdır.
Bir adam, bir gecede, otuz kırk kilometre yol alabilir, fakat aynı şekilde, operasyon bölgelerinin gerilla tarafından çok iyi biçimde kontrol edilmesi ve bölge sakinlerinin düşman ordusuna, gerilla birliğinin durumunu ve gittiği yönü bildirmesi gibi bir tehlike bulunmaması koşuluyla günün ilk saatlerinde de yürünebilir. Eğer belirtilen tehlike söz konusuysa, daima gece eyleme geçmeli, eylemden önce ve sonra tam bir sessizlik içinde bulunulmalı, bunun için gecenin ilk saatleri seçilmelidir. Bu durumda da, hesaplar ters çıkabilir; çünkü öyle durumlar vardır ki şafak saatleri daha uygundur. Durum ne olursa olsun, düşmanı asla belirli bir savaş biçimine alıştırmamalı; gerillalar yerleri, saatleri, operasyon biçimlerini sürekli olarak değiştirmelidir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)