Cuma, Aralık 29, 2006

ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN ETMESİ NEDİR?

Ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi denen şeyi, marksist açıdan incelemeye giriştiğimizde, elbette ki ilk karşılaşacağımız soru budur. Bu terim ne anlama gelmektedir? Bunun yanıtını, türlü hukuk "genel kavramlarından" çıkarılan hukuksal tanımlamalarda mı aramalıyız, yoksa, ulusal hareketlerin tarihsel ve iktisadi incelemesinde mi bulmaya çalışmalıyız.
Semkovskilerin, Liebmann ve Yurkeviçlerin bu soruyla hiç ilgilenmemiş olmaları, ve herhalde ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri konusunun yalnızca 1903. Rus programında[
32] değil, 1896 Londra Uluslararası Kongresinin kararında da (ki, bu kongreyi, sırası geldiğinde ayrıntılı olarak ele alacağız) ele alındığını bilmeyerek, marksist programın "muğlaklığı"nı eleştirmekle yetinmelerine şaşmamak gerekir. Şaşılacak olan şey, sözkonusu sorunun, iddia edilen soyutluğunu ve metafizik niteliğini geniş ölçüde reddeden Rosa Luxemburg'un da soyutlama ve metafizik günahını işlemesidir. Konunun hukuksal tanımlamalarla mı, yoksa bütün dünyadaki ulusal hareketlerin deneyimiyle mi belirleneceği sorusunu açık-seçik olarak hiç bir yerde kendi kendine sormadan, (ulusun iradesinin nasıl saptanacağı sorunu üzerinde o eğlendirici spekülasyon dahil) ulusların kendi kaderini tayin konusunda devamlı olarak genellemelere kayan, (sayfa 54) Rosa Luxemburg'un kendisi olmuştur.
Bir marksistin ele almaktan kaçınamayacağı bu sorunun açık-seçik ve tam olarak ifade edilişi, Rosa Luxemburg'un kanıtlarının onda-dokuzunu hemen sarsardı. Rusya'da, ulusal hareketler, ilk kez ortaya çıkmıyor; ve bu hareketler; yalnızca Rusya'ya özgü şeyler de değildir. Bütün dünyada kapitalizmin feodalizme karşı sonal zaferi dönemi, ulusal hareketlerle ilgili olmuştur. Bu hareketlerin iktisadi temeli, meta üretiminin, tam zaferini sağlamak için yurt-içi pazarı ele geçirmek zorunda olması, aynı dili konuşan bir halkın yaşadığı bölgeleri siyasal bakımdan birleştirme zorunda olması gerçeğinde yatar, ve bu dilin gelişmesini ve yazınsal alanda kök salmasını önleyen bütün engeller ortadan kaldırılmalıdır. Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan en önemli araçtır. Modern kapitalizme uygun ölçüde, gerçekten özgür ve geniş ticari alışveriş için, ayrı ayrı sınıflar halinde özgürce ve geniş ölçüde gruplandırılabilmesi ve ensonu, pazarda, büyük ya da küçük, satıcı ya da alıcı durumunda her meta sahibiyle ayrı ayrı sıkı bağlar kurabilmek için en önemli koşullar, dil birliği ve dilin engelsiz gelişmesidir.
Onun için, her ulusal hareketin eğilimi, modern kapitalizmin gereksinmelerinin en iyi karşılanabileceği ulusal devletlerin oluşumuna doğru bir eğilimdir. En derin iktisadi etkenler bizi bu amaca doğru sürükler, ve bundan ötürü, bütün Batı Avrupa için, ,hayır, bütün uygar dünya için kapitalist dönemin tipik, normal devleti, ulusal devlettir.
Demek ki, eğer biz, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi kavramının anlamını, hukuksal tanımlamalarla cambazlıklar yaparak ya da soyut tanımlamalar "icat ederek" değil de, ulusal hareketlerin tarihsel ve iktisadi koşullarını inceleyerek öğrenmek istiyorsak, varacağımız sonuç, kaçınılmaz olarak, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesinin o ulusların yabancı ulusal bütünlerden siyasal bakımdan ayrılma (sayfa 55) ve bağımsız bir ulusal devlet oluşturmaları anlamınageldiği sonucudur.
Daha aşağıda, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını, devlet olarak ayrı varlık hakkından başka bir anlamda kullanmanın niçin yanlış olacağının başka nedenlerini de göreceğiz. Şimdilik,biz, Rosa Luxemburg'un, ayrı bir ulusal devlet kurma özleminin derin iktisadi temellere dayandığı kaçınılmaz sonucunu "yok saymak" yolunda çabaları üzerinde durmalıyız.
Rosa Luxemburg, Kautsky'nin Milliyet ve Enternasyonalizm adlı broşürünü iyi bilmektedir. (Die Neue Zeit,[33] n° 1'in eki, 1907-1908; Rusça çevirisi: Nauçnaya Mysıl.[34] O, bu broşürün dördüncü bölümünde, Kautsky'nin, ulusal devlet, sorununu inceden inceye tahlil ettikten sonra, Otto Bauer'in "bir ulusal devlet kurmaya doğru iten gücü küçümsediği" (s. 23) sonucuna vardığını bilmektedir. Bizzat Rosa Luxemburg, Kautsky'den şu sözleri aktarmaktadır: "Bugünün koşullarında en uygun devlet biçimi, ulusal devlettir" (yani ortaçağ, kapitalizm-öncesi vb. koşullarından farklı olarak, bugünün kapitalist, uygar, iktisadi bakımdan ilerici koşulları). Biz, buna, Kautsky'nin vardığı daha da kesin sonucu eklemeliyiz: türdeş olmayan (hetérogène) uluslardan meydana gelen devletler (ki bunları ulusal devletlerden ayırdetmek için ulusal-topluluklar devletleri denmektedir) "her zaman, iç yapıları, herhangi bir nedenle anormal ya da gelişmemiş bir durumda kalmış" (geri) devletlerdir. Söylemeye gerek yok ki, Kautsky, anormal sözcüğünü gelişen kapitalizmin isteklerine en iyi uyan şeylere uyamama anlamında kullanmaktadır.
Sorun, şimdi Rosa Luxemburg'un, Kautsky'nin bu noktada vardığı tarihsel ve iktisadi sonuçları nasıl ele aldığı sorunudur. Bu sonuçlar doğru mudur, yoksa yanlış mı? Tarihsel ve iktisadi teorisiyle Kautsky mi haklıdır, yoksa teorisi psikolojik bir temele dayanan Bauer mi? Bauer'in kuşku (sayfa 56) götürmez "ulusal oportünizmiyle", ulusal kültür özerkliğini savunmasıyla, aşırı milliyetçilik hevesiyle (Kautsky'nin dediği gibi "şurada burada ulusal yöne bir vurgu"), "ulusal yönü aşırı ölçüde abartması ve enternasyonal yönü tamamen unutması" (Kautsky) ile ulusal devlet kurma doğrultusunda güçlü eğilimi küçümsemesi arasındaki bağ nerdedir?
Rosa Luxemburg bu soruna değinmedi bile. Bu bağı aramanın gereğinin farkına bile varmadı. Hatta o, Bauer'in teorik görüşlerinin bütününü tartmadı bile. Ve o, ulusal sorunun tarihsel ve iktisadi teorisiyle psikolojik teorisi arasında bir kıyaslama da yapmamıştır. Kautsky'yi eleştiren şu gözlerle yetinmiştir:
"... 'En iyi' ulusal devlet, teori bakımından kolayca geliştirilip savunulabilen, ama gerçeğe uymayan bir soyutlamadan başka bir şey, değildir." (Przeglad Socjaldemokratiyczny, 1908, n° 6, s: 499.)
Ve bu cüretli beyandan, sonra, büyük kapitalist devletlerin gelişmesini, ve emperyalizmin küçük ulusların "kendi kaderlerini tayin etme hakkı"nı bir düş haline getirdiği iddiası gelmektedir.
Rosa Luxemburg şöyle diyor: "Şekil bakımından bağımsız olan, ama bağımsızlıkları Avrupa dengesi denen siyasal savaşım ve diplomatik oyunun sonucu olan Karadağlıların, Bulgarların, Romanyalıların, ,Sırpların, Yunanlıların, hatta İsviçrelilerin 'kendi yazgılarına sahip olamamalarından' sözedebilir miyiz?"! (s. 500.) Koşullara en uygun olan devlet, "Kautsky'nin sandığı gibi, ulusal devlet değildir, asalak devlettir." Ve ardından, Fransız, İngiliz sömürgelerinin ve öteki sömürgelerin büyüklüğüyle ilgili birçok rakam verilmektedir. İnsan bu gibi iddiaları okurken, yazarın, konunun özünü anlamamakta gösterdiği başarıya şaşmadan edemiyor! Ağırbaşlı bir, tutum takınarak, Kautsky'ye, küçük devletlerin iktisadi bakımdan büyük devletlere bağımlı olduklarını, (sayfa 57) öteki ulusları ezip sömürmek için burjuva devletler arasında bir savaşımın sürüp gittiğini, emperyalizmin ve sömürgelerin varolduğunu öğretmeye kalkışmak, akıllı görünme yolunda çocukça çaba gösterme gülünçlüğüne, düşmektir, çünkü, bütün bunların konuyla bir ilgisi yoktur. Yalnızca küçük devletler değil, örneğin Rusya bile, "zengin" burjuva ülkelerin emperyalist mali sermayesinin gücüne iktisadi bakımdan tam bağımlı durumdadır. Yalnızca küçücük Balkan devletleri değil, Marx'ın Kapital'de[35] belirttiği gibi, 19. yüzyılda Amerika bile, iktisadi bakımdan, Avrupa'nın bir sömürgesiydi. Her marksist gibi, Kautsky de, elbette ki bunları bilmektedir; ama, bunların, ulusal hareketler ve ulusal devlet sorunuyla bir ilgisi yoktur.
Rosa Luxemburg, burjuva toplumda, ulusların siyasal kaderlerini kendilerinin tayin etmeleri ve devletlerin bağımsızlığı sorununun yerine, bunların iktisadi bağımlılığı sorununu koymuştur. Bir burjuva devlette, parlamentonun, yani ulus temsilcileri meclisinin üstünlüğünü bir program talebi olarak tartışırken, birinin kalkıp da bir burjuva ülkede her rejim altında büyük ,sermayenin en üstün güç olduğu yolundaki tamamen doğru görüşü ileri sürmesi ne kadar akıllıca bir davranışsa, Rosa Luxemburg'un bu sözlerini de o ölçüde akıllıca sözler saymak gerekir.
Kuşkusuz, dünyanın insanca en kalabalık parçası olan Asya'nın büyük bir kısmı, "büyük devletlerin" sömürgelerinden ya da ulus olarak büyük ölçüde bağımlı olan ve ezilen devletlerden oluşmuştur. Ama herkesçe bilinen bu durum, Asya'nın kendisinde meta üretiminin en mükemmel gelişmesi için, kapitalizmin en özgür, en geniş ve hızlı büyümesi için, koşulların Japonya'da yaratılmış olduğu, yani ancak bağımsız ulusal bir devlette yaratılabildiği kuşku götürmez gerçeğini herhangi bir biçimde sarsabilir mi? Japon devleti bir burjuva devlettir, bu nedenle o da başka ulusları ezmeye ve sömürgeleri boyunduruk altına almaya başlamıştır. (sayfa 58) Asya'nın, Avrupa gibi, kapitalizmin yıkılışından önce, bir bağımsız ulusal devletler sistemi içinde kristalleşmeye zaman bulup bulamayacağını söyleyemeyiz; ama tartışılmaz bir gerçektir ki, kapitalizm, Asya'yı uykusundan uyandırdığı için, bu kıtanın da her yerinde ulusal hareketleri depreştirmiştir; bu hareketlerin eğilimi, orada, ulusal devletlerin yaratılması doğrultusundadır; kapitalizmin gelişmesi için en iyi koşullar, bu tür devletlerin oluşmasıyla sağlanabilir. Asya örneği, Kautsky'nin lehinde ve Rosa Luxemburg'un aleyhinde kanıt sayılmalıdır.
Balkan devletleri örneği de, Rosa Luxemburg'un iddialarını çürütmektedir, çünkü şimdi herkes görebilmektedir ki, Balkanlarda kapitalizmin gelişmesi için en elverişli koşullar, bu yarımadada bağımsız ulusal devletler yaratılabildiği ölçüde gerçekleştirilebilmektedir.
Onun için, Rosa Luxemburg yanılmaktadır, bütün ilerici uygar insanlığın örneği olduğu gibi, Balkanların ve Asya'nın örnekleri de, Kautsky'nin bu konudaki tutumunun kesin olarak doğru olduğunu tanıtlamaktadır. Ulusal devlet, kapitalizmin kuralı ve "norması"dır; türdeş olmayan uluslar devleti, geriliği temsil eder, ya da istisnadır. Ulusal ilişkiler bakımından, kapitalizmin gelişmesi için en elverişli koşulları, kuşkusuz, ulusal devlet sağlar. Bu, elbette ki, böyle bir devletin, burjuva ilişkileri koruduğu sürece, ulusların sömürülmesini ve ezilmesini önleyebileceği anlamına gelmez. Bu, ancak, marksistlerin, ulusal devletler kurma özlemini doğuran güçlü iktisadi etkenleri görmezlikten gelemeyecekleri anlamına gelebilir. Bu, marksistlerin programındaki "ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri" ilkesi, tarihsel ve iktisadi bakımdan, siyasal kaderlerini tayin etme, siyasal bağımsızlık, ulusal bir devletin kurulmasından başka bir anlama gelemez demektir.
"Ulusal devlet" kurma yolunda burjuva demokratik istemin, marksist açıdan, yani proleter sınıfı bakımından hangi (sayfa 59) koşullarda destekleneceği konusu ileride ayrıntılı olarak incelenecektir. Biz, şimdilik, "kendi kaderini tayin etme" kavramının tanımlanmasıyla yetiniyoruz ve yalnızca Rosa Luxemburg'un bu kavramın ("ulusal devlet") ne anlama geldiğini bildiğini, oysa onun oportünist yandaşlarının, Liebmann'ların, Semkovskilerin, Yurkeviçlerin bunu bile bilmediklerini belirtiyoruz.

ARAZİDE SAVAŞ

Daha önce de söylediğimiz gibi, gerilla savaşı her zaman gerilla taktiğinin uygulanması için en elverişli arazide cereyan etmez. Fakat, bir gerilla grubu, ormanlık ve sarp dağların bulunduğu erişilmesi zor bir bölgede, geçilmez çöller ya da bataklıklar içinde bulunuyorsa, genel taktik daima aynı kalmalı, gerilla savaşının temel kurallarına dayanmalıdır.
Düşmanla teması nasıl kurmalı, düşman nasıl oyalanmalıdır, işte önemli nokta budur. Bölge içinden çıkılmaz, düzenli orduların giremeyeceği kadar tehlikeliyse, gerilla, düzenli ordunun erişebileceği, çarpışmanın mümkün olacağı bölgeye kadar ilerlemelidir.
İlk aşama bittikten, gerilla yaşamını sürdürebilir duruma geldikten sonra, savaşmalıdır. Bunun için durmadan sığınağından çıkmalıdır, fakat, hareketliliğinin elverişsiz arazideki kadar fazla olması gerekmez. Gerilla ordusu düşmanın koşullarına kendini uydurmalıdır, fakat, düşmanın hızla çok miktarda insanı biraraya getirebildiği arazilerdeki kadar çok yerdeğiştirmeye artık ihtiyacı yoktur. Operasyonların gece yapılması da artık gerekli değildir. Genellikle, gündüzleri operasyonlar yapılabilir ve hele yerdeğiştirilebilir. Elbette ki, bütün bunlar, yerde olduğu kadar havada da düşmanın uyanıklığına bağlıdır. Savaşlar, özellikle dağda daha uzun sürebilir; çok az elemanla uzun süreli savaşlara girişilebilir, düşman takviye birliklerinin operasyon alanına kadar gelmesini engellemek çok mümkündür.
Ulaşım yollarının gözetlenmesi gerillanın asla unutmaması gereken bir kuraldır. Düşmanın takviye almakta karşılaştığı güçlükler gerillanın saldırı gücünü artırır; daha yakınlaşabilir, daha doğrudan saldırıya geçebilir, cepheden ve daha uzun süreli savaşabilir. Bütün bunlar, tabii ki, çeşitli koşullara, örneğin cephane miktarına bağılıdır.
Elverişli arazide, örneğin dağda savaşmak, bir çok avantajlı yönlerine rağmen, tek bir operasyonla büyük miktarda silah ve cephane ele geçirememek gibi sakıncalı yönler de gösterir; çünkü, bu gibi bölgelerde, düşman bir takım önlemler alır. (Gerilla, silah ve cephane ikmali kaynağının düşman olduğunu asla unutmamalıdır.) Tersine olarak, böyle yerlerde, elverişsiz araziye nazaran, gerilla güçleri daha hızlı yerleşebilir, mevzii savaşı sürdürebilecek bir merkezi üs oluşturabilirler. Buralarda, gerilla, uçak saldırıları ve uzun menzilli top atışlarına karşı tam bir korunma sağlayarak, hastahaneler, eğitim ve talim merkezleri, ayrıca dağıtılacak malzeme için ambarlar gibi ihtiyaç duyduğu küçük tesisleri kurabilir.
Bu koşullarda, gerilla sayısal gücünü artırabilir, savaşmayan adamları da kapsamına alabilir, hatta gelecekte gerillanın eline düşecek silahları alacak savaşçıları eğitebilir.
Bir gerillanın adamlarının sayısı, yer, yiyecek ikmali kolaylıkları, komşu bölgelerden ezilen insanların kitle halinde kaçışı ve örgütün kendi ihtiyaçları gibi değişebilen ölçütlere bağlıdır. Her ne olursa olsun, yeni savaşçıların katılması yerleşmeyi çok daha kolaylaştırır.
Bu tip bir gerillanın eylem yarıçapı, komşu bölgelerdeki diğer gerillaların operasyonlarının izin verdiği ölçüde geniş olabilir. Bununla birlikte, bu yarıçap, bir operasyon alanından, güvenilir bir bölgeye gitmek için gerekli zamanla sınırlıdır. Yürüyüşlerin ancak gece yapılabileceği hesaba katılırsa, bir gerilla asgari güvenlik noktasından beş-altı saatlik yoldan daha uzak yerlerde operasyonda bulunamaz. Bu güvenlik bölgesinden başlayarak, küçük gerilla grupları, elbette ki, yayılabilir ve gitgide komşu bölgeye sokulabilirler.
Bu tip bir savaş için salık verilen silahlar, uzun menzilli olanlar ve az cephane harcayanlardır; bunlar, otomatik ve yarı otomatik silahlarla desteklenmelidir. Kuzey Amerikan pazarlarında bulunan tüfekler ve makinalı tüfekler arasında, özellikle salık verilecek silahlardan biri Garand denilen M1 tüfeğidir, belirli bir deneyim kazanmış kişilerce kullanılmalı, çünkü çok cephane tüketmek gibi bir sakıncası vardır. Elverişli arazide, kullananlar için daha güvenilir olan üç ayaklı mitralyöz gibi yarı ağır silahlar kullanılabilir; bununla birlikte bunlar daima saldırı değil, savunma silahı olmalıdır.
Yirmibeş kişilik bir gerilla birliği için ideali şudur: on-onbeş kadar bir seferde tek mermi atan tüfek, Garand'dan otomatik tabancaya kadar bir düzine otomatik silah, destek olarak Browning ya da Belçika F.A. L. ve en modern tipte M-14 mitralyöz tüfekleri gibi hafif ve kolay taşınır otomatik silahlar. Otomatik tabancalar arasından, daha çok mermi taşımayı sağlayan 9 mm'likler seçilmelidir, yapıları ne kadar basitse o kadar kullanışlıdırlar, çünkü parçaları kolayca yerine takılabilir. Koşullar ne olursa olsun, cephanesi, silahları elimize düştüğünde kullanacağımız cephanenin aynı olduğundan silahlar düşmanınkinin aynı olmalıdır. Düşmanın kullanabileceği ağır silahlardan kaçınmalıdır. Görünür bir hedef olmadığından uçaklar etkisizdir ve bu gibi bölgelere girmede karşılaştıkları güçlükler göz önüne alınırsa tanklar ve toplar fazla bir işe yaramaz.
Yiyecek ikmali çok önemlidir: genellikle girilmesi zor bölgeler, köylülerin azlığı (ve bunun sonucu olarak tarım ürünleri ve etin doğrudan ikmalinin güçlüğü) nedeniyle sakıncalıdır. Bir takım tatsız kısıtlamaları önlemek ve yedek olarak depolanan asgari bir miktardaki yiyeceğe güvenebilmek için sağlam ulaşım yolları her zaman elaltında bulundurulmalıdır.
Genellikle, böyle bir operasyon alanında geniş çapta sabotaj olanakları azdır. Bölge zor erişilir türden olduğundan, doğrudan bir eylemle zarar verilebilecek binalar, telefon hatları, su kemerleri pek bulunmaz.
Yiyecek ikmali için, yük hayvanları bulundurmak önemlidir. Arazi engebeli olduğundan en uygun hayvan katırdır. (Tam beslenmesinin sağlanması için cayırlıklar olmalıdır.) Katır, başka hiç bir hayvanın geçemeyeceği son derece arızalı yerleri aşabilir. Çok zor durumlarda, insan sırtında taşımaya başvurulmalıdır. Her kişi, günde birkaç saat olmak üzere, yirmibeş kiloluk bir yükü günlerce taşıyabilir.
Dışarıyla bağlantı sağlayan yollar üzerinde, tam olarak güvenilen insanların malzemeyi depo ettiği ve habercileri sakladığı bir dizi konak yeri bulunmalıdır. Yayılma derecesine, gerillanın ulaştığı gelişim düzeyine bağlı olarak iç ulaşım yolları da yaratılabilir. Küba gerilla ordusunun operasyon cephelerinin yeraldığı bazı bölgelerde, kilometrelerce uzunlukta yollar ve telefon hatları kurabilmiş; bütün bölgeleri kaplayan, en kısa bir zaman içinde haber alabileceğimiz bir haberci servisi kurmuştuk.
Küba gerillasının kullanmadığı, dumanla işaretleşme, güneş ışınlarını aynayla yansıtma, haberci güvercinler gibi başka bağlantı olanakları da vardır.
Gerilla silahların, cephanenin bakımına göz kulak olmalı ve herşeyden önce uygun ayakkabılara sahip olmalıdır. Bu hayati bir zorunluluktur. İlk zanaatkarlık çabaları bu konuda yapılmalıdır. Başlangıçta, fabrikalar, eski ayakkabılara pençe vurmak için çalışan kuruluşlardır, daha sonraları işbölümüyle düzgün bir günlük tempoyla ayakkabılar üretecek çeşitli atölyeler kurulabilir. Barut üretimi basittir, gerekli malzemeyi dışardan getirterek küçük bir laboratuarda çok miktarda üretilebilir. Mayınlı araziler, düşman için büyük bir tehlike demektir: geniş mayın tarlaları, bir anda, yüzlerce insanı yere gömebilir.
Az engebeli, ormansız, pek çok ulaştırma yolu olan böyle bir arazide savaşmak için, gerilla savaşının bütün temel koşullarının biraraya gelmiş olması gereklidir; yalnızca yöntemler değişir. Bu tip bir gerillanın hızı olağanüstü olmalıdır; tercihan gece vurulacak darbe son derece hızlı geri çekilmekle kalmamalı, yeni bir üsse ulaşmalıdır. Baskı güçleri için hiçbir sığınağın erişilmez olmadığı asla unutulmamalı, yeni üs başlangıçtaki üsten farklı ve başlangıçtaki yerden mümkün olduğu kadar uzak olmalıdır.
Bir adam, bir gecede, otuz kırk kilometre yol alabilir, fakat aynı şekilde, operasyon bölgelerinin gerilla tarafından çok iyi biçimde kontrol edilmesi ve bölge sakinlerinin düşman ordusuna, gerilla birliğinin durumunu ve gittiği yönü bildirmesi gibi bir tehlike bulunmaması koşuluyla günün ilk saatlerinde de yürünebilir. Eğer belirtilen tehlike söz konusuysa, daima gece eyleme geçmeli, eylemden önce ve sonra tam bir sessizlik içinde bulunulmalı, bunun için gecenin ilk saatleri seçilmelidir. Bu durumda da, hesaplar ters çıkabilir; çünkü öyle durumlar vardır ki şafak saatleri daha uygundur. Durum ne olursa olsun, düşmanı asla belirli bir savaş biçimine alıştırmamalı; gerillalar yerleri, saatleri, operasyon biçimlerini sürekli olarak değiştirmelidir.

GERİLLA SAVAŞININ TAKTİĞİ

Taktik, büyük stratejik hedefleri izlemenin pratik yöntemidir.
Taktik, stratejinin tamamlayıcısı ve bazı yönlerden, uygulanmaya konuluşudur. Son hedeflere göre çok daha değişken, çok daha esnek olan taktik yöntemler, savaşın bütün koşullarına uymak zorundadır. Savaş süresince, sabit ve değişen taktikler vardır. Herşeyden önce, gerilla eyleminin, düşmanınkine uydurmaya dikkat etmelidir.
Bir gerilla birliğinin belirleyici özelliği, birkaç dakika içinde eylem yerinden uzaklaşmasını, hatta gerekli ise, birkaç saat içinde harekât bölgesinden uzak yerlere gitmesini sağlayan hareketliliğidir. Hareketlilik, sürekli olarak cephe değiştirmesini ve kuşatılmanın her türlüsünü önlemesini sağlar. Savaşın aşamalanna göre, gerilla, kuşatmadan kurtulmak için kendini özellikle geri çekilmeye hasredebilir, bu, kuşatıcıları, belki de kendileri için özellikle elverişsiz olacak bir savaşa sürüklemenin tek yoludur, kuşatmaya karşı savaşlara da girişebilir: küçük bir grup, görünüşte düşman tarafından sarılmış gibi yaparken, düşman birden bire kendini sayıca daha üstün bir grup tarafından çevrilmiş bulur, ya da bu küçük grup, ele geçirilmez bir mevzide sipere yatar, bunlar yem rolü oynar, bütün askeri birlikler ve bütün malzeme düzenli ordunun yardımına geldiğinde, çevrilir ve yokedilir. Bu savaş hareketine, bu adı taşıyan dansla alan benzerliğinden dolayı "menüet" denir: örneğin, gerillalar, her önemli noktada beş-altı adam olmak üzere bir yürüyüş kolunu çevirir, yalnız, kendileri sarılmamak için yeteri kadar uzakta dururlar. Gruplardan biri çarpışmayı başlatır; otomatikman yürüyüş kolu bütün gücünü bu grubun üzerine yöneltir. Bu anda, düşmanla teması kaybetmeksizin, gerillalar geri çekilir, aynı anda bu kez diğer bir gruptan gelen saldırı başlar. Ordu, daha önceki manevrasını tekrarlar, gerillalar yeniden geri çekilir. Böylece büyük bir tehlikeyle karşı karşıya gelinmeden, bir düşman kolunu hareketsiz bırakmak, büyük miktarda cephanesini boşuboşuna harcatmak ve moralini bozmak mümkündür.
Gece, aynı taktik uygulanır, fakat bu kez daha büyük bir saldırganlık gösterilir, çünkü bu durumda kuşatma daha zordur. Gece eylemi, gerilla savaşının bir başka önemli özelliğidir. Saldırılacak mevzilere en çok yaklaşmayı sağlar, az bilinen ya da tanınma olasılığı bulunan bölgelerde dolaşmaya uygundur. Elbette ki, sayısal azlık göz önünde bulundurularak, bu saldırıların daima şaşırtıcı biçimde yapılması zorunludur, bunun avantaji büyüktür, gerillalara, kendileri kayıp vermeksizin düşmana kayıp verdirmeyi sağlar; gerçekte, bir yanda yüz, diğer yanda on adam olan bir savaşta kayıplar eşit olamaz. Düşman, ne zaman olursa olsun kayıplarını yerine koyabilir, yukarıda verdiğimiz örneğe göre, bir askerin ölümü halinde kaybı gücünün %1'inden fazla değildir. Gerillanın kayıplarını yerine koyması ise daha uzun zaman alır, çünkü gerilla yüksek bir uzmanlık kazanmış askerdir ve kayıplar toplam gücünün % 10'udur.
Gerilla tarafında, hiçbir ölü asker, savaş için çok değerli olan silah ve cephanesiyle terkedilmemelidir. Bütün gerillaların görevi, bir yoldaşları düşer düşmez, silahlarını almaktır. Gerilla, savaşının bir başka özelliği, gerekli cephaneye gösterilen özen ve bakımdır. Bir gerilla ile düzenli bir ordu arasındaki savaşta, hasımlar ateş etme tarzlarından ayırdedilebilir: düzenli ordu tarafında yoğun ateş, gerillalarin tarafındaysa, aralıklı ve isabetli atışlar.
Bir kez, düşmanin ilerleyişini önlemek için şimdi ölmüş olan bir kahramanımız, beş dakika süreyle aralıksız makinalı tüfeğiyle atışını sürdürmüştü. Güçlerimiz, bu atış temposu karşısında şaşırmış, bu önemli mevziin hasmın eline düştüğünü sanmışlardı. Bu, savunulan noktanın, önemi nedeniyle cephaneyi iktisatlı kullanmayı düşünmediğimiz ender olaylardan biriydi.
Gerillanın temel belirleyici niteliklerinden biri de, kendini tüm koşullara uydurabilme ve bütün ani olayları lehe çevirme yeteneğidir. Klasik savaş kurallarının katılığı karşısında, gerilla, savaşın her anında, kendine özgü taktikler yaratır, düşmanını sürekli şaşırtır.
Her şeyden önce mevzileri daima esnektir: bunlar, düşmanin geçemeyeceği belirli yerler ve şaşırtma hareketi için gerekli noktalardır. Sık sık, düzenli ilerleyen ve engelleri aşan düşmanın birdenbire durdurulduğunu, daha ileri gidemediğini farkedince kapıldığı şaşkınlık izlenir. Bunun nedeni, araziyi ciddi şekilde inceleyen gerillaların ellerinde bulundurdukları mevzilerin alınmaz olduğudur. Saldırganların sayısının önemi yoktur, savunanların sayısı geçerlidir, bu sayı yeterliyse bir alaya karşı da direnebilir ve her zaman diyemezsek de, hemen hemen her zaman, bu direniş başarılı olur. Şeflerin başlıca görevi, bir mevzinin sonuna kadar savunulabileceği yeri ve anı doğru seçebilmektir.
Gerilla için saldırı tekniği tamamen başkadır, saldırı şaşırtmayla başlar, öfkeli, dizginsiz başlayan hücum, birdenbire tam bir pasifliğe gömülür. Sağ kalan düşmanlar, saldırganların kaçtığını sanıp sakinleşirler, dinlenirler, kışla içinde ya da kuşatılan şehirde normal hayatlarına döner, birdenbire, başka bir noktadan, aynı özellikleri gösteren başka bir saldırı ortaya çıkar, bu sırada, gerillanın en büyük güçleri, düşmanın olası takviyesini kollar. Bazen, bir mahalleyi savunan bir kol, şiddetli bir saldırıya uğrar, gerillaların eline düşer. Saldırıda önemli olan, şaşırtma ve hızdır.
Sabotaj eylemlerinin önemi çok büyüktür. Etkisi yüksek bir devrim aracı olan sabotaj, genellikle az etkili, önceden görülemeyen koşullar içinde yapıldığında suçsuz insanlar arasından çok kurban veren, devrime yararlı çok sayıda hayata kıyan teröiist eylemlerden ayırdedilmelidir. Terörizm, zalimliğiyle, baskı yapmada etkililiğiyle tanınan, baskı güçlerinin önemli bir yöneticisini cezalandırmak için, yokedilmesinin yararlı olacağı biliniyorsa uygulanan bir yöntem olarak kabul edilmelidir. Fakat, önemi az olan, ölümü daha sıkı bir baskıya neden olacak bir birey hiçbir zaman öldürülmemelidir.
Terörizmin değerlendirilmesinde çok tartışılan bir nokta vardır. Bazıları, polis baskısına sebep olmanın ya da şiddetlenkesine yolaçmanın kitlelerle tüm az ya da çok yasal —ya da yarı-gizli— bağlari güçleştirdiğini, zamanı geldiğinde gerekli olacak eylemler için gruplaşmayı olanaksızlaştırdığını kabul ederler. Kendi başına bu doğrudur, fakat, bir iç savaş süresince, belirli bir halk için, baskının zaten her türlü yasal eylemi ortadan kaldıracak kadar şiddetli olduğu durumlar da vardır. Bu durumda, silahla desteklenmedikçe kitle eylemi olanaksızdır. O halde uygulanacak yöntemlerin seçimine çok dikkat edilmesi, devrim için yararlanilabilecek elverişli koşulların incelenmesi gerekir. Koşullar ne olursa olsun, sabotaj iyi kullanıldığında, daima daha etkili bir silahtır. Sabotajdan, halkın bir kesimini felce uğratacak, başka deyişle, bir toplumun normal yaşayışını felce uğratmaksızın işsizlik yaratacak biçimde üretim araçlarını kullanılmaz duruma getirmekte yararlanılmamalıdır. Diğer kelimelerle, bir elektrik santralinin sabote edilmesi hem etkili hem yerindeyken, bir gazoz fabrikasını sabote etmek güllünçtür.
İkinci durumda, birkaç işçi işinden edilir, fakat bununla endüstriyel hayatta hiçbir değişiklik olmaz. Birinci halde ise, yine bir işçi transferi olacaktır, fakat, bu kez, bölgede tüm hayatı felce uğramasından dolayı bu tamamen yerinde bir hareket sayılabilir. Sabotaj tekniğine daha sonradan tekrar döneceğiz.
Ordunun en gözde silahlarından biri de uçaklardır, fakat, gerilla savaşının birinci aşamasında bunların sayısı az ve bunlar engebeli bir arazide dağılmış durumdadırlar. Uçaklar, gözle görünür ve örgütlü savunma sistemlerini sistematik olarak yokettiklerinde etkili olurlar, bizim savaş tipimizde durum bu değildir. Ayrıca, hava saldırıları, yürüyüş kolları, düz ve korunaksız arazi gibi durumlarda da etkilidir, fakat, gece yürüyüşleri yapmakla kolayca savuşturulabilir. Yollar ya da demiryolları aracılığıyla ulaşım, düşmanın zayıf noktalarından biridir. Bir yolu ya da demiryolunu metre metre gözetim altında bulundurmak, pratikte olanaksızdır. Neresine olursa o!sun, bir araç geçtiği sırada patlayacak, yolun tahrip edilmesinden başka, ayrıca büyük bir insan ve malzeme kaybına yolaçacak şekilde patlayıcı madde yerleştirmekle yol kullanılmaz duruma getirilebilir.
Patlayıcıların kaynaklan çok çeşitlidir; dışarıdan getirtilebilir, düşmandan elde edilen patlamamış mermiler bu amaçla kullanılabilir, gerilla mıntıkası içinde, gizli laboratuarlarda imal edilebilir. Bunları patlatmak için kullanılan teknikler de çok çeşitlidir. Bu patlayıcıların üretimi de gerillanın içinde bulunduğu koşullara bağlıdır .
Laboratuarlarımızda, patlayıcı olarak kullandığımız barutu üretiyorduk. İstenilen anda bu mayınları patlatacak çeşitli patlayıcılar icat etmiştik. En iyi sonuçları verenler, elektrikli düzeneklerdi. İlk patlattığımız mayın, düşman uçaklarının attığı, içine çeşitli patlayıcılar yerleştirdiğimiz bir bombaydı. Bu bomba, tetiğine bir kordon taktığımız bir tüfeğe bağlıydı. Bir düşman tankı geçtiğinde, kordonu çekiyorduk, atış bombayı patlatıyordu.
Bu teknikler son derece geliştirilebilir. Cezayir'de, örneğin, şimdilerde, Fransız sömürgeci iktidarına karşı, radyo aracılığıyla harekete geçirildikleri noktadan çok uzakta patlayan, uzaktan kumanda edilen mayınlar kullanıldığını öğrendik.
Mayın patlatmak için yollarda pusuya yatmak ve hayatta kalanları yoketmek, silah ve cephane edinmek çok kazançlı bir tekniktir, düşman ne silah kullanmaya ne de kaçmaya zaman bulabilir. Çok az cephane harcayarak, önemli sonuçlara ulaşılabilir.
Bu hırpalanmalar, düşmanı taktiklerini değiştirmeye zorlar. Yer değiştirmeler, artık tek tek araçlarla değil, gerçek motorize birliklerle yapılmaya başlanır. Bununla birlikte, yeri iyi seçilirse, aynı sonuçlara varılabilir, birlik dağıtılır, güçler tek bir aracın üzerinde yoğunlaştırılır. Bu durumda, gerilla savaşı taktiğinin temel unsurları gözönünde bulundurulmalıdır: arazinin son derece iyi bilinmesi, ve kaçıp kurtulmaya yarayacak bütün ikinci derecedeki yolların gözetlenmesi. Bölge halkının tanınması, ikmal, ulaşım, yaralı arkadaşların geçici ya da sürekli olarak gizlice misafir edilmesi gibi konularda halkın tam desteğine sahip olma. Son olarak, belirli bir noktada sayısal üstünlük, büyük bir hareketlilik ve yedekler.
Bütün bu koşullar biraraya gelmişse, düşmanın ulaşım yollarının şaşırtıcı saldırılara uğratılması,oldukça önemli sonuçlar verir.
Gerilla taktiğinin önemli bir öğesi, tüm insanlara karşı takınılacak tavırdır. Düşmana karşı davranış başlı başına önem taşır: saldırı büyük bir şiddetle yapılmalıdır, aynı şekilde, hafiyeliğe, cinayet işlemeye kalkışan bütün nefret verici unsurlara karşı da aynı tutum sözkonusudur. Fakat, askeri görevlerini yerine getirmek için dövüşen -ya da öyle sanan- askerlere karşı olanaklar elverdiği ölçüde merhametli olunmalıdır. Büyük harekat üsleri ya da düşmanın erişemediği yerler yoksa, esir alınmamalıdır: hayatta kalanlar serbest bırakılmalı, yaralılar, tüm çarelere başvurularak tedavi edilmelidir. Sivil halka karşı davranışların temeli, bölge halkının gelenek ve adetlerine büyük bir saygı olmalı, gerillanın ahlaki bakımından ezici askere göre üstünlüğünü kanıtlamalıdır. Özel durumlar dışında, suçluya kendini savunma olanağı vermeden adalet yerine getirilmemelidir.

GERİLLA SAVAŞININ STRATEJİSİ

Gerilla terminolojisinde, strateji, topyekün askeri durumun ışığında ulaşılacak hedeflerin ve bu hedeflere ulaşmanın değişik yollarının tahlilinin kavranışıdır.
Gerilla kolunun bakış açısından doğru bir stratejik değerlendirme için, temel olarak düşmanın hareket tarzının ne olacağını tahlil etmek zorunludur. Eğer son hedef, her zaman, hasım gücün topyekün imhasıysa, düşman, bir iç savaşta bu standart görevle karşı karşıyadır: o, gerilla kolunun tüm üyelerini topyekün imha etmeye girişmek zorundadır. Diğer taraftan gerilla savaşçısı, düşmanın bu çözüme ulaşmak için hangi çarelere güvendiğini, hangi araçlara dayandığını, insan, hareketlilik, halkın desteği, silahlanma ve kumandanın niteliği durumlarını tahlil etmek zorundadır. Stratejimiz, son hedefimizin düşmanı yenilgiye uğratmak olduğunu aklımızdan çıkartmayarak bu sonuçlara uygun olarak saptanmalıdır.
İncelenecek temel yönler vardır: örneğin, techizat ve bu techizatın kullanım tarzı. Bu tür bir savaşta, bir tankın, bir uçağın değerinin ne olacağının kesinlikle araştırılması. Düşmanın silahları, mühimmatı, alışkanlıkları gözönünde tutulmalıdır; çünkü, gerilla gücünün temel ikmal kaynağı, düşmanın techizatıdır. Seçme olanağı varsa, düşmanın kullandığıyla aynı tip tercih edilmelidir, çünkü gerilla kolunun en büyük sorunu mühimmat eksikliğidir ve hasmı buna fazlasıyla sahiptir.
Hedefler tahlil edilip saptandıktan sonra, son hedefe ulaşmak için izlenecek adımların planlanması gereklidir. Bu, savaşın gelişimine ve önceden görülemeyen koşulların ortaya çıkmasına bağlı olarak değiştirilebilecek ve düzenlenebilecek olsa da, bir ön planlama olacaktır.
Başlangıçta, gerilla savaşçısının temel görevi, imhadan kendini korumaktır. Yavaş yavaş, gerilla kolunun ya da kollarının üyeleri için bu yaşam tarzına kendilerini uydurmak ve kaçmayı becermek, düşman güçlerinin günlük saldırılarından kurtulmak kolaylaşacaktır. Bu koşullara ulaşıldıktan sonra, gerilla, düşmanın menzilinin dışında ya da düşmanın saldırmaya cesaret edemeyeceği derecede büyük bir güç toplayarak ulaşılamaz bir konuma sahip olarak düşmanı tedrici olarak yıpratmayı sürdürmesi gereklidir. Bu, ilkin, gerilla koluna karşı etkin savaş noktalarına en yakın yerlerde ve daha sonra düşman bölgesinin içlerinde yürütülecektir; düşmanın iletişim hatlarına saldırılacaktır; daha sonra da, düşmanın merkez üsleri ile harekât üslerine saldırılacak ya da taciz edilecek, gerilla güçlerinin tüm olanakları her yerde kullanılarak düşman çaresizliğe düşürülecektir.
Sürekli olarak vurmalıdır. Harekât bölgesinde bulunan düşman askerine uyuyacak zaman bırakmamalıdır. İleri karakolları sistematik olarak saldırıya uğratılmalı ve tasfiye edilmelidir. Her an düşmanda çepeçevre kuşatıldığı izlenimini uyandırmalıdır. Bu saldırılar, ormanlık ve engebeli arazide gece ve gündüz aynı şiddette sürdürülmeli; düşman devriyelerinin girmesi kolay olan açık arazilerde sadece geceleri yapılmalıdır. Bütün bunlar, halkla tam bir işbirliği ve arazinin çok iyi bilinmesini gerektirir. Bu iki koşul, gerilla savaşçısının yaşamının her dakikasında yeniden kendini gösterir. Bu nedenle, şimdiki ve gelecekteki harekât alanlarının eğitim merkezlerinin yanısıra, yoğun bir kitle çalışması, devrimin itici güçlerinin ve hedeflerinin anlatılması, kesinlikle düşmanın halka karşı zafer kazanamayacağı çürütülemez gerçeğinin propagandasının yapılması gereklidir. Bu kesin gerçeği hissetmeyen gerilla savaşçısı olamaz.
Başlangıçta, çalışma gizlice yürütülmelidir. Her köylüye, içinde çalışılan topluluğun her üyesine, gördüğü ve işittiği şeyleri kimseye açıklamaması öğütlenmelidir. Daha sonraları, devrime karşı doğruluklarına en sağlam biçimde güvenilen köylülerin yardımına başvurulur, sonra bunlar bağlantı, eşya ve silah taşınması gibi görevlerde kullanılır, bildikleri bölgelerde kılavuzluk yaparlar. Sonunda, çalışma merkezlerinde artık örgütlenmiş olan kitlelerin eylemine sıra gelir, bunun sonucu genel grevdir.
Grev, iç savaşlarda en önemli bir faktördür, fakat buna erişmek için ikinci dereceden bir dizi koşul gereklidir. Bu koşullar her zaman mevcut değildir ve çok az durumda kendiliğinden oluşurlar. Devrimin amaçlarını açıklayarak ve halkın gerçek gücünü ve olanaklarını göstererek bu temel koşulları yaratmak gereklidir.
Yine, daha önceleri, nisbeten daha az tehlikeli işlerde etkinliklerini göstermiş, çok homojen, belirli küçük gruplara başvurarak sabotaj yaptırmaya başlamalıdır. Bu, gerilla savaşının bir başka etkili silahıdır, tüm ordular felce uğratılabilir, bir bölgenin endüstriyel hayatı altüst edilebilir, bir şehrin sakinleri çalışmaktan alıkonulabilir, ışıktan, sudan, haberleşmeden yoksun edilebilir, bazı saatler dışında sokağa çıkmamaya zorlanabilir.
Bu başarılırsa, savaşçı birlikleriyle birlikte düşmanın morali giderek düşer, istenilen zamanda toplanacak biçimde meyva olgunlaşmıştır.
Gerilla eyleminin yeraldığı toprağın genişletilmesi düşünülebilir. Fakat asla aşırı büyümeye vardırılmamalıdır. Daima güçlü bir harekât üssü bulundurulmalı ve tüm savaş süresince güçlendirilmesi sürdürülmelidir. Bölge halkına yeni düşünceler kabul ettirilmeli, azılı devrim düşmanları tecrit edilmeli ve bu alanın içinde, siperler, mayınlar ve haberleşme gibi tamamen savunmayla ilgili sistemler geliştirilmelidir.
Bir gerilla birliği silah ve savaşçı bakımından azımsanmayacak bir güce ulaştığında, yeni kollar oluşturulmalıdır. Bu, arı kovanında yeni kraliçe arının, arıların bir kısmıyla başka bir bölgeye gitmesiyle aynı şeydir. Daha önce açıkladığımız sürece göre, yeni kollar diğer düşman bölgelerine nüfuz ederken, ana kovan, en değerli gerilla şefi ile daha az tehlikeli bölgede kalır.
Bir an gelir ki, çeşitli kolların işgal ettiği alan bunlara çok dar gelmeye başlar, düşman tarafından sağlam şekilde elde tutulan bölgelere doğru ilerlerken büyük güçlerle karşı karşıya gelebilirler. Bu durumda kollar birleşir, sıkı bir cephe oluştururlar, mevzii savaş verir, düzenli ordu gibi savaşırlar. Bununla birlikte, eski gerilla ordusu üssünden ayrılamaz. O halde, düşman hatlarının gerisinde, yeni gerilla kolları oluşturulması gerekir, bunlar birinciler gibi davranır ve yavaş yavaş kontrolleri altına alıncaya kadar, yeni bölgeye nüfuz ederler.
Böylece gerillalar, saldırı aşamasına, müstahkem üsleri kuşatma ve takviye güçlerini bozguna uğratma aşamasına, kitlelerin her gün daha da artan kitle eylemleri aşamasına erişirler; ve tüm ulusal topraklar üzerinde savaşın nihai amacına, zafere ulaşırlar.

GERİLLA SAVAŞININ ÖZÜ

Küba halkının, Batista diktatörlüğüne karşı silahlı zaferi, sadece, tüm dünya gazetelerinin yazdığı gibi destansı bir zafer olmakla kalmamış, Latin Amerika halk kitlelerinin davranışlarıyla ilgili eski dogmaları da yıkmıştır. Bu devrim bir halkın, gerilla savaşıyla, kendisini ezen bir yönetimden kurtulabileceğini elle tutulur, gözle görülür biçimde kanıtlamıştır.
Küba devriminin:
1. Halk güçlerinin düzenli orduya karşı savaşı kazanabileceğini,
2. Devrim yapmak için tüm koşulların biraraya gelmesini beklemenin her zaman gerekli olmadığını, ayaklanma odağının bunları yaratabileceğini,
3. Azgelişmiş Amerika'da, silahlı savaşın temel alanının kır olması gerektiğini kanıtlayarak, Amerika'da devrimci hareketlerin mekanizmasında üç temel değişim meydana getirdiğini düşünüyoruz.
İlk iki madde, hareketsizliklerini profesyonel ordulara karşı birşey yapılamayacağı gibi bahanelerle haklı çıkarmaya çalışan devrimcilerin ya da sözde-devrimcilerin, mekanik biçimde bütün nesnel ve öznel koşulların biraraya gelmesini bekleyen, bunları hızlandırmayı düşünmeyenlerin bozgunculuklarına karşıdır. Bu çürütülemez iki gerçek, bugün tamamen açıktır; fakat eskiden bunlar Küba' da tartışılıyordu ve belki de Latin-Amerika'da hâlâ bu böyledir.
Tabii ki, devrim için gerekli tüm koşulların biraraya gelmesi için yalnızca gerilla faaliyetinin itici gücü yetmez. İlk odağın kuruluş ve sağlamlaştırılmasının en azından bazı elverişli koşulları gerektirdiği unutulmamalıdır. Halk, sivil talepler çerçevesinde sosyal amaçlar için savaşmanın beyhude olduğunu açıkça görmelidir. Barışı bozan, kesinlikle, ezenlerin hukuka karşı iktidarda kalmalarıdır.
Bu koşullarda, halkın hoşnutsuzluğu giderek daha kesinlikle kendini açığa vuracak ve direnişin, başlangıçta otoritelerin tutumu yüzünden, bir mücadele embriyonu halinde kristalleşeceği an gelecektir.
Bir hükümet, hileli olsun ya da olmasın, halk oyuyla iktidara gelmişse ve az da olsa anayasaya uygunluk görünümünü koruyorsa, barışçıl mücadele olanakları henüz tüketilmiş olmayacağından, gerillanın çıkışı gelişemeyebilir.
Üçüncü katkı, stratejinin temelidir; stratejik düzen, dogmatik ölçütlere bağlı kalarak, kitle mücadelesini şehir hareketlerinde merkezleştirmeyi ileri sürenlere, bütün azgelişmiş Amerika ülkelerinin hayatında köylülüğün çok büyük katkısını tümüyle unutanlara karşı koyacak biçimde kurulmalıdır. Örgütlü işçi kitlelerinin şehirlerdeki mücadelelerini küçümsemiyoruz, yalnızca, anayasalarımızın garantilerinin havada kaldığı ya da bilmezlikten gelindiği durumlarda, onların silahlı mücadeleye katılımının gerçek olanağını dikkatli bir biçimde tahlil etmek zorundayız. Bu koşullarda, illegal işçi hareketi çok büyük tehlikelerle yüzyüzedir. Onlar, silahsız olarak gizlice faaliyet yürütmek zorundadırlar. Kırda ise, durum bu kadar zor değildir, çünkü kırsal bölgelerde, baskı güçlerinin erişemediği yerlerde yaşayanlar silahlı gerillanın desteğindedir.
Daha ilerde, çözümlememizi inceden inceye geliştireceğiz, fakat şimdiden, daha bu eserin başında, bizce temel katkımız olan, Küba devrimci deneyinden çıkarılmış, bu üç sonucu not edelim.
Gerilla savaşı, halkın kurtuluş mücadelesinin temeli olarak, her zaman aynı kurtuluş iradesinden kaynaklanmakla birlikte, bazı karakteristikler, çeşitli yönler gösterir. Açıktır ki —ve yazarlar bunu daima söylemişlerdir— savaş bir dizi belirli bilimsel yasaya karşılık verir ve bunlara uymayan başarısızlığa mahkumdur. Gerilla savaşı klâsik savaşın bir aşamasıdır; bunun bütün yasalarınca yönetilmelidir; fakat özel yönüyle, ayrıca uyulması gerekli ek yasalar getirir. Her ülkenin coğrafi ve toplumsal koşulları, gerilla savaşının kendini uyduracağı tarzları ve özel biçimleri belirler, fakat genel yasalar bu tip mücadelelerin hepsi için geçerlidir.
Şu an için bizim görevimiz, bu tip savaşın dayanacağı temel ilkeleri, kurtuluşlarını arayan halkların izleyeceği kuralları bulmak; gerçeklerden yola çıkarak teoriyi geliştirmek ve başkalarının yararlanması için deneyimimizi ortaya koymak ve genelleştirmektir.
Gözönünde tutulacak ilk soru, gerilla savaşında, savaşan tarafların kimler olduğudur. Bir yanda, ezenler ve onun ajanları, iyi teçhizatlanmış ve disiplinli profesyonel ordu; bu grup, çoğu durumlarda dışardan gelecek desteğe, ezenlerin uydusu olan bürokrasiye güvenebilir. Diğer yanda, ülkenin ya da söz konusu bölgenin halkı. Gerilla savaşının, bir kitle savaşı, bir halk savaşı olduğunu belirtmek önemlidir. Gerilla kolu, silahlı bir çekirdektir, halkın savaşan öncüsüdür. Onun gücünün kaynağı halk kitleleridir. Gerilla kolu, ateş gücü daha düşük olduğu halde, dövüştüğü düzenli ordudan sayıca az bir askeri birlik olarak düşünülmemelidir. Gerilla savaşı, ezenlere karşı savunmada çok az bir silaha sahip olsa da, çoğunluğun desteğine sahiptir.
Öyleyse, gerilla savaşçısı, yerel halkın tam desteğine güvenir, bu kesinlikle aranan bir koşuldur. Bir bölgede faaliyet gösteren haydut çeteleri örneğini gözümüzün önüne getirdiğimizde, bu apaçık görünür. Bu çeteler, gerilla ordusunun bütün karakteristiklerine sahiptirler: birlik, şefe saygı, cesaret, araziyi tanıma ve çok kez izlenecek taktiği cesaretle benimseme. Ancak, halkın desteğinden yoksun olmaları nedeniyle bu çeteler önüne geçilemez biçimde kamu gücü tarafından zararsız duruma getirilir ya da yokedilir.
Gerilla kolunun harekât tarzını tahlil ettikten, mücadele biçimini inceledikten, kitle tabanını anladıktan sonra, şu soruya yanıt verebiliriz: Gerilla savaşçısı niçin savaşır? Bu sorudan hareketle, kaçınılmaz olarak gerilla savaşçısının toplumsal reformcu olduğu, halkın ezenlere karşı için için kaynayan protestosunun yankısını meydana getirmek için silahları eline aldığı ve tüm silahsız kardeşlerini rezillik ve yoksulluk içinde tutan toplumsal rejimi değiştirmek için dövüştüğü sonucuna varırız. Gerilla savşaçısı, belirli bir dönemin egemen kurumlarına saldırır, bunu, koşulların izin verdiğince büyük bir güçle, bu kurumların yapılarını yıkmak için yapar.
GeriIla savaşı taktiğini, daha derinlemesine incelediğimizde, gerilla savaşçısının araziyi, varış ve geri çekilme yollarını, hızla manevra yapma olanaklarını, saklanılacak yerleri, ve tabii ki halkın desteğini eksiksiz bilmesi gerektiğini göreceğiz. Bütün bunlar, gerilla savaşçısının eylemini kırsal alanlarda ve küçük bir nüfusun yaşadığı meskün yerlerde, özellikle toprak mülkiyetinin toplumsal yapısını değiştirmek amacıyla yapılan halkın hak isteme mücadelelerinin yeraldığı yerlerde yapacağını gösteriyor. Diğer kelimelerle, gerilla savaşçısı herşeyden önce tarım devrimcisidir. Büyük köylü kitlesinin isteğini dile getirir: toprak sahibi olmak, üretim araçlarının, hayvanlarının, yıllar boyunca özledikleri herşeyin, hayatlarını ve üzerinde ölecekleri toprağı oluşturan herşeyin sahibi olmak.
İki ayrı tip gerilla savaşı olduğunu belirtmek gerekir: birincisi, büyük düzenli orduların tamamlayıcısı olan mücadele şekli —örneğin Sovyetler Birliği'nde Ukraynalı partizanlarda olduğu gibi— bu incelememizde gözönüne alınmamıştır. Bizi ilgilendiren yalnız ikinci biçimdir: Sömürge olsun olmasın, kurulu iktidara karşı mücadele içinde ilerleyen, tek üs olarak kırsal bölgelerde yerleşen ve yayılan silahlı bir grubun mücadelesi. Mücadeleyi harekete geçiren ideolojik yapı ne olursa olsun, ekonomik temelini toprak mülkiyeti isteği oluşturur.
Mao'nun Çin'i, güneyde, bozguna uğratılan ve hemen hemen yokedilen işçi gruplarının mücadelesiyle devrime başladı. Ancak, Yunnan büyük yürüyüşünden sonra, kırlara dayanınca ve hak davalarının temeli olarak tarım reformunu kabul edince yerleşti ve yükselen ilerleyişine başladı. Çinhindi'nde Ho Chi Minh' in mücadelesi, Fransız sömürgeci boyunduruğunun altında ezilen pirinç yetiştiricisi köylülere dayalıdır ve bu gücün yardımıyla, sömürgecileri alaşağı edecek kadar ilerlemiştir. Her iki durumda da, saldırgan Japonya'ya karşı yurtsever savaşın oluşturduğu paranteze rağmen, toprak için mücadele ekonomik temeli ortadan kalkmamıştır. Cezayir olayında, büyük arap milliyetçiliği düşüncesi, Cezayir'in hemen hemen tüm ekilebilir topraklarından bir milyon Fransız sömürgecisinin yararlanmasında ekonomik karşılığını bulmuştu. Özel koşulları gerilla savaşına uygun olmayan Porto-Rico gibi ülkelerde, hergünkü ırk ayrımına bağlı aşağılamalar yüzünden en derinden yaralanan ulusal ruhun temeli (proleterleştirilmiş olmasına rağmen) köylünün, istilacı yankee tarafından elinden alınan toprağı için duyduğu özlemdir. Başka koşullar altında olmakla birlikte, 30 yıllarının kurtuluş savaşı sırasında toprak mülkiyeti haklarını birlikte savunmak için gruplaşan Doğu Küba çiftliklerinin köylü, köle ve küçük mülk sahiplerini harekete geçiren de aynı merkez düşünceydi.
Gerilla savaşının gelişim olanakları hesaba katıldığında, yani gerilla kolunun gelişimiyle potansiyel olarak mevzii savaşa dönüşme olanakları hesaba katıldığında, bu savaş tipinin özel niteliğine rağmen, mevzii savaşın embriyonu, bir taslağı olarak kabul edilebilir. Konvansiyonel savaşa kadar gerilla kolunun gelişme ve savaş tarzını değiştirme olanağı, her muharebere, her çarpışmada ya da çatışmada düşmanı yenme olanağını olabildiğince büyütür. Bu yüzden, temel ilke, kesinkes kazanılamayacak hiçbir muharebeye, çarpışmaya ya da çatışmaya girişmemektir. Kötü niyetle yapılmış bir tanımlamaya göre, "gerilla savaşçısı savaş düzenbazıdır". Bunun anlamı, gerilla savaşının temel unsurlarının gizlilik, hile ve şaşırtmaca (süpriz) olduğudur. Tabii ki bu özel bir düzenbazlıktır, bazı anlarda zorlayıcı nedenlerle uygulanır, savaşın mutlaka bunlarla yapılacağına inandırıldığımız romantik ve sportmence görüşlerden farklı bir yol tutulur.
Savaş daima hasımlardan birinin diğerini imha etmeye çalıştığı bir mücadeledir. Bu amaca ulaşmak için hasımlar, güç kullanmanın dışında, her türlü kurnazlığa ve savaş hilesine başvurur. Askeri strateji ile taktikler, hasım grupların hedeflerinin ve bu hedeflere ulaşmak için kullandıkları araçların tahlilini ifade eder. Bu araçlar, düşmanın zayıf noktalarının avantajlarını kullanmayı içerir. Mevzii savaşta büyük bir ordunun her tekil birliğinin savaş eylemi, gerilla kolunun eylemiyle benzer özellikler gösterecektir: gizlilik, hile ve şaşırtmaca (süpriz). Ancak karşı taraf şaşırtmacayı (süprizi) önlemek için hazır bekliyorsa, bu taktik uygulanmaz. Ama yine de, gerilla kolu, kendi başına bir birlik olduğundan ve düşman tarafından denetlenemeyen geniş bir bölgede hareket ettiğinden, her zaman bu tür şaşırtmaca (süpriz) taktiğini gerilla saldırılarında uygulama olanağına sahiptir ve gerilla savaşçısının görevi bunu yapmaktır.
Bu, bazen "vur ve kaç" olarak adlandırılır ve bu doğrudur. Vur ve kaç, bekle, pusuya yat, tekrar vur ve kaç, ve düşmana hiçbir dinlenme olanağı tanımaksızın sürekli yinele. Burada, geri çekilme ve cephesel savaştan kaçınma tutumu, olumsuz bir yön olarak görünür. Bununla beraber, bu durum, herhangi bir savaşta olduğu gibi, son amacı düşmanı imha etmek, zafer kazanmak olan gerilla savaşının genel stratejisinin bir sonucudur. Nitekim, açıktır ki, gerilla savaşı, kesin zafere ulaşmak için uygun bir aşama değildir. Gerilla savaşı, savaşın başlangıç aşamasıdır ve sürekli gelişerek düzenli ordu özelliklerine sahip bir gerilla ordusu haline dönüşecektir.
O anda, düşmana son darbeyi vurmaya ve zafere ulaşmaya hazır olacaktır. Zafer, temeli bir gerilla ordusuna da dayansa, her zaman düzenli ordunun ürünü olacaktır. Modern savaşta bir tümenin generali birliklerinin başında ölmediği gibi; kendi kendinin generali olan gerilla savaşçısının da her muharebede ölmesi gerekli değildir. Yaşamını vermeye hazırdır, fakat gerilla savaşının bu olumlu yönü, her gerilla savaşçısının bir ideali savunmak için değil, onu gerçeğe çevirmek için ölmeye hazır oluşudur. Bu, gerilla savaşının (fighting) temelidir, özüdür. Mucizevi bir biçimde, küçük bir insan kolu, onu destekleyen büyük halk güçlerinin silahlı öncüsü, taktik hedeflerin ötesinde, kararlılıkla bir ideali gerçekleştirmek için, yeni bir toplum kurmak için, eskimiş yapıları yıkmak için ve nihayet toplumsal adaleti gerçekleştirmek için savaşır.
Bu açıdan bakıldığında sıradan yargılara konu olanlar, yeni bir ışık altında görülür, gerilla savaşçısının esinlendiği ereğin büyüklüğü onları haklı çıkarır, bu ereğe ulaşmak için başvurulacak yolların gizli kapaklılığı söz konusu değildir. Bu savaşçı tutum, bu korkusuz tutum, son hedefin büyük sorunlarıyla mücadele etme kararlılığı, gerilla savaşçısının büyüklüğüdür.

Perşembe, Kasım 16, 2006

Şeyh Edebali Vasiyeti

ŞEYH EDEBALİ'NİN
OSMANLI DEVLETİNİN KURUCUSU ve
DAMADI OSMAN GAZİ'YE VASİYETİ

Ey oğul, artık Bey’sin!
Bundan sonra
öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül almak sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoşgörmek sana.
Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Haksızlık bize, bağışlamak sana...

Ey oğul, sabretmesini bil,
vaktinden önce çiçek açmaz.
Şunu da unutma;
insanı yaşat ki devlet yaşasın.

Ey oğul, işin ağır,
işin çetin, gücün kula bağlı.
Allah yardımcın olsun...
Güçlüsün, kuvvetlisin,
akıllısın, kelamlısın!
Ama; bunları nerede,
nasıl kullanacağını bilmezsen
sabah rüzgarında savrulur gidersin.
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener.
Daima sabırlı, sebatlı ve
iradene sahip olasın!
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi
değildir. Bütün bilinmeyenler,
feth edilmeyenler,
görünmeyenler, ancak sen faziletli ve
ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır.

Ey oğul ! Ananı , atanı say !
Bereket büyüklerle beraberdir.
İnancını kaybedersen ,
yeşilken çöllere dönersin.
Açık sözlü ol ! Her sözü üstüne alma !
Gördüğünü görme ! Bildiğini bilme !
Sevildiğin yere sık gidip gelme !

Ey oğul ! Üç kişiye acı :
Cahil arasındaki alime ,
zenginken fakir düşene,ve
hatırlı iken itibarını kaybedene.

Ey oğul! unutma ki,
yüksekte yer tutanlar,
aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklıysan mücadeleden korkma !...

Salı, Kasım 14, 2006

Oğuz Kaan'ın Türklük Duası

ULU TANRI !.
GÜZEL TANRI !.
GÖK TANRI !.

Sen Türk'ü Türk yurtlarını koru !..
Düşman şerrinden sakla ! TÜRK'ü yiğitlikte daim et ! TÜRK'ü erlik davasıyla yaşat ! TÜRK'ü gerçekçi yap ! TÜRK'ün gönlüne herşeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK'lük sevgisini koy ! TÜRK'ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar ! Törelerini canları gibi saklat ! TÜRK'e zevk ve rahat verme ! Bilakis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri, bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin ! TÜRK'ü faal, cevval edersin. TÜRK'e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün !

ULU TANRI !.

Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal, TÜRKÇÜLÜK ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; TÜRK'e bunları ver ! TÜRK'ten hırsız, namuzsuz türerse hemen kahret ! TÜRK'e benlik, hem de yüksek bir benlik ver ! TÜRK nefsine itimat sahibi olsun ! TÜRK'ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat ! Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın ! Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun ! TÜRK'ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla unutmasın !

ULU TANRI !.
Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi ! Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et ! TÜRK herşeyi mukayese etsin ! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu ! Sabırlı, derde dayanıklı olsun ! İradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma ! TÜRK'leri maymun iştahlı yapma ! TÜRK daima ihtiyatla adım atsın ! Kimsenin tatlı diline inanmasın ! Kimseye emniyet olmasın ! Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan, TANRI, sen TÜRK'ü çalışkan et ! TÜRK'ün ömrü çalışma ile geçsin ! Ona daima çalışma aşkı ver ! Hele elbirliği ile çalışmayı alet etsin ! Tembel TÜRK'ü hemen öldür ! TÜRK'e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca TÜRK'ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK'leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl! TANRI, TÜRK'leri sen kendi elinle birleştir ve herşeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! TÜRK'ü töresine sadık kıl, Tanrı! TÜRK budunu: Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın!

ULU TANRI !.
Türk milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et ! Bir şey söylemek vazife yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok !
GÜZEL TANRI !.
Sana hepsinden çok yalvardığım şudur : TÜRK'ü dalkavukluktan kurtar ! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru ! TÜRK'e kötü para hırsı verme ! Dalkavukları yok et !

AMAN TANRI !.
TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen TÜRK'e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver! TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın!

Acunu ( Dünyayı ) Yaratan Yüce Tanrı !.
TÜRK'e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey, göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. TANRI, TÜRK'e sağlam, sürekli irade ver! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti TÜRK yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetinTÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK'e öğret!

TANRI !.

TÜRKÇE konuşulan, TÜRK'e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK'ün hükmü altında bırak !
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN...

Çarşamba, Kasım 08, 2006

Yunus Emre Şiirleri

BEN YÜRÜREM YANE YANE

Ben yürürem yane yane, Aşk boyadi beni kane
Ne akilem ne Divane, Gel gör beni aşk neyledi
Gah eserem yeller gibi, Gah tozaram yollar gibi
Gah akaram seller gibi, gel gör beni aşk neyledi
*** ***

Akan sulayın çağlaram, Dertli cigerem dağlaram
Şeyhim anuban ağlaram, gel gör beni aşk neyledi
Ya elim al kaldır beni, ya vaslına erdir beni
Çok ağladım güldür beni, gel gör beni aşk neyledi
*** ***

Mecnun oluban yürürem, ol yari düşte görürem
Uyanıp melul oluram, gel gör beni aşk neyledi
Miskin Yunus biçareyem, baştan aşağı yareyem
Dost ilinden avareyem, gel gör beni aşk neyledi
*** ***

Akıl : Akıllı
Divane : Deli, Meczup
Melül : Elem



SEVELİM SEVİLELİM

Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı olmaz
Dünyaya gelen geçer, bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer, Cahiller onu bilmez
*** ***

Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz
Yunus sözün anlar isen, mani'sini dinler isen
Sana iyi dirlik gerek, bunda kimseler kalmaz
*** ***

Mani : Anlam



GÖNÜLLER YAPMAYA GELDiM

Benim bunda kararım yok, bunda gitmeye geldim
Bezirganım mataım çok, alana satmağa geldim.
Ben gelmedim da'vi için benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim
*** ***

Dost eşruğu deliliğim, aşıklar bilir neliğim
Devşuruben ikiliğim, birliğe bitmeye geldim
Yunus Emre aşık olmuş, ma'şuka derdinden olmuş
Gerçek erin kapısında ömrüm harcamaya geldim
*** ***

bezirgan: Tüccar
mata : Mal,erzak
dav'i : Dava peşinde koşmak,kavga,dava.
sev'i : Sevgi
eşruk : Sarhoşluk
devşuruben : Kaldırıp
bitmek : Kavuşmak
maşuk : Allah (aşık olunan)



DİLSİZLER HABERİN

Dilsizler haberin kulaksız dinleyesi
Dilsiz kulaksız sözü, can gerek anlayaşı
Dinlemeden anladık, anlamadan eyledik
Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi
*** ***

Biz sevdik aşık olduk, sevildik maşuk olduk
Her dem yeni dirlikte, bizden kim usanası
Miskin Yunus ol veli, yerde gökte dopdolu
Her taş altında gizli, bin imran oğlu MUSİ
*** ***

di�rlik: Hayat
imran oğlu MUSİ : MUSA peygamber



AŞK KİTABIN OKURUZ

Söylememek harcısı, söylemeğin hasıdır
Söylemeğin harcısı, gönüllerin pasıdır
Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan
Halka müderris ise, hakikatte asidir
*** ***

Şeriat haberini şerh ile eydem işit
Şeriat bir gemidir, hakikat deryasıdır
Ol geminin tahtası her nice muhkem ise
Deniz mevci kat olsa, tahta uşanasıdır
*** ***

Bundan içeri haber işit, eydeyin ey yar
Hakikatin kafiri, şer'in evliyasıdır
Biz talib-i ilimleriz, aşk kitabın okuruz
Calap müderris bize, aşk hod medresedir
*** ***

Harcısı : Uygunu
Has : Güzel
Şeriat : Kuranın Dışsal, açık anlamı
Şerh : Açıklama
Eydem : Söyleyim
Hakikat : Kuranın gizli anlamlarının bilindiği makam
Muhkem : Kuvvetli
Mevc : Dalga
Kat : Kesme
Uşanmak : Kırılmak
Kafir : İnkar eden, gerçeği örten
Şer'in : Şeriatın
Evliya : Hak dostu,Hakiki dindar
Talib-i ilim : İlim öğrenen
Hod : Kendi, zaten



NİCE BESLEYESİN

Nice bir besleyesin, bu kadd ile kameti
Düştün dünya zevkine unuttun kıyameti
Dürüs, kazan, ye yedir, bir gönül ele getir
Yüz KABEden yiğrektir, bir gönül ziyareti
*** ***

Uslu değil delidir Halka Salusluk satan
Nefsin müslüman etsin var ise kerameti
Yunus imdi sen dahi, gerçeklerden olagör
Gerçek erenler imiş, cümlenin ziyareti
*** ***

Kadd : Boy,pos
Kamet : Boy
Dürüs : Toplayıp biraraya getirme
Yiğrek : Daha iyi
Salusluk: Hilekarlık
Keramet : Olağanüstü işler, haller



BU BİR ACAİB HALDİR

Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez
Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez
İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra
Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz
*** ***

Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz
Yunus canını terk et, bildiklerini terk et
Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz
*** ***

Davi : Savunulan sey
Veli : Amma lakin
Fena : Benliği terkedip yokluk halinde olma



AŞK MAKAMI

Aşk makamı al� ır, aşk kadim ezelidir
Aşk sözünü söyleyen, cümle kudret dilidir
Diyen o, işiten o, gösteren o
Her sözü söyleyen o, suret can menzilidir
*** ***

Suret söz kanda buldu, söz sahibi kaçan oldu
Surete kendi geldi, dil hikmetin yoludur
Bu bizim işretimiz, oldur bu lezzetimiz
İçip esridiğimiz, aşk şerbeti gölüdür
Yunus sözünde yalan, görmedi mumin olan
Ömrün zülmete salan, marifet yoksuludur
*** ***

Ali : Yüksek,yüce
Menzil : Ulaşılacak yer
İşret : Eğlence
Eşrimek: Sarhoş olmak
Zülmet : Karanlık
Marifet: Tasavvufta üstün bir makam



HAK BİR GÖNÜL VERDİ

Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur
Bir dem gelir şadan olur, bir dem gelir giryan olur
Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem cehalette kalır, nesne bilmez nadan olur
*** ***

Bir dem dev olur ya peri, viraneler olur yeri
Bir dem uçar BELKIS ile sultan-ı ins u can olur
Bir dem varır mescitlere, yüz sürer anda yerlere
Bir dem varır deyre girer, incil okur ruhban olur
*** ***

Bir dem gelir İSA gibi ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine, Firavn ile Haman olur
Bir dem döner CEBRAİLE rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrah olur, miskin Yunus hayran olur
*** ***

Hayran : Şaşkın
Şadan : Sevinçli
Giryan : Ağlayan
Beşaret: Mujdelenmek
Şerh : Açıklama
Nadan : Cahil
Deyr : Kilise
Ruhban : Rahip
Mahfil : Toplantı yeri
Gümrah : Sapmış



AŞKIN ALDIN BENDEN BENİ

Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni
*** ***

Aşkın aşıklar öldürür,Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur,bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem,Mecnun olup yola düşem
Sensin dün ü gün endişem, Bana seni gerek seni
*** ***

Sufilere sohbet gerek, Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek, bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler, külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağırır, bana seni gerek seni
*** ***

Cennet dedikleri ne ki, bir kaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları, bana seni gerek seni
Yunus-durur benim adım, gün geçtikce artar ödüm
İki cihanda maksudum, bana seni gerek seni
*** ***

Tecelli: Allah eserlerinin mevcut olanda görünmesi
Sufi : Derviş
Maksud : Amaç



BİR KEZ GÖNÜL YIKTIN İSE

Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmişiki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
*** ***

Yol odur ki, doğru vara
Göz odur ki, Hakkı göre
Er odur ki alçak dura
Yüceden bakan göz değil



İLİM İLİM BİLMEKTİR

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır
Okumaktan mani ne, kişi Hakkı bilmektir
Çün okudun bilemedin, ha bir kuru emektir
*** ***

Okudum bildim deme, çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen, abes yere yelmektir
Dört kitabın manisi, bellidir bir elif te
Sen elif dersin hoca, manisi ne demektir
*** ***

Yunus der ki Ey hoca
Gerekse var bin Hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
*** ***

Taat : İbadet
Abes : Boş yere, boşuna
Yelmek : Ardından gitmek
Manisi : Anlamı



EY BENİ AYIPLAYAN

Ey beni ayıplayan, gel beni aşktan kurtar
Elinden gelmez ise, söyleme fasid haber
Hiç kimsene kendinden, halden hale gelmedi
Cümlemizin halini, maşuk eder mukarrer
*** ***

Aşıkların her hali, Maşuk katında biter
Sözün var ona söyle, benim elimde ne var
Her kim aşk kadehinden,içti ise bir cura
Ona ne yad ne biliş, ona nesrik ne humar
*** ***

Dost yüzünden nikabı, her kim giderdi ise
Hicap kalmadı ona, ayruk ne hayr u ne şer
Şeriat edebinden korkaram söylemeye
Yokise eydeyidim daha ayrıksı haber
Dost kılıçından Yunus ölürse gam değil
Dost göğünden uyanan, Maşuk burcundan doğar
*** ***

Fasid : Bozucu, fesat
Mukarrer : Kararlaştırılmış
Cur'a : Yudum
Yad : Yabancı
Biliş : Tanıdık
Humar : İçkinin verdiği başağrısı
Nesrik : Sarhoş
Ayrıksı : Aykırı
Nikap : Perde, yüz örtüsü



HABER EYLEN AŞIKLARA

Haber eylen aşıklara, Aşka gönül veren benem
Aşk bahrisi oluban denizlere dalan benem
Gördüm göğün meleklerin, her biri bir işteymis
Hak Calabın zikrin eden İNCİL benem KURAN benem
*** ***

Gördüm diyen değil, gören
Bildim diyen değil, bilen
Bilen O'dur, gösteren O,
Aşka esir olan benem
*** ***

Deli oldum adım Yunus
Aşk oldu bana kılavuz
Hazrete değin yalınız
Yüz sürüyü varan benem



BU ZAMANDA MÜSLÜMANLAR

Müslümanlar zamane yatlı oldu
Helal yenmez, haram kıymetli oldu
Fakirler miskinlikten çekti elin
Gönüller yıkıben heybetli oldu
*** ***

Peygamber yerine geçen hocalar
Bu halkın başına zahmetli oldu
Yunus gel aşık isen tevbe eyle
Nasuh'a tevbe ucu kutlu oldu
*** ***

Nasuh tevbesi : Bir daha bozmamak üzere edilen tevbe



AŞIKLAR ÖLMEZ

Ya rab bu ne derttir derman bulunmaz
Benim garip gönlüm aşktan usanmaz
Aşık ki cana kaldı aşık olmaz
Canın terketmeyen, ma'şukun bulmaz
*** ***

Aşk pazarıdır bu canlar satılır
Satarım canımı kimseler almaz
Aşık, bir kişidir, Bu dünya malın
Ahiret korkusun bir pula saymaz
*** ***

Bu dünya ol ahiretten içeri
Aşıkın yeri var kimseler bilmez
Yunus öldü diye sela verirler
Ölen hayvan imiş, AŞIKLAR ÖLMEZ
*** ***

GÖNÜL CALABIN TAHTI

Miskinlikte buldular, kimde erlik var ise
Merdivenden ittiler, yüksekten bakar ise
Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar
Dış yüzüne o sızar içinde ne var ise
*** ***

Ak sakallı pir hoca, bilemez hali nice
Emek vermesin hacca, bir gönül yıkar ise
Sağır işitmez sözü, gece sanar gündüzü
Kördür münkirin gözü, alem münevver ise
*** ***

Gönül Calabın tahtı, CALAP gönüle baktı
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise
Sen sana ne sanırsan ayrugada onu san
Dört kitabın manası budur eğer var ise
*** ***

Bildik gelenler geçmiş, konanlar geri göçmüş
Aşk şarabından içmiş, kim mana duyar ise
Yunus yoldan azuban, yüksek yerde durmasın
Sinle sırat görmeye, sevdiği didar ise
*** ***

Dem-be-dem : Zaman zaman
Münevver : Bilgili, aydın
Calap : ALLAH
Pir koca : İhtiyar
Bedbaht : Talihsiz
Sin : Mezar
Sırat : Cennet yolu
Didar : Allaha kavusma, hakkın yüzü



KİME GÖNÜL VERİR İSEM

Kime gönül verir isem, benim ile yar olmadı
Halim bilip derdim sorup bana vefadar olmadı
Haktan meğer takdir idi, Aşık oldu gönlüm sana
Hiç kimseler bencileyin, aşka giriftar olmadı
*** ***

İbrahime Nemrud odunu, aşktır gülistan eden
Aşktan nazar ericeğiz, gülzar oldu nar olmadı
Aşkta kahırlar çok olur, Aşıklara gayret gerek
Yunus aşık oldun ise, aşıklarda ar olmadı
*** ***

Giriftar : Tutkun olmak, tutulmak
Gülistan,gülzar : Gül bahcesi
Nar : Ateş
Ar : Utanma



AŞK VER BANA

İlahi bir aşk ver bana, kandalığım bilmeyeyim
Yavı kılayım ben beni, isteyiben bulmayayım
Al gider benden benliği, doldur içime şenliği
Diriliğimde öldür beni, varıp orda ölmeyeyim
*** ***

Bülbül olup öteyim, dost bahçesinde yatayım
Gül oluben açılayım, ayruk dahi solmayayım
Aşkdır derdin dermanı, aşk yoluna koydum canı
Yunus Emre eydur bunu, bir dem aşksız olmayayım.
*** ***

Kanda : Nerede
Yavı kılmak: Kaybetmek
Ayruk : Artık, baska
Eydur : Söylemek
Dem : An,vakit



AŞK

işitin ey yarenler, kıymetli nesnedir aşk
Sultanları kul eyler, hikmetli nesnedir aşk
Akilleri şaşırır deryalara düşürür
Kayaları söyletir, kuvvetli nesnedir aşk
*** ***

Aşksızlara verme öğüt, öğüdünden ala değil
Aşksız adem hayvan olur, hayvan öğüt bilir değil



SUFİYİM HALK iÇiNDE

Sufiyim halk içinde, tesbih elimden gitmez
Dilim marifet söyler gönlüm hiç kabul etmez
Söylerim marifeti, saluslanırım katı
Miskinliğe dönmeye gönlümden kibir gitmez
*** ***

Görenler elim öper, tac u hırkaya bakar
Söyle sanırlar beni, zerrece günah etmez
Dışımda ibadetim sohbetim hoş taatım
İç pazara gelince bin yıllık ayyar etmez
*** ***

Dışım derviş içim boş, dilim tatlı sözüm hoş
Amma ettiğim işi dinin değişen etmez
Yunus eksikliğini Allah'ına arz eyle
Onun keremi çoktur sen ettiğin o etmez
*** ***

Saluslanmak : Hilekarlık, düzenbazlık.



DERVİŞLİK DEDİKLERİ

Dervişlik dedikleri hırka ile tac degil
Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil
Durmuş marifet söyler, erene Yunus Emrem
Yol eriyle yoldadır, yolsuza yoldaş değil



HİC BİR KİŞİ BİLMEZ BİZİ

Hiç bir kişi bilmez bizi, biz ne işin içindeyiz
Ne hırsımız baydır bizim, ne nefsimiz içindeyiz
Bir kimsenin devletine, ta'nediben biz gülmeyiz
Ne munkiriz alimlere, ne tersanın Hacındayız
Yunus eydur hey sultanım, özge şahım vardır benim
Ko dünya altın gümüşün, ne bakır-u tacındayız
*** ***

Bay : Zengin
Ta'netmek : Yermek, kınamak
Özge : Başka
Tersa: Hıristiyan
Munkir : İnkar eden



ERENLER YOLU

Canım erenler yolu inceden ince imiş
Süleymana yol kesen şol bir karınca imiş
Eydürler idi bana aşık avare olur,
Geldi başıma gördüm, ol söz yerince imiş
*** ***

Dört kitabın manisin okudum hasıl ettim
Aşka gelicek gördüm, bir uzun hece imiş
İki kişi söyleşir Yunus'u görsem diye
Biri eydur ben gördüm bir AŞIK koca imiş



AB-I HAYAT

Ab-I hayatın çeşmesi aşıkların visalidir
Sohbeti aşk ile eder, susamışları yakmaya
Aşk mı derim ben ona Tanrının uçmağın seve
Uçmak hod bir tuzaktır eblehler canın tutmağa
*** ***

Aşık olan miskin olur
Hak yoluna teslim olur
Her ne dersen boyun tutar
Çare yok gönül yıkmaya
*** ***

Ab-ı hayat : Ölümsüzlük suyu. Ledun ilmi, Hakka kavuşma.
Visal : Kavuşma
Uçmak : Cennet
Hod : Kendi.
Ebleh : Budala
Miskin: Benliği terketmiş
Boyun tutmak: Teslim olmak



İŞİTİN EY YARENLER

İşitin ey yarenler
Aşk bir güneşe benzer
Aşk olmayan gönül
Misal-i taşa benzer
*** ***

Taş gönülde ne biter
Dilinde agu tüter
Nice yumusak söylese
Sözü savaşa benzer
*** ***

Geç Yunus endişeden
Gerekse bu bişeden
Ere aşk gerek evvel
Ondan dervişe benzer
*** ***

Yaren : Dost
Agu : Zehir
Bişe : Orman



SENSİN KERİM

Sensin kerim sensin rahim, Allah sana sundum elim
Senden artuk yoktur emim, Allah sana sundum elim
Ecel geldi vade erdi, Bu ömrüm kadehi doldu
Kimdir ki içmeden kaldı, Allah sana sundum elim
*** ***

Gözlerim göğe süzüldü, canım göğüsten üzüldü
Dilim tetiği bozuldu, Allah sana sundum elim
Geldim salacam sarılır, Dört yana sela verilir
El namazıma derilir, Allah sana sundum elim
*** ***

Cun cenazeden şeştiler, üstüme toprak saçtılar
Hep koyubeni kaçtılar, Allah sana sundum elim
Yunus tap uzattın sözü, Allah'ına tutgil yüzü
Didardan ayırma bizi, Allah sana sundum elim
*** ***

Emim : İlacım
Salaca: Tabut taşıyan tahta
Sela : Ölüm haberinin duyurulması
Şeşmek: Çıkarmak
Tap : Yeter, kafi
Didar : Allahın cemali, yüzü



ÇAĞIRAYIM MEVLAM SENİ

Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile çağırayım mevlam seni
Sular dibinde mahi ile, sahralarda ahu ile
Abdal olup ya hu diye çağırayım mevlam seni
*** ***

Gökyüzünde İSA ile Tur dağında MUSA ile
Elindeki asa ile çağırayım mevlam seni
Derdi okus EYYÜP ile, gözü yaşlı YAKUP ile
Ol MUHAMMED mahbub ile çağırayım mevlam seni
*** ***

Hamd u şükrullah ile, vasf-ı kulhuvallah ile
Daim zikrullah ile çağırayım mevlam seni
Yunus okur diller ile, ol kumru bülbüller ile
Hakkı seven kullar ile çağırayım mevlam seni
*** ***

Mahi : Balık
Ahu : Ceylan
Abdal : Derviş
ya hu : Allah
Okus : Çok
Mahbub: Sevgili



DERTLİ DOLAP

Dolap niçin inilersin, Derdim vardır inilerim
Ben Mevlaya Aşık oldum, Onun için inilerim
Benim adım dertli dolap, suyum akar yalap yalap
Böyle emreyledi CALAP, Derdim vardır inilerim
*** ***

Beni bir dağda buldular, Kolum kanadım kırdılar
Dolaba layık gördüler, derdim vardır inilerim
Ben bir dağın ağacıyım, Ne tatlıyım ne Acıyım
Ben Mevlaya duacıyım, Derdim vardır inilerim
*** ***

Şol dülgerler beni yondu, her azam yerine kondu
Bu iniltim Haktan geldi, Derdim vardır inilerim
Yunus burda gelen gülmez, Kişi muradına ermez
Bu fanide kimse kalmaz, Derdim vardır inilerim.
*** ***

CALAP : Allah

LA ŞERiKE OKURSUN

La şerike okursun, sonra şerik katarsın
Bire iki demegil, fitne kimden tutarsın
Cun KURAN gökten indi, Onu Allah buyurdu
Ondan haber ver bana, ha kitaptan ötersin
*** ***

İlim okumaktan gerek kendözünü bilmektir
Kendözünü bilmezsen bir hayvandan betersin
Kılarsın riya namaz, günahın çok hayrın az
Dinle neye varır söz, Cehennemde bitersin
*** ***

Halka fetva verirsin, Ne için sen tutmazsın
İhlas ile gelirsen bizden nesne utarsın
Sen fakihsin ben fakir, sana hiç tan'umuz yok
İlmin var amelin yok, günahlara batarsın
*** ***

Utarsın : Kazanırsın
Tan : Kınama



CANIM KURBAN OLSUN

Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Şefaat eyle bu kemter kuluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
*** ***

Mu'min olanların çoktur cefası
Ahirette olur zevk u sefası
Onsekiz bir alemin Mustafa'sı
Adı güzel kendi güzel Muhammed
*** ***

Yedi gökleri seyran eyleyen
Kürsi'nin üstünde cevlan eyleyen
Mi'racda ümmetini dileyen
Adı güzel kendi güzel Muhammed
*** ***

Dört caryar anun gökçek yaridur
Anı seven günahlardan beridur
On sekiz bin alemin sultanıdur
Adı güzel kendi güzel Muhammed
*** ***

Aşık Yunus nider dünyayı sensiz
Sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz
Sana uymayanlar gider imansız
Adı güzel kendi güzel Muhammed
*** ***

Kemter : Değersiz
Cevlan : Dolaşma
Şek : Şüphe
Şefaat : Bağışlanmasını dileme



CANLAR CANINI BULDUM

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim dükkanım yağma olsun
Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim gumanım yağma olsun
*** ***

Benden benliğim gitti hep mülkümü dost yuttu
La-mekana kavm oldum mekanım yağma olsun
Taalluktan üzüştüm ol dosttan yana uçtum
Aşk divanına düştüm divanım yağma olsun
*** ***

İkilikten usandım birlik hanına kandım
Derd-i şarabın içtim dermanım yağma olsun
Varlık cun sefer kıldı dost andan bize geldi
Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun
*** ***

Geçtim bitmez sağınçtan usandim yaz u kıştan
Bostanlar başın buldum bostanım yağma olsun
Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun
*** ***

Assı : Kar, kazanç
Hicab : Perde, örtü, utanç
Vasl : Kavuşma
Guman : Şüphe
La-mekan : Mekansız
Kavm : Kavim, yaşanılan yer, topluluk
Taalluk : Alaka, ilgi
Üzüşmek : Kesilmek, koparılmak
Sağınç : Emel, istek



DERVİŞLİK DER Kİ BANA

Dervişlik der ki bana sen derviş olamazsın
Gel ne diyeyim sana sen derviş olamazsın
Derviş bağrı taş gerek gözü dolu yaş gerek
Koyundan yavaş gerek sen derviş olamazsın
*** ***

Döğene elsiz gerek söğene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek sen derviş olamazsın
Dilin ile şakırsın çok maniler dokursun
Vara yoğa kakırsın sen derviş olamazsın
*** ***

Kakımak varmışsa ger Muhammed de kakırdı
Bu kakımak sende var sen derviş olamazsın
Doğruya varmayınca Murşide ermeyince
Hak nasib etmeyince sen derviş olamazsın
*** ***

Derviş Yunus gel imdi ummanlara dal imdi
Ummana dalmayınca sen derviş olamazsın
*** ***

Kakımak : Kızmak, öfkelenmek
Umman : Büyük deniz, okyanus



TAŞTIN YİNE DELİ GÖNÜL

Taştın yine deli gönül sular gibi çağlar mısın
Aktın yine kanlı yaşım yollarımı bağlar mısın
Nidem elim ermez yare bulunmaz derdime çare
Oldum ilimden avare beni bunda eğler misin
*** ***

Yavı kıldım ben yoldası onulmaz bağrımın başı
Gözlerimin kanlı yaşı ırmak olup çağlar mısın
Ben toprak oldum yoluna sen aşırı gözetirsin
Şu karşıma göğüs geren taş bağırlı dağlar mısın
*** ***

Harami gibi yoluma arkuri inen karlı dağ
Ben yarimden ayrı düştüm sen yolumu bağlar mısın
Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için yaşın yaşın ağlar mısın
*** ***

Esridi Yunusun canı yoldayım illerim kanı
Yunus düşte gördü seni sayru mısın sağlar mısın
*** ***

Yavı kılmak : Kaybetmek
Yaşın yaşın : Gözyaşları döke döke
Sayru, sayrı : Hasta



ŞÖYLE GARiP BENCiLEYiN

Acep şu yerde varmola şöyle garip bencileyin
Bağrı baslı gözü yaşlı şöyle garip bencileyin
Gezerim rum ile şamı, yukarı illeri kamu
Çok istedim bulamadım, şöyle garip bencileyin
*** ***

Söyler dilim ağlar gözüm, gariplere göynür özüm
Meğerki gökte yıldızım, şöyle garip bencileyin
Nice bu dert ile yanam, ecel ere bir gün ölem
Meğer ki sinim de bulam, şöyle garip bencileyin
*** ***

Bir garip olmuş diyeler, üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar, şöyle garip bencileyin
Hey Emrem Yunus biçare, bulunmaz derdine çare
Var imdi gez şardan şare, şöyle garip bencileyin
*** ***

Bencileyin : Benim gibi
Bağrı başlı : Gönlü yaralı
Göynümek : İçten yanmak
Sin : Mezar
Şar : Şehir



SELAM OLSUN

Azrail alır canımız, kurur damarda kanımız
Yuyıcağız kefenimiz, saranlara selam olsun
Gider olduk dostumuza, eremedik kastımıza
Namaz için üstümüze, duranlara selam olsun
*** ***

Sözdür söylenir araya, kimse değmez bu yaraya
İltup bizi makbereye, koyanlara selam olsun
AŞIK oldur HAKKI seve, HAK derdine kıla deva
Bizim için hayır dua edenlere selam olsun
*** ***

Aşık Yunus söyler sözü, Kan yaş ile doldu gözü
Bilmeyenler bilsin bizi, Bilenlere selam olsun
*** ***

Makbere : Kabir
İltmek : İletmek, götürmek



DERViŞLiK YOLU

Bu dervişlik yoluna, aşk ile gelen gelsin
Ya dervişlik neydiğin, bir zerre duyan gelsin
Hele biz iş bu yola, gelmedik riya ile
Bu melametlik donun, bizimle giyen gelsin
*** ***

Gözüyle gördüğünü, örte eteği ile
Bu yol çok ince yoldur, yüreği duyan gelsin
Her kim sever Allahı, rahmet kılar vallahi
Dil sevgisiyle olmaz, Aşk ile yanan gelsin
*** ***

İşbu sözü diyenden, bize nişan gerektir
Sözün kısası budur, canına kıyan gelsin
Yunus söz ile kimse, kabliyete geçmedi
Bud u vücud dermiyan ortaya koyan gelsin
*** ***

Melamet : Kınanma
Kabliyet : Öne geçmek
Bud u vücud dermiyan : Varlığını vücudunu aradan çıkaran



ŞOL CENNETİN IRMAKLARI

Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu
Çıkmış islam bülbülleri öter Allah deyu deyu
Salınır tuba dalları, Kuran okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri, kokar Allah deyu deyu
*** ***

Kimi yiyip kimi içer, hep melekler rahmet saçar
İdris nebi hulle biçer, biçer Allah deyu deyu
Altındandır direkleri, Gümüştendir yaprakları
Uzandıkca dudakları, biter Allah deyu deyu
*** ***

Aydan arıdır yüzleri, misk-i amberdir sözleri
Cennette Huri kızları, gezer Allah deyu deyu
Hakka aşık olan kişi, akar gözlerinin yaşı
Pür nur olur içi dışı, söyler Allah deyu deyu
*** ***

Ne dilersen Haktan dile, Kılavuzla gir bu yola
Bülbül aşık olmuş güle, öter Allah deyu deyu
Açıldı gökler kapısı, rahmetle doldu hepisi
Sekiz cennetin kapısı, açar Allah deyu deyu
*** ***

Rıdvan-durur kapı açan, idris-durur hulle biçen
Kevser şarabını içen, kanar Allah deyu deyu
Miskin Yunus var yarına, koma bugünü yarına
Yarın Hakkın divanına, varam Allah deyu deyu
*** ***

Tuba : Cennet Ağacı
Hulle : Elbise
Nebi : Peygamber
Rıdvan : Cennet, Cennet meleği



ELHAMDULİLLAH

Haktan gelen şerbeti içtik elhamdulillah
Şol kudret denizini geçtik elhamdulillah
Şol karşıki dağları, meşeleri bağları
Sağlık safalık ile aştık elhamdulillah
*** ***

Kuru idik yaş olduk, kanatlandık kuş olduk
Birbirmize eş olduk, uçtuk elhamdulillah
Vardığımız illere şol safa gönüllere
Halka tapduk manisin saçtık elhamdulillah
*** ***

Beri gel barışalım, yad isen bilişelim
Atımız eğerlendi estik elhamdulillah
İndik Rum'u kışladık, çok hayır şer işledik
Uş bahar geldi geri göçtük elhamdulillah
*** ***

Dirildik pınar olduk, irkildik ırmak olduk
Artık denize dolduk, taştık elhamdulillah
Taptuğun tapusuna, kul olduk kapusuna
Yunus miskin çiğ idik, piştik elhamdulillah
*** ***



HAKKI BULDUM CAN İÇİNDE

Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Bir isen birliğe gel, ikiyi bırak elden
Bütün mana bulasın, sıdk u iman içinde
*** ***

Girdim gönül şehrine, daldım onun bahrine
AŞK ile gider iken, iz buldum can içinde
Bu izimi izledim, sağım solum gözledim
Çok acaibler gördüm, yoktur cihan içinde
*** ***

Yunus senin sözlerin, manadır bilenlere
Söylenecek sözlerin devr-i zaman içinde
*** ***

Guman : Şüphe
Bahri : Deniz



CAN İÇİNDE CAN OL

Can olgil can içinde, kalma guman içinde
İstediğin bulasın, yakın zaman içinde
Rüku secde de kalma, Ameline dayanma
İlm u amel gark olur, naz u niyaz içinde
*** ***

İkiligi terketgil birlik makamın tutgil
Canlar canın bulasın, işbu dirlik içinde
Şeriat korucudur, hakikat ordusunda
Senin için korunur, hasıl ordu içinde
*** ***

Aynel-yakin görüptür, Yunus mecnun oluptur
Bir ile bir oluptur, Hakkel-yakin içinde
*** ***

Aynel-yakin : Hakka Aşık olanların ulaştığı mertebe
Hakkel-yakin : Aşkın artıp, HAK ile BiR olma, (ayrılığın kalkması)



BÜTÜN ALEM BiR İÇİNDE

Onsekizbin alemin cümlesi BiR içinde
Kimse yok BiR den ayruk, söylenir BiR içinde
Cümle BiR onu BiRler, cümle ona giderler
Cümle dil onu söyler, her BiR tebdil içinde
*** ***

Kim gördü onu ayan, ne nakşu ne hod nişan
Söz "len terani" dir, Musa'ya Tur içinde
Yunus sen ne dilersin, dostu görem der isen
Ayandır görenlere, ol gönüller içinde
*** ***

Tebdil : Değişik görünmek, değişik
ayruk : Başka
Len terani : Allahın, Musa Peygambere "Beni göremezsin" hitabı
Ayan : Açık, açıkca ortada



OL CALABIMIN AŞKI

Ol calabımın aşkı bağrımı baş eyledi
Aldı benim gönlümü, sırrımı faş eyledi
Hergiz gitmez gönülden hiç eksik olmaz dilden
Calab kendi nurunu gözüme tuş eyledi
*** ***

Can gözü onu gördü, dil ondan haber verdi
Can içinde oturdu, gönlümü arş eyledi
Bir kadeh sundu cana, can içti kana kana
Dolu geldi peymane, canı sarhoş eyledi
*** ***

Esruk oldu canımız, dur döker lisanımız
Ol calabımın aşkı, beni sarhoş eyledi
Yunus imdi avunur, dostu gördü sevinir
Erenler mahfilinde aşka cünbüş eyledi
*** ***

Faş : Gizliyi açıklama
Tuş etmek : Yönelmek, yöneltmek
Peymane : Büyük Kadeh
Mahfil : Meclis, toplantı yeri



SUN KADEHİ EY SAKi

Doldur bize sun kadehi, Aşk şarabından ey saki
Ol denizden içir bize, k'andan içer seyh u faki
Kim ki bir dem sohbet ola, mufti müderris mat ola
Bir ilahi devlet ola, ondan içen oldu baki
*** ***

Okudun yedi mushafı, ha taat gösterir safi
Çünki amel eylemedin, gerekse var yüzyıl oku
Bin kez hacca vardın ise, Bin kez gaza kıldın ise
Bir kez gönül kırdı, ise gerekse var yollar doku
*** ***

Gönül mü yeğ, Kabe mi yeğ, eyit bana aklı eren
Gönlü yeğ-durur zira kim gönüldedir dost durağı
Yunus işin budur, hemen tutgil gönüller eteğin
Dilersen baki olasın, gönüller oldu baki
*** ***

K'andan : ki ondan
faki : FIKIH alimi



YA MUHAMMED CANIM ARZULAR SENİ

Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hak nasip eylese görsem yüzünü
Ya Muhammed canım arzular seni
*** ***

Bir mübarek sefer olsa da gitsem
Kabe yollarında kumlara batsam
Hub cemalin bir kez düşte seyretsem
Ya Muhammed canım arzular seni
*** ***

Yunus metheyledi seni dillerde
Sevilirsin bütün bu gönüllerde
Ağlayı ağlayı gürbet ellerde
Ya Muhammed canım arzular seni
*** ***



GELDi GEÇTi ÖMRÜM BENİM

Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi, şol göz yumup açmış gibi
İşbu söze hak tanıktır, Bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide, kafesten kuş uçmuş gibi
*** ***

Bir hastaya vardın ise, bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele, Hak şarabın içmiş gibi
Bir miskini gördün ise, bir eskice verdin ise,
Yarın anda karşı gele, Hak libasın biçmiş gibi
Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler
Meğer HIZIR, İLYAS ola, Ab-ı hayat içmiş gibi
*** ***



AŞIK - MAŞUK

Helal kıldı maşuka, Aşık kendi kanını
Maşuk nakşından okur, Aşk eri kuranını
Yardan ayrı olunca, asılıp ölmek yeğdir
Aşık kendi bırakır boynuna urganını
*** ***

Gitmez aşık gözünden, hergiz maşuk hayali
Nitekim ZELHA verir YUSUF un nişanını
Dirlik budur maşuka, Aşık yolunda öle
Sorarlar ise eydem aşıkın burhanını
*** ***

BELKIS ile SÜLEYMAN aşka düştü bir zaman
İsteyip bulmadılar bu derdin dermanını
Gökteki HARUT MARUT, Aşk için indi yere
Zühre yüzün görünce unuttu rahmanını
*** ***

FERHAD bu aşk yolunda başın külünge tuttu
HÜSREV ŞİRİN derdinden dosta verdi canını
LEYLA ile MECNUN işi aceb gelir bu halka
Abdurrezzak terketti aşk için imanını
Zamane vefaları cefa gelir Yunus'a
Bir doğru yar bulunca feda kılar canını
*** ***

Burhan : Delil
Güzaf : Bos laf
Külüng : Kazma



SEVEREM BEN SENİ CANDAN İÇERİ

Severem ben seni candan içeri
Yolum vardır bu erkandan içeri
Beni sorma bana benden değilem
Suretim boş yürür dondan içeri
*** ***

Tecelliden nasib erdi kimine
Kiminin maksudu bundan içeri
Senin aşkın beni benden alıptır
Ne Şirin dert bu dermandan içeri
*** ***

Şeriat tarikat yoldur varana
Hakikat Marifet andan içeri
SÜLEYMAN kuş dili bilir dediler
SÜLEYMAN var SÜLEYMAN dan içeri
*** ***

Unuttum din diyanet, kaldı benden
Bu ne mezheptir, dinden içeri
Dinin terk edenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür imandan içeri
Geçer iken Yunus şeş oldu dosta
Ki kaldı kapıda andan içeri
*** ***

Suret : Yüz, dış görünüş
Don : Elbise
Tecelli: Görünme, belirme
Gün : Gündüz, güneş
Şeş olmak: Karşılaşma, raslamak



BULDUK OL CANI

Aşk ile ister idik yine bulduk ol canı
Gömlek edinmiş giyer suret ile bu teni
Girmiş surette geçer, cümle işleri düzer
Geri kendiye söyler, gevher ile bu kanı
*** ***

Bu dünya bir pazardır, suretler dükkan olmuş
Bu dükkana giriben, oldur satan bu kanı
Bir niceler kayırır, bunca malım kaldı der
Veren oldur alan ol, sormaz nedir ziyanı
Yunus imdi sen senden, ayrı değilsin candan
Sen sende bulmaz isen, nerde bulasın anı
*** ***

Suret : Yaratılmış şeyler
Kan : Maden



BİR SAKİDEN İÇTİK ŞARAP

Bir sakiden içtik şarap, Arştan yüce meyhanesi
Ol sakinin mestleriyiz, canlar onun meyhanesi
Bir meclistir meclisimiz, anda ciğer kebap olur
Bir şemdir burda yanan, güneş onun pervanesi
*** ***

Aşk oduna yananların, Kulli vücudu nur olur
Ol od bu oda benzemez, hiç belirmez zebanesi
Ondaki mest olanların, "Enel hak" tır sözleri
Hallac Mansur gibidir en kemine divanesi
*** ***

Ol meclisin bekrileri, şol şah-ı Edhem gibidir
Belh şehrinde yüzbin ola her guşede viranesi
Yunus bu cezbe sözlerin cahillere söylemegil
Bilmezmisin cahillerin nice geçer zamanesi
*** ***

Saki : İçki dağıtan
Mest : Sarhoş
Peymane: Kadeh
Şem : Hepsi
Zebane : Alev
Kemine : En aşağı
Bekri : Sarhoş
Guşe : Köşe
Cezbe : İlahi sarhoşluk hali



SÖYLEYEMEM

Ey yarenler eydemezem, canım neye yandığını
Dil ile vasfedemem, gönlümü kim aldığını
Gönlüm dolu sığmaz dile, Aşıktır ol kim hal bile
Aşk niceyi verdi yele, anlayamaz nolduğunu
*** ***

Aşktan haber bilenlerin, Aşk derdiyle dolanların
Küfrü iman olanların, ayıplaman güldüğünü
Ağlamak gülmektir aşıka, dirilmek ölmektir aşığa
Kahr ile lütfü bir bilir, bilmez melul olduğunu
*** ***

Aşık yunus eyledi lal, Yunus kanı aşka helal
Koy verin etsin paymal, görmesin ayrıldığını
*** ***

Eydemezem : Söyleyemem
Vasfetmek : Tasvir etmek
Melul : Üzülen
Kahr : Güçlük, zor
Lütuf : İhsan, iyilik
Paymal : Ayak altında çiğnenmiş



EZELDEN VAR İDİ

Ezeliden var idi, canımda bu aşk odu
Eşkere etmez idim, bilirdim ki dost koydu
Ben razıyam bu yolda, günde bin kez yanarsam
Şekerden daha tatlı, şirindir aşkın tadı
*** ***

Aşk anadan doğmadı, kimseye kul olmadı
Hükmüne kıldı esir, cümle bilişi, yadı
Aşka mecnun olanlar, assı ziyandan farig
Korkmaz ıssı soğuktan, pes ne biliser odu
*** ***

Ezeli : Evveli olmayan
Eşkere : Açıklamak
Biliş : Tanıdık
Yad : Yabancı
Assı : Kazanç, kar
Is : Sahip
Farig : Vazgeçmiş



SIRRA ERDİM

Ben bunda seyr eder iken, aceb sırra erdim ahi
Bir siz dahi sizde görün, dostu bende gördüm ahi
Bende baktım bende gördüm, benim ile BiR olanı
Suretime can vereni, Kimduğini bildim ahi
*** ***

İsteyuben bulamazam, o ben isem ya ben hani
Seçemedim ondan beni, bir kez o oldum ahi
Maşuk benimledir bile, ayrı değil kıldan kıla
Irak sefer bizden kala, dostu yakın gördüm ahi
*** ***

Munim oldum yoksul iken, benim oldu kevn-i mekan
Yerden göğe magrib meşrik, yere göğe doldum ahi
Nitekim ben beni bildim, bu oldu ki HAKKI buldum
Korkum onu buluncadı, korkudan kurtuldum ahi
Yunus kim öldürür seni, veren alır tatlı canı
Bu canlara hükmedenin, kim olduğun buldum ahi
*** ***

Acep : Garip
Ahi : Kardeş
Kimduğini: Kim olduğunu
Munim : Nimet veren(Hak)
Kevn-i Mekan :Var olan her şey
Magrib, Meşrik : Doğu, Batı



AŞK BAHRİSİ

Benem ol aşk bahrisi denizler hayran bana
Derya benim katremdir zerreler umman bana
Kafdağı zerrem değil ay u güneş bana
Haktır aslım şek değil, Murşittir kuran bana
*** ***

Yok iken ol barigah, var idi ol padişah
Ah bu aşk elinden ah, dert oldu derman bana
ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden
Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana
*** ***

Yaratıldı MUSTAFA, yüzü gül gönlü safa
Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana
Şeriat ehli ırak eremez bu menzile
Ben kuş dilin bilirim, söyler SÜLEYMAN bana
Yunus bu halk içinde eksikliktir HAK bilir
Divane olmuş çağırır, dervişlik buhtan bana
*** ***

Bahri : Bir cins deniz ördeği, deniz
Derya : Deniz
Katre : Damla
Umman : Okyanus
Zerre : En kucuk parca
Murşit : Rehber, Hak aşığı, Şeyh
Arş : Göğün en yüksek katı
Safa : Berraklık
Vefa : Sözde durma,
İhsan : Lütuf, bağış
Şeriat : Kuranın yüzeysel emirleri
Ehil : İş bilen
Menzil : Varılacak hedef
Buhtan : İftira



NİTELİĞİM SORAN

Niteliğim soran işit hikayet
Su vu toprak od u yel oldu suret
Dört muhalif nesneden dört duvarın
Sazıkar eyledi verdi keramet
*** ***

Yel ile toprağı kıldı muallak
Su içinde odu tuttu selamet
Rızkı ömrü tamam eyledi henüz
Şeş cihet olmadan tuttugu kisvet
*** ***

Baki tertiplerimi şerh edeyim
İnayet mevcudu sem'u basaret
Aklımın haberi bugünkü değil
Onu er derisen evvelki ayet
Yunus ile bu ne denli nasibim
Gönül dost durağı, dilim şehadet
*** ***

Sazıkar : Uygun
Muallak : Asılı, havada duran
Şerh : Açıklama
İnayet : Yardım
Sem : İşitme
Basaret : Görme



AŞK İMAMDIR BİZE

Aşk imamdır bize, gönül cemaat
Kıblemiz dost yüzü daimdir salat
Dost yüzün göricek, şirk yağmalandı
Anıncun kapıda kaldı şeriat
*** ***

Gönül secde kılar, dost mihrabında
Yüzün yere vurup kılar münacat
Münacat gibi vakt olmaz arada
Kim ola dost ile bu demde halvet
*** ***

Şeriat eydur, sakın şartı bırakma
Şart ol kişiye kim ede hiyanet
Erenler nefesi devletli rumuz
Onunla fitneden olduk selamet
"Beli" kavlin dedik evvelki demde
Henuz bir demdir, ol vakt u bu saat
*** ***

Derildi beşimiz, bir vakte geldi
Beşi bir eyleyip, kim kıla taat
Biz kimse dinine hilaf demeziz
Din tamam olucak doğar muhabbet
*** ***

Doğruluk bekleyen dost kapısında
Gümansız ol bulur ilahi devlet
Yunus ol kapıda kemine kuldur
Ezelden ebede dektir bu izzet
*** ***

Şirk : Allaha ortak koşma
Mihrab : Kıbleyi gosteren yer
Münacat : Yalvarma
Halvet : Yalnız kalma
Beli : Yaratılan ruhların Allaha verdikleri söz
(Evet sen rabbimizsin anlamında)
Rumuz : İşaret, söz, simge
Fitne : Hile, ayartma
Kavl : Söz
Derilmek : Düzenlenmek
Hilaf : Karşı, aksi
Güman : Şüphe
Kemine : Aciz, en değersiz



AŞIKLARA DİN NE HACET

Din umillet sorar isen, aşıklara din ne hacet
Aşık kişi harab olur, harab bilmez din diyanet
Aşıkların gönlü gözü maşuk diye gitmiş olur
Ayruk surette ne kalır kim kılısar zühd u taat
*** ***

Taat kılan uçmağ için din tutmayan tamu için
Ol ikiden farig olur, neye benzer bu işaret
Her kim dostu sever ise, dosttan yana gitmek gerek
İşi gücü dost olucak, cümle işten olur azat
*** ***

Onun gibi maşukanın haberini kim getirir
CEBRAİL-İ MURSEL sığmaz, böyle olundu işaret
Soru hesap olmayısar, dünya ahret kovana
MUNKER u NEKiR ne sorar terkolucak cümle murad
Havf u reca gelmez onda varlık yokluk bırakana
İlm u amel sığmaz onda ne terazi var ne sırat
*** ***

Ol kıyamet pazarında her bir kula BAŞ kaygısı
Yunus sen aşıklar ile hiç görmeyesin kıyamet
*** ***

Hacet : İhtiyaç
Di�anet : Dini kurallar, yordamlar
Farig : Vazgecmek
Havf u reca : Korku ve ümit



CIKTIM ERiK DALINA

Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Boştan ıssı kakıyıp, der ne yersin kozumu
Ağrılık yaptı bana, buhtan eyledim ona
Çerçi de geldi dedi, niye aldın kuzumu
*** ***

Kerpiç koydum kazana, poyraz ile kaynattım
Nedir diye sorana, bandım verdim özünü
İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Becid becid ısmarlar, gelsin alsın bezini
*** ***

Bir serçenin kanadın, kırk katıra yüklettim
Çift dahi çekemedi, şöyle kaldı kazını
Bir sinek bir kartalı salladı urdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu
*** ***

Bir kut ile güreştim, elsiz ayağım aldı
Güreşip basamadım göyündürdü özümü
Kaf dağından bir taşı şöyle attılar bana
Öylelik yola düştü, bozayazdı yüzümü
*** ***

Balık kavaga çıkmış, zift turşusu yemeğe
Leylek koduk doğurmuş baka şunun sözünü
Gözsüze fısıldadım sağır sözüm işitmiş
Dilsiz çağırıp söyler dilimdeki sözümü
*** ***

Tosbağaya sataştım, gözsüzsepek yoldaşı
Sordum sefer nereye, Kayseri'ye azimli
YUNUS BİR SÖZ SÖYLEDİN,HİÇ BİR SÖZE BENZEMEZ
MUNAFIKLAR YÜZÜNDEN ÖRTTÜN MANA YÜZÜNÜ
*** ***

Issı : Sahibi
Kakımak: Kızmak
Koz : Ceviz
Buhtan : İftira
Çerçi : Seyyar satıcı
Becid : Acele
Küt : Kötürüm
Göyündürmek : Kendi kendine yanmak
Koduk : Sıpa
Gözsüzsepek : Köstebek
Munafık: İçi dışı bir olmayan, sahte müslüman



SÖZLERİN ASLI

Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz kandan gelir
Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir
Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil
Bu yürüyen halktan değil, halık avazından gelir
*** ***

Ne elif okudum ne cim varlığındandır kelecim
Bilmeye yüzbin müneccim, taliim ne ıldızdan gelir
Şule bize aydan değil, Aşk eri bu soydan değil
Rızkımız bu evden değil, derya-yı ummandan gelir
*** ***

Biz bir bahane arada, Ayruk de elden ne gele
Hak cun emir eyler, Cana bu keleci andan gelir
Yunus bir dert ile ah et, Kahr evinde neyler rahat
Bu derde derman keffaret, bir ah ile suzdan gelir
*** ***

Kandan : Nereden
Halık : Yaratan, Allah
Elif, cim : Arap alfabesinden harfler
Keleci : Söz
Müneccim : Yıldız falcısı
Ildız : Yıldız
Şule : Işık
Rızk : Nimet
Ayruk : Başka
Kahr : Dert
Derman : İlaç, şifa
Keffaret : Karşılık
Süz : Yanıp tutuşma



KOĞIL ÖLÜM ENDİŞESİN

Koğıl ölüm endişesin, Aşıklar ölmez bakidir
Ölüm aşıkın nesidir cun nur-u ilahidir
Ölümden ne korkarsın çünkü hakka yararsın
Bil ki ebedi varsın, Ölmek fasid işidir
*** ***

Kal u bela denmeden, Kadimde bile idik
Biz bir uçar kuş idik , vücut can budağıdır
Yunus beşaret sana, gel derler dosttan yana
Ol kimseye ol ana KULLUN YERCİ aslıdır
*** ***

Koğıl : Bırak
Fasid : Fesatcı, bozguncu
Kal u bela : Yaratanın, Rabliğini ruhlara onaylattığı söz
Kadim : Ezel, öncesi olmayan zaman, Allah
Biliş : Tanışıklık
Beşaret : Müjde
Kullun yerci : Herşey döner (Haktan gelen hakka dönecektir)



AŞIKMIDIR

Canını aşk yoluna vermeyen aşık mıdır
Cehdeyleyip ol dosta ermeyen aşık mıdır
Dost sevgisin gönülde, can ile berkitmeyen
Tul-i emel defterin dürmeyen aşık mıdır
*** ***

Nefs arzusundan geçip, aşk kadehinden içip
Dost yoluna er gibi, durmayan aşık mıdır
Dün ü gün ü riyazetde halvetlerde diz çokup
Sohbetlerde baş çatıp, durmayan aşık mıdır
*** ***

Yunus imdi ol dostun, cefasına sabreyle
Yüreğine aşk odun, Urmayan aşık mıdır
*** ***

Cehd : Gayret
Berkitmek : Pekiştirmek
Tül-i emel : Aşırı isteklerden oluşan emeller
Nefs : Öz varlık, can, arzular emeller kaynağı
Riyazet : Nefs terbiyesi
Halvet : Yalnızlık
Cefa : Zorluk, sıkıntı
Od : Ateş
Urmak : Vurmak



HAKİKATIN MANASI

Hakikatin manisin şerh ile bilmediler
Erenler bu dirliği, riya dirilmediler
Hakikat bir denizdir, şeriattır gemisi
Çoklar gemiden çıkıp, denize dalmadılar
*** ***

Bunlar gelip kapıya, şeriatta durdular
İçeri giribeni ne vardır bilmediler
Dört kitabı şerh eden, Asidir Hakikatte
Zira tefsir okuyup, Manisin bilmediler
*** ***

Yunus adın sadıktır, bu yola geldin ise
Adın değşirmeyenler, bu yola gelmediler
*** ***

Hakikat : Gerçek, sırların açıldığı makam
Şeriat : Din yolunda dışsal emirleri içeren başlangıç aşaması
Tefsir : Açıklama



VÜCUD ŞEHRİ

İşbu vücud şehrine bir dem giresim gelir
İçindeki sultanın yüzün göresim gelir
İşidirim sözünü, göremezem yüzünü
Yüzünü görmekliğe, canım veresim gelir
*** ***

Erenlerin sohbeti, arttırır marifeti
Bi-dertleri sohbetden, her dem süresim gelir
Miskin Yunusun canı, dört tabiat içinde
Aşk ile can sırrına pinhan varasım gelir
*** ***

pinhan : Gizli



AŞK ÖDÜ

Aşkın ödü ciğerimi yaka geldi yaka gider
Garip başım bu sevdayı çeke geldi çeke gider
Kar etti firak canıma, Aşık oldum sultanıma
Aşk zincirin dost boynuma, taka geldi taka gider
*** ***

Arada olmasın naşı, onulmaz bağrımın başı
Gözlerimin kanlı yaşı, aka geldi aka gider
Aşık Yunusun sözleri efgan eder bülbülleri
Dost bahçesinde gülleri, koka geldi koka gider
*** ***

Firak : Ayrılık



SEMA

Bu sema'a girmeyen sonra peşiman olur
Erişir bizim ile ser-be-ser düşman olur
Dosttur bizi okuyan, üstümüzde şakıyan
Şimd'üçbuçuk okuyan derin Danışman olur
*** ***

Hey biçare Danışman, Et dervişi dervişhan
Dervişlere erişen, işine pişman olur
YUNUS eydur MEVLANA, epsem otur yerinde
Bu sohbete doymayan sonra sevişken olur
*** ***

Epsem : Dilsiz



ARİFLER ORTASINDA

Arifler ortasında Sufilik satmayalar
Cun Sufiye ihlas oldu, Aşka riya katmayalar
Ya gel bildiğinden eyit, yahut bilenlerden işit
Teslimin ucun tutup, hiç sözü uzatmayalar
*** ***

Kuran'ı virip idi, gönüle evim dedi
Gönül ev ıssın bilmez ademden tutmayalar
Mumsuz baldır şeriat, tortusuz yağdır tarikat
Dost için balı yağa ne için katmayalar
*** ***

Evvel ADEM yanıldı, uçmakta buğday yedi
İşi HAKtan bilenler şeytandan tutmayalar
Şirin huylar eyleğil, tatlI sözler söyleğil
Sohbetlerde YUNUSu hergiz unutmayalar
*** ***

Arif : �lim irfan sahibi
Sufi : Derviş, mutasavvıf
Uçmak : Cennet
Hergiz : Asla



HAK İSTEYEN

Ey dünü gün HAK isteyen, bilmezmisin HAK kandadır
Her kandasam anda hazır, kanda bakarsam andadır
İstemegil HAKKI ırak, Gönüldedir HAKKA durak
Sen senliğin elden bırak, tenden içeri candadır
*** ***

Gir gönüle bul andadır, benliğinin defterin dur
Ol has gevher bil andadır sanam kim ol ummandadır
Ol ummanda yüzbin gevher bir zerreden oldu kemter
Ol cana zeval mi erer, canı ab-ı hayvandadır
*** ***

Eyleğil suretin viran, can sırrıdır ona eren
Batın gözüdür dost gören zahir gözü yabandadır
Kim ki gaflet icre geçer, canı zeval suyun içer
Derviş gönlü arşta uçar, çünki mekanı ondadır
*** ***

Ab-ı hayvan : Ebedilik veren su
Batın : İç, gizli
Zahir : Dış, görünen



YAR YÜREĞİM YAR

Yar yüreğim yar, gör ki neler var
Bu halk içinde bize güler var
Ko gülen gülsün, HAK bizim olsun
Gafil ne bilir, HAKKI seven var
*** ***

Bu yol uzaktır menzili çoktur
Geçidi yoktur, derin sular var
Girdik bu yola Aşk ile bile
Gurbetlik ile bizi salar var
*** ***

Her kim merdane, gelsin meydane
Kalmasın cana kimde hüner var
Yunus sen bunda meydan isteme
Meydan içinde merdaneler var
*** ***



AŞKIN OKU

Dost senin aşkın oku key katı taştan geçer
Aşkına düşen kişi can ile baştan geçer
Dün ü günü zar olur aşkın ile yar olur
Endişesi sen olan, cümle tesvişten geçer
*** ***

Aşkına düşenlerin, yüreği yanar olur
Kendini sana veren, düğeli işten geçer
Dünyanın muhabbeti agülü aşa benzer
Ahırın sanan kişi, agülü aştan gecer
*** ***

Başında aklı olan, ücrete amel etmez
Hurilere aldanmaz, göz ile kaştan geçer
Yunusun gönlü gözü, doludur HAK sevgisi
Sohbet ihtiyar eden, yad u bilişten geçer
*** ***

Key : Pek çok
Tesviş : Kargaşa
Düğeli : Bütün, hepsi
İhtiyar : Seçmek, Seçkin



ERENLER NEREDEDİR

Bilirmisiniz ey yarenler, gerçek erenler kandadır
Kanda baksam anda hazır, Kanda isterem andadır
Aşksızlara benim sözüm, benzer kaya yankısına
Bir zerre aşkı olmayan, belli bilin yabandadır
*** ***

Yalancılık eylemeğil aşka yalan söylemeğil
Bunda yalan söyleyenin, anda yeri zindandadır
Ey kend'özün bilmeyen söz manisin bulmayan
Hak varlığın istersen, Us ilm ile Kurandadır
*** ***

Allah benim dediğine, vermiş verir aşk varlığın
Kimdeki var bir zerre aşk Calap varlığı ondadır
Niceler eydur Yunusa Kocaldın sen aşkı koğıl
Bu aşk bize yeni geldi, henuz dahi turfandadır
*** ***



AŞKLA GELEN ERENLER

Aşkla gelen erenler içer aguyu nuş eder
Topuğa çıkmayan sular, deniz ile savaş eder
Bu sohbete gelmeyenler, HAK nefesi almayanlar
Sürün onu burdan gitsin, Durur ise çok iş eder
*** ***

Cahildir mani'den almaz oturur kararı gelmez
Öleceğini hiç sanmaz, yüzbin yıllık teşviş eder
Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşar
Yunus Emrem yolsuzlara yol gösterdi vu hoş eder
*** ***

Nuş etmek : İçmek
Man'i : Anlam
Tesviş : İşkillenme



CEFANIN ADI AŞK

Türlü türlü cefanın, adını aşk vermişler
Bu cefaya katlanan, dosta halvet vermişler
Kime ki aşk ulaşa, her dem kaynaya taşa
İyi dirlik hem yavuz, dört yanında durmuşlar
*** ***

Her kim aşk eri ise, aşka müşteri ise
Aşk onun yarı ise, canına öd urmuşlar
Miskin Yunusun canı başında serencamı
Aşka munkir ademi bu meydandan sürmüşler
*** ***

Halvet : Yalnızlık
Serencam : Başa gelen
Munkir : İnkar eden



SÖZ OLA KESE SAVAŞI

Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı
Söz ola agülü aşı, yağ ile bal ede bir söz
*** ***

Kişi bile söz demini, Demeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini, Sekiz cennet ede bir söz
Yunus şimdi söz yatından, söyle sözü gayetinden
Pek sakın o sah katından, Seni ırak ede bir söz
*** ***

Dem : Etki
Kem : Fena, değersiz
Yat : Usul, yol yordam



VÜCUDDA BULDUK

Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık
İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk
*** ***

Tevrat ile incili, Furkan ile Zeburu
Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk
Yunusun sözleri hak, cümlemiz dedik saddak
Kanda istersen anda HAK, cümle vücudda bulduk
*** ***

Furkan : KURAN
Saddak : Doğru



BİR NAZARDA KALMAYALIM

Bir nazarda kalmayalım gel dosta gidelim gönül
Hasret ile ölmeyelim gel dosta gidelim gönül
Gel gidelim can durmadan suret terkini urmadan
Araya düşman girmeden gel dosta gidelim gönül
*** ***

Gel gidelim kalma ırak dost için kılalım yarağ
Şeyhin katındadır durak gel dosta gidelim gönül
Terk edelim il u şarı dost için kılalım zarı
Ele getirelim yarı gel dosta gidelim gönül
*** ***

Bu dünyaya kanmayalım fanidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım gel dosta gidelim gönül
Biz bu cihandan göçelim ol dost iline uçalım
Arzu hevadan geçelim gel dosta gidelim gönül
*** ***

Kılavuz ol sen bana günilelim dosttan yanate
Bakmayalım önden sona gel dosta gidelim gönül
Bu dünya olmaz payidar aç gözünü canın uyar
Olgıl bana yoldaş u yar gel dosta gidelim gönül
*** ***

Ölüm haberi gelmeden ecel yakamız almadan
Azrail hamle kılmadan gel dosta gidelim gönül
Gerçek erene varalım Hakk'ın haberin soralım
Yunus Emre'yi bulalım gel dosta gidelim gönül
*** ***

Heva : Heves, nefse düşkünlük
Günilmek : Yönelmek, kıskanmak
Payidar, paydar : Devamlı, sürekli
Yarağ kılmak : Hazırlanmak, hazırlık yapmak
Terkin urmak : Terketmek, bırakmak



TEHİ GÖRME KİMSEYİ

Tehi görme kimseyi hiç kimsene boş değil
Eksiklik ile nazar erenlere hoş değil
Gönlünü derviş eyle dost ile biliş eyle
Aşk eri şol ma'nide derviş içi boş değil
*** ***

Derviş bilir dervişi Hak yoluna durmuşu
Dervişler Huma kuşu çaylak u baykuş değil
Dervişlik aslı candan geçti iki cihandan
Haber verir sultandan bellidir yad kuş değil
*** ***

Ey Yunus Hakk'ı bilen söylemez hergiz yalan
İkilik ile gelen doğru yol bulmuş değil
*** ***

Tehi : Bos, kimsesiz
Yad : Yabancı, el kişi
Hergiz : Asla



HAK CALABIM HAK CALABIM

Hak Calabım Hak Calabım sencileyin yok Calabım
Günahlarımız yarlığa ey rahmeti çok Calabım
Ben eydürem kim ey gani nedir bu derdin dermanı
Zinhar esirgeme beni aşk oduna yak Calabım
*** ***

Kullar senin sen kulların günahları çok bunların
Uçmağına koy bunları binsinler Burak Calabım
Ne sultan ne baylardasın ne köşk ü saraylardasın
Girdin miskinler gönlüne edindin durak Calabım
*** ***

Ne ilmim var ne taatım ne gücüm var ne takatım
Meğer senin inayetin kıla yüzüm ak Calabım
Yarlığağıl sen Yunusu günahlı kulların ile
Eğer yarlıgamaz isen key katı firak Calabım
*** ***

Calab : Allah
Yarlıgamak : Bağışlamak
İnayet : Yardım
Firak : Ayrılık



BENİM CANIM UYANIKTIR

Benim canım uyanıktır dost yüzüne bakan benem
Hem denize karışmağa ırmak olup akan benem
Irmak gibi ben çağlaram geh gülerem geh ağlaram
Nefsin ciğerin doğraram kibr u kini yıkan benem
*** ***

Kırdım bu nefsin çerisin bir itdim burc u barusun
Pak eyledim içerisin milketini yuyan benem
Ben hazrete tutum yüzüm ol aşk eri açtı gözüm
Gösterdi bana kendozum ayet-i kul denen benem
*** ***

Şah didarın gördüm ayan hiç gumansuz belli beyan
Kafir ola inanmayan ol didara bakan benem
Benim durur bu cümle iş hikmetimle yaz u kış
Ben bilirim yad u biliş ırılmadan duran benem
*** ***

Bu cümle canda oynayan damarlarımda kaynayan
Kulli dillerde söyleyen kulli dili diyen benem
Nemrud odun �brahim'e ben bag u bostan eyledim
Küfür yüzünden doğuban gene ödü yakan benem
*** ***

Ol Hallac-ı Mansur ile söyler idim enel Hakk'ı
Benem gi'nönün boynuna dar urganın takan benem
Ol Hak habibi Mustafa mi'raca edicek sefer
Ol dem canım hak eyledim ol sırrı duyan benem
*** ***

Şimdi adım Yunus durur ol demde İsmail idi
Ol dost için Arafat'a kurban olup çıkan benem
Cerh benim hükmümdedir her kanda ben oturmusam
Mülk benim elimdedir yıkan benem yapan benem
*** ***

Sa'd benem said benem Yunus dahi benimledir
İlm-i ledundur ustadım ol esrarı duyan benem
*** ***

Burcu u baru : Kule ve hisar
Milket : Memleket
Didar : Yüz, Allah'ın cemali
Kulli : Hepsi, tümü
Hak : Toprak
Yüz tutmak : Yönelmek
Yad u biliş : Tanıdık tanış
Cerh : Gök, felek
Said : Kutlu, Allah'ın beğendiği
Sa'd : Uğurlu, mübarek



HER KAÇAN ANARSAM SENİ

Her kacan anarsam seni kararım kalmaz Allahım
Senden ayrı gözüm yaşın kimseler silmez Allahım
Sensin ismi baki olan sensin dillerde okunan
Sensin aşkına dokunan kendini bilmez Allahım
*** ***

Sen yarattın cism u cani sen yarattın bu cihanı
Mü�lk senindir kerem kkaıl kimsenin olmaz Allahım
Okunur dilde destanın açılır bag u bostanın
Sen baktığın gülistansın gülleri solmaz Allahım
*** ***

Aşk bahrna dalmayan canını feda kılmayan
Senin cemalin görmeyen meydana gelmez Allahım
Zor olur aşıkın işi durmaz akar gözün yaş
Senden ayrı düşen kişi didarın gö�rmez Alahım
*** ***

Aşık Yunus seni ister lütf eyle cemalin göster
Cemalin gören aşıklar ebedi ölmez Allahım
Kacan : Ne vakit ki
Kerem : Cömertlik
Cism u can: Beden ve Ruh
Kan : Maden Ocağı
Didar : Allahın cemali,yüz



TEHİ GÖRMEN SİZ BENİ

Tehi görmen siz beni dost yüzün görüp geldim
Baki devr-i rüzgigar dost ile sürüp geldim
Oldur söyleyen dilde varlık dostundur kulda
Varlığım hep ol ilde ben bunda garip geldim
*** ***

Bezirganam mataım çok dest-girim ustadım Hak
Ziyanım assıya cümle anda değişip geldim
Yer u gök yaratıldı aşk ile bünyad oldu
Toprağa nazar kıldı aksırdı durup geldim
*** ***

Gördüm yedi tamusun anda sekiz uçmağın
Korkudan günahımı anda sızdırıp geldim
İşi oldum kudretten bahanem bir avretten
İnayet oldu Hak'tan ölü dirgörüp geldim
*** ***

Adem olup durmadan nefsin boynun burmadan
Yanıldım buğday yedim uçmaktan sürülüp geldim
Musayla Tur'a çıktım binbir kelime dedim
Bu Hak bizi ne bilsin anda bilinip geldim
*** ***

Nuh oldum tufan için çok duruştum din için
Duymayanın tagadan suya boğdurup geldim
Yalan değildir sözüm bak yüzüme aç gözün
Dah'örtülmedi izim uş yoldan erip geldim
*** ***

Çerçiş oldum basıldım Mansur oldum asıldım
Hallac pamuğu gibi bunda atılıp geldim
Eyyüb oldum tenime cefa kıldım canıma
Çağırdım Sübhanıma kurtlar duruyup geldim
*** ***

Zekerya oldum kaçtım erdim ağaça geçtim
Kanım dört yana saçıp tepem deldirip geldim
Yalınız Sübhan idi peygamberler can idi
Yunus hod pinhan idi suret değişip geldim
Dirgörmek : Diriltmek
Taga : Taka, büyük kayık
Pinhan : Gizli
Dürümek : Bir araya getirmek



BEN BİR ACEB İLE GELDİM

Ben bir aceb ile geldim kimse halim bilmez benim
Ben söylerem ben dinlerem kimse dilim bilmez benim
Benim dilim kuş dilidir benim ilim dost ilidir
Ben bülbülem dost gülümdür bilin gülüm solmaz benim
*** ***

Ol dost bana gelsin demiş sundum kadeh alsın demiş
Aldım kadeh içtim şarab ayruk gönlüm ölmez benim
Ne Tür'üm var ne durağım hiç yerde yoktur kararım
Hakk'a münacaat etmeye belli yerim olmaz benim
*** ***

Sor durduğum yeri bana gelirsen gösteren sana
Bir zerrece Hak'tan ayrı gözüm nesne görmez benim
Tur dağında bir tecelli gör Musi'ye neler kıldı
Yunus eydur Hak katında sözüm geri kalmaz benim
*** ***

Tecelli : Görünmek
Ayruk : Ayrı, başka
Göğnü : Yanmak, yanık
Tap : Yeter, kafi
Zari kılmak : Ağlamak, inlemek
Dar : Ev, yurt, darağacı
Munkir : İnkar eden



HER KANCARU DÖNER İSEM

Her kancaru döner isem aşk iledir işim benim
Öldür gönlümde teşvişim hem aşktır yoldaşım benim
Aşıklara göynür özüm onuncun faşolur razım
Göriceğiz aşıkları kaynar içim dışım benim
*** ***

Bu aşk bize rahmanidir hem canımızın canıdır
Onun icin şeytan ile her dem bu savaşım benim
Benim canım bir kuştur kim gövdem onun kafesidir
Dosttan haber geliceğiz birgün uçar kuşum benim
*** ***

Geldim dünyayı seyrettim ya bugün ya yarın gittim
Ben bunda eğlenemezem bunda bitmez işim benim
Yunus eydur ben aşıkam hem aşıkam hem sadıkam
Bu ayruk aşıklar gibi yoktur arayışım benim
*** ***

Kancaru : Nereye
Teşviş : Kargaşalık
Göynümek : Kendi kendine yanmak
Faşolmak : Açığa çıkmak, belli olmak,
Raz : Sır, gizli şey
Rahmanı : İlahi
Arayış : Sus, bezek